Songül Kundakçı Cansız
5 Ocak: Bayrak Şehrinde Bayrak Şairi Arif Nihat Asya
5 Ocak: Bayrak Şehrinde Bayrak Şairi Arif Nihat Asya
Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmıştı. Çukurova’nın öneminden olsa gerek Mondros Mütarekesi metninde Çukurova’yı ilgilendiren bir değil iki madde vardı. Sonbahar o yıl Adanalılar için tam anlamıyla hüzün ve yas mevsimi oldu.
Mustafa Kemal Paşa, Mondros’un ertesi günü Adana’ya geldi. Samsun’a çıkışından altı ay önce Adana’da kaldığı bu 11 gün süresinde Millî Mücadele hazırlığı ve direniş toplantıları yaptı. Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal Paşa, görevi 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa’ya bırakarak 10 Kasım akşamı Adana’dan trene binerek İstanbul’a hareket ederken tren istasyonunda uğurlamağa gelenlere ilk savaş parolasını verdi: “Adanalılar, silahlarınıza sahip ve hâkim olunuz! Bizim için savaş bitmemiştir!”
Mustafa Kemal Paşa’nın Adana’dan ayrılıp İstanbul’a gidişinin ertesi günü Fransız ve İngiliz işgal askerleri denizden geldiler. Kıyılardan içerilere doğru ilerleyip koyu bir sis gibi çöktüler bölgeye.
11 Aralık 1918’de Dörtyol’u işgal ettiler. 17 Aralık’ta Mersin’i, 19 Aralık’ta Tarsus’u, sonra Misis ve Erzin’i de işgal ederek işgal bölgelerini genişlettiler. 21 Aralık’ta ilk Fransız taburu Adana’ya geldi. Pozantı’ya kadar Adana’yı işgal ettiler.
İşgalci Fransızların Genel Valiliğe atadığı Albay Bremond, Çukurova’nın güzelliğini görünce çok etkilendi ve dedi ki: “‘Kilikya bir Mısır’dır, hem de Alpleri ile birlikte.’ Bremond, Toros Dağları’nı Avrupa’nın meşhur Alplerine benzetmişti.”
İşgalcilerin Adana’da karşılanışını Damar Arıkoğlu şöyle anlatır: “Kiliselerin çanları çalınıyordu. Ermeni evleri, dükkanları, çarşı, pazar, itilaf devletleri ve Ermeni bayraklarıyla donatıldı. Türk bayrakları yırtıldı. ‘Kahrolsun Türkler!’ sesleri ve küfürler ortalığı çınlatıyordu”
İşgalle beraber Fransız Albay Bromend Türk bayrağının asılmasını yasaklar. Fransız bayrağı asar, Fransız millî marşı Marseyyez’i okutur. Bromend, Adana Sultanisinde göndere çekilen Türk bayrağını indirmeye teşebbüs eder, tepkiyle karşılaşır.
Fransızlar, yanlarında kendilerini Ermeni İntikam Taburu olarak adlandıran 10.000 kadar Ermeni getirirler. Adanalılar; artık Ermeni kamavorların hunharca yaptıkları zulümleri yaşar; dehşet içindedirler. Kan kokar Adana…
Üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi uyuyan Türk milletinin tahammül mülkü sonunda yıkılır.
Bu sebeple Adana’da işgalciler ve işbirlikçiler nereden vurdularsa aynı şekilde vuruldular.
Bölge halkının çoğu çareyi çeteye katılıp dağa çıkmakta buldu. Zaten Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşaların yönlendirmesiyle vatanseverler boş durmamış, mukavemet için hazırlıklar yapmıştı.
Çetesi, ittihatçısı, Yörük-Türkmen’i, konar-göçeri, kadını, erkeği işgalcilere karşı savaşa girişti. Savaşın karlı dağlara çıkardığı bu insanlar, dağlarda işgalcilere öfkelerinin ateşiyle ısındılar.
Bütün bunlar olurken Adana’da yedi milletin bayrağı dalgalanıyordu. Gözler ve gökler al-beyaz Türk bayrağına hasret kalmıştı. İşte böyle zulüm günlerinden birinde Şafak kahvesinin bir köşesinde gençler bir araya geldi, tepkiliydiler. Dediler ki:
-Bunları kovduktan sonra dünyanın en büyük bayraklarından birisini yapalım ve şehre asalım.
-Bu büyük bayrağı nereye asalım?
Düşündüler ve karar verdiler: Ulu Caminin minaresi ile Saat kulesi arasına...
Şehirdeki bu gençler de mücadeleye katılmak için çeteye katıldılar, dağa çıktılar. Hatta 1917’de Rusya’dan kaçarak Çukurova'ya yerleşen Türkistanlılar üste de para vererek çeteye katıldılar.
Fevzi Çakmak, Mondros Ateşkes Antlaşması’nı takip eden günlerde Anadolu’da Kuvayımillîye ruhunun doğuşunu şöyle anlatır: “Eğer o günlerde bir tayyareden memlekete bakarsanız, yer yer yanan ateşler görürdünüz, bunlar ışıldayan çoban ateşleriydi, hepsini birleştirecek alev lazımdı, işte o da Mustafa Kemal’in meşalesiydi”
İlk olarak Adana ve çevresindeki dağlarda yakılan bu çoban ateşlerinin alevleri Sivas’ta birleşerek bütün vatanı sardı. Ön sözü Çukurova’da yazılan bu kurtuluş destanının son sözü İzmir’de yazıldı. Destanın baş kahramanı büyük Türk komutanı Mustafa Kemal Paşa’ydı.
Karboğazı Zaferi sonrası imzalanan Ankara Antlaşması’na göre Fransızlar bölgeyi tahliye edecekti. Fransızların tahliyesi uzun sürdü. Adanalılar sabırla bekledi. Son işgal askeri topraklarından gitmeden kurtuluş günü kutlamak istemediler. Kutlama için kararlaştırdıkları Türkiye’nin en büyük bayrağını asacakları günü beklediler.
1922’nin 4 Ocak’ı 5 Ocak’a bağlayan gece yarısından sonra sabırsız bekleyiş mutlu sona ulaştı. Adana fiilen ve resmen kurtuldu. Adana’nın Kurtuluş Bayramı 5 Ocak saat 00.01’de başladı.
5 Ocak 1922’de Adanalı mutlu, Adana muradına eren allı pullu nazlı gelin gibi süslüydü. Bayram sevinci yaşayan Adanalıların kimi geceden kimi sabahın seherinde tören alanına koştu. Çünkü Türkiye’nin ilk en büyük bayrağı Adana’nın ilk Kurtuluş Bayramı’nda, Saat Kulesi ile Ulu Camii minaresi arasında dalgalandırılacaktı. Hükümet Konağından alınarak eller üstünde şehirde gezdirilen 7 m. eninde 15 m. uzunluğundaki Türk bayrağı alkışlarla, dualarla asıldı.
Bir ihtiyar bu bayrağın altında ellerini yukarı kaldırmış “Allah’ım artık benim gözlerimi kapa! Bu dünyada başka bir şey görmek istemiyorum, kalbim bu heyecanla dursun!” diye haykırdı.
İhtiyarın uğruna kurban olmak istediği bu bayrak, 1922’den sonra her yıl 5 Ocak Adana’nın Kurtuluş Günü kutlamaları töreninde aynı yere asılmaya devam etti.
1928’de Adana’ya tayin edilen 24 yaşındaki gencecik edebiyat öğretmeni Arif Nihat Asya kutlamaların coşkusuna hayran kaldı. “Beş Ocak’ta Adana’yı / Taşırır bayram alayı / Ve başlar Çukurova’da / Ayla yıldızın balayı” diyen şairin şiirlerinde “5 Ocak, Adana ve bayrak” muhteşem üçlü olarak yer aldı.
Yıllar geçti. 1936 yılının son günleri… Adana’da 5 Ocak kutlamaları sevinci ve hazırlığı yapılırken Hatay hala Fransız işgalindeydi. Atatürk’ün Adana’ya gelişleri, Hatay’a ilgisi, toprak taleplerine “…bana çizmelerimi giydirmeyin!” diyerek tepkisi olaylara sıcağı sıcağına şahit olan Arif Nihat’ı çok etkiledi.
Hatay’da Türk bayrağının yırtılması, şapka giyenlerin dövülmesi, iki Türk gencinin öldürülmesi güneşe, yıldızlara bile kurşun atan Adanalıların öfkesini kabartmıştı. Adana’da Adanalılara benzeyen, Adanalı olmayı seçen Arif Hoca, Atatürk’ün sözünden de esinlenerek nutkunda öfkesini “Dün İzmir körfezine dökülen düşman, bugün İskenderun körfezine dökülmez mi?.. Çizmelerimizi giydirmesinler, çizmeden yukarı çıkmasınlar” cümleleriyle ifade etti.
Adana Erkek Lisesi müdürü, 1937 yılında 5 Ocak Bayramı kutlaması için Saat Kulesiyle Ulu Cami minaresi arasına şehir tarihî bayrağı çekilirken öğrencilerden birine güne uygun bir şiir okutma görevini Arif Nihat’a verdi. Bölgede Hatay meselesinin canlı tutulması amaçlanmaktaydı.
Öğrenciler 15 gün arayıp güzel bir şiir bulamayınca şair, 4 Ocak akşamı Türkocağı Mahallesi’ndeki evinde gaz lambasının ışığında bayrağa sığınarak kalemi eline aldı. O gecenin sabahı ezanlar okunurken bayrak sevgisi şairin altın kaleminin ucunda kelime kelime şiir oldu. Şiir 5 Ocak 1937 sabahında Aydın Gün’ün sesiyle Adana semalarında dalga dalga yankılandı.
“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü.”
Arif Nihat, “Bayrak” şiirinde işgal yıllarında Adanalının yasaklanan Türk bayrağına sevgisini anlatır aslında. “Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım” diyerek bir yandan da Hatay’daki işgalcilere ve işbirlikçilere de gözdağı verir. “Bayrak” şiirinin sonundaki “Yeryüzünde yer beğen!/ Nereye dikilmek istersen/ Söyle, seni oraya dikeyim” mısraları Hatay ve Kıbrıs meselesi sebebiyle yazılmıştır.
Anadolu’da Millî Mücadele’nin ilk başladığı ve kazanıldığı yer olan Bayrak şehri Adana’da, bayrak sevgisiyle dolu gönüllerde Arif Nihat Asya, bu şiirle bayraklaştı ve en güzel unvanın da sahibi oldu: BAYRAK ŞAİRİ.
Yıllar geçti. 1975’te ilginç bir tevafuk oldu, Arif Nihat Asya, 5 Ocak’ta vefat etti.
Eşi Servet Hanım’ın, 5 Ocak’la özdeşleşen şairin ölümüyle ilgili Adanalılara şöyle sitem etti:
“O törenlere bir kerecik davet etselerdi. Sen Arif Nihat Asya’sın Adanalıların sevgilisi, sen 5 Ocak sevdalısı. Sen bayrak şiirlerinin en güzelini Adana’nın istiklâl gününde yazan, buyur bir kerecik 5 Ocak törenine katıl, deselerdi... Demediler. Hiç çağırmadılar Arif'i. Bir şey söylemezdi ama ben bilirdim davet beklediğini için için... Hüzünlenirdi. Her 5 Ocak’ta...”
Ve 1975’in 5 Ocak günü. O sabah hastanede eşine sormuş: Bugün 5 Ocak, değil mi? Evet, 5 Ocak.
Eşi o günü anlatıyor: “ ‘- Bak Arif dedim, gel seninle bu 5 Ocak’ların yüzü suyu hürmetine yemin edelim ve şu sigarayı bırakalım!’ - ‘Kabul ama yavaş yavaş... Öyle birden üstüme varma’ dedi.
Kahvesini bitirdikten sonra ‘ALLAH’ diyerek Yaradan’a kavuştu.”
Mekânı cennet olsun!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.