Songül Kundakçı Cansız

Songül Kundakçı Cansız

30 Ağustos: Dirilişin Ve Hesaplaşmanın Tarihi

30 Ağustos: Dirilişin Ve Hesaplaşmanın Tarihi

30 Ağustos zaferine emeği geçenlere saygı, şükran ve dua ile…

Her nimetin bir bedeli vardır elbet. Ya bugünkü istiklalimizin, özgürlüğümüzün bedeli neydi?

Mustafa Kemal Paşa o bedeli Sivas’ta belirlemişti. Parola netti: “Ya istiklal ya ölüm!”

Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması’yla Güney Cephesi 1921’de kapanmıştır.

“İlk kurşun”un atılması, “ilk ateş emri”nin verilmesi ve Karboğazı’nda kazanılan zafer sebebiyle ilk antlaşmanın yapılmasını sağlayan Adana, Kurtuluş Savaşı’nın kılavuz şehridir artık.

Adana’nın bu başarısında Çukurova insanının hürriyet sevdası kadar Mustafa Kemal Paşa’nın 11 gün bölgede yaptığı direniş hazırlığının ve onun direktifiyle Ali Fuat Cebesoy’un bölgede yaptığı ilk direniş yuvalarının katkısı büyüktür. Adana’daki bu başarılı direnişi, başka şehirlerdeki direnişler izler.

Mustafa Kemal Paşa’nın yaktığı meşale, başka meşaleleri tutuşturur ve bu ateş, kurtuluş yolundaki bütün engelleri yakar.

Türk milleti tarihteki Ergenekon’dan çok daha zor olan bir durumdan kurtulur. 20. yy.’da tarih sahnesine yeniden ve yenilenerek doğar.

“Fıtrat değişir sanma / Bu kan yine o kandır” diyerek Türk milletine güvenen Namık Kemal haklı çıkmıştır.

Batı Anadolu’da Millî Mücadele başlarken Çukurova’da işgalcilerin beli kırılmıştır bile. Bu sebeple Çukurova’daki kuvvetler Batı cephesine kaydırılır. Bölgelerindeki Millî Mücadele’yi kazanan Adanalılar, diğer cephelerde çarpışmak için yola çıkarlar.

Yedikleri bir avuç arpayla, çıplak ayakla, çarıkla, kağnıyla sıcak-soğuk demeden her türlü imkânsızlık içindeki asker ve halk, millî ruhun uyanışından aldığı kuvvetle tam donanımlı işgalcilere istiklali ve istikbali için meydan okur.

Mehmet Akif ’in İstiklal Marşı’nda anlattığı durum tam olarak budur:

“Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var”

I. Dünya Harbi sonunda ordu dağıtılmış olsa da Anadolu’nun direnmeye devam etmesi aslında Türk milletinin uyanışıdır. Bu durumdan etkilenen Yahya Kemal Beyatlı, “Kurdun Dişisi ve Yavruları” başlıklı bir yazı kaleme alır. Yazıda Yahya Kemal, şair Vigny’nin “Kurdun Ölümü” şiiriyle Anadolu’daki Millî Mücadele arasında şöyle bir bağ kurar:

“Zannettim ki şâir Vigny ‘bizi’, bizim maceramızı anlatmış! O erkek kurt, ölen ordudur; o dişi kurt, anne Anadolu’dur; o kurdun yavruları İnönü ve Dumlupınar çocuklarıdır ki dul annelerinden aldıkları dersi tekrar ediyorlar: ‘Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl!’”

Yahya Kemal’in yazıda belirttiği gibi kurt yavrusu kurt oldu, fıtrat değişmedi ve onu boğmak isteyenlere karşı ölümüne bir mücadele verdi.

Düşmanı yurttan kovmadan süngülerini yerlerine koymamaya yemin etmişlerdi. Bu ölüm-kalım savaşında yeminlerini tutmak için vurucu son bir darbe gerekliydi:

Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi.

Manevî desteğin yanında milletten aldıkları maddî destekle Türk ordusunun taarruzu Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlığında 26 Ağustos’ta başladı. 30 Ağustos’ta Dumlupınar mevkiinde Büyük Taarruz’u Mustafa Kemal Paşa üç kırık kaburgayla nefes almakta zorlanarak yönetti.

Afyon, Dumlupınar, Kütahya kurtulurken zalim ve mağrur düşman ordusunun askerleri can derdine düştü, çil yavrusu gibi dağıldı.

Yunan askerleri kaçmaya başlayınca Mustafa Kemal Paşa’dan “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emri geldi.

Emir baş tacı edildi; hedef Akdeniz’di, hedef İzmir’di.

Artık Türk okları yayından fırlamış hedefe gidiyordu.

Anadolu’nun gariban çocukları vatan sevgisiyle dolu yürekleriyle “Yastığımız mezar taşı yorganımız kar olsun/ Biz bu yoldan döner isek namus bize âr olsun” diyerek cepheye gitmişti.

Şimdi de belirlenen hedefe ulaşmak için atı olan atlandı, atları kanatlandı; atı olmayan yürüyerek yola çıktı.

Mustafa Kemal Paşa’nın buyruğuyla saldırdılar düşmana, vatan aşkıyla vurdular.

Mehmetçiklerin kimi yaralandı düştü, kiminin ruhu kanatlandı, kimi de sağ salim düşmanı sonuna kadar kovaladı.

Takvimler 9 Eylül 1922’yi gösterirken Yunan denize döküldü, kurtarılan İzmir’e

Türk bayrağı asıldı. Güzel İzmir’i yakarak gitti Yunan askerleri. Batı Anadolu,

18 Eylül’e kadar Yunan askerlerinden tamamen temizlendi.

Bu zafere Türk atlılarının nal sesleri ve kısrak kişnemeleri damga vurdu.

“Zeki Üngör ‘Ben İstiklal Marşı’nı bestelerken kulaklarımda İzmir’e koşan atlıların dörtnal sesleri vardı’ diyecekti.”

İskenderun’da ilk ateş emriyle başlayan, 19 Aralık 1918’de Fransız işgalcilere ve Ermeni milislere ilk kurşunun atılmasıyla devam eden Türk milletinin kutsal isyanı 9 Eylül 1922’de İzmir’de Yunan’ın denize dökülmesiyle son buldu.

Adanalılar en başından sonuna kadar Millî Mücadele’de yer aldı. Haziranın güneşinde yanmaya alışmış olan buğday benizli, bakır tenli, dobra, efe, pervasız, gözü pek, kalender, sıcakkanlı, açık sözlü, özgürlüğüne düşkün, kabadayı, yiğit, mert Adanalılar, düşmana karşı en çetin mücadeleyi verdiler.

Hep birlikte kendilerine ait olanı korumak için kıranı kırdılar, vuranı vurdular. Yoruldular, durmadılar; ta ki bütün vatanı düşmandan tamamen temizleyene, İzmir’de Yunan’ı denize dökene kadar…

Adanalılar Millî Mücadele’nin her aşamasında, her yerde görev aldı. Çünkü biliyorlardı ki “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.”

Atatürk’ün dediği gibi bu milletle neler yapılmazdı ki! Hele de Adanalıysa…

Fazıl Hüsnü Dağlarca da Adanalı olmayı şu dizelerle ifade eder:

“yurt özgürlük ağacı / ben özgürlük dalıyım

kivrem Adanalıyım[…]/ ben yediden yetmişe

kurtuluş masalıyım/ kivrem Adanalıyım” (Dağlarca 1979: 21)

Ön sözü Çukurova’da yazılan bu kurtuluş destanının son sözü İzmir’de yazıldı.

Türkler Adana’da, Anadolu’nun birçok yerinde ezildi, öldü, toprak oldu ama topraktan sanki yeniden sürgün verdi. Bu doğal bir oluşum, bir tekâmül süreciydi. Yok sayılan, adını bile unutan bir millet, zümrüdüanka gibi küllerinden yeniden doğuyor ve bunu bütün dünyaya ilan ediyordu.

Ziya Gökalp bu doğuşu şu sözlerle anlatır:

“Türkiye’de Allah’ın kılıcı halkçıların pençesinde ve Allah’ın kalemi Türkçülerin elinde idi. Türk vatanı tehlikeye düşünce, bu kılıçla bu kalem izdivaç ettiler. Bu izdivaçtan bir cemiyet doğdu ki adı Türk milletidir.”

***

Ve kazanılan bağımsızlığın iktisadî alanda da devamı için gerekli altyapı oluşturuldu. Kurtuluştan sonra asılan afiş cümlesi ekonomiye verilen önemi göstermektedir.

“İlk Hedef: Akdeniz’di… İkinci Hedef: İktisat”

1924’te Türkiye İş Bankası Atatürk’ün emriyle kuruldu hem de Türk ordusunun Yunan’a saldırdığı 26 Ağustos Büyük Taarruz’un yıldönümünde.

Seçilen 26 Ağustos tarihi Cumhuriyet’in ilan tarihi gibi sembolik anlam taşıyor, iktisadî bir diriliş kadar büyük bir hesaplaşmaya da işaret ediyordu.

İş Bankası, Büyük Taarruz’un zaferle sonuçlandığı 30 Ağustos Cumartesi günü çalışmaya başladı.

Atatürk, yok edilmek istenen Türk milletinin 30 Ağustos’ta zafer kazanarak işgalcilere verdiği cevabı bu defa da bütün kaynakları sömürülen milleti adına banka kurarak iktisadî alanda veriyordu.

20. yüzyılda Türk milletinin kurtarıcısı, talihi olan dâhi Mustafa Kemal Paşa, emperyalistlerin özellikle Lloyd George’un talihsizliği oldu. Türkiye’ye karşı savaşı sürdürmekte ısrarcı olan İngiliz Başbakanı Lloyd George, Mustafa Kemal Paşa’nın Millî Mücadele’yi zaferle sonuçlandırması üzerine koltuğundan oldu.

Şimdiye kadar özgürlüğü uğruna çok bedel ödeyen Türk milleti, ne yazık ki günümüzde sucu bucu anlayışlarla bölünüp aslından uzaklaştırılmakta, ekonomik krizde geçim derdiyle boğuşmaktadır. Millet sadece savaş meydanında kaybetmez, asıl savaşı daha önce olduğu gibi gaflete düştüğünde kaybeder.

Bu öyle büyük bir gaflettir ki millet kazanımlarının, nüfuzunun, nüfusunun, ekmeğinin, toprağının, kültürünün, dilinin, türkülerinin elinden gittiğini fark edemez. Bunlar gittiğinde yurdunun elinden gideceğinin farkına bile varamaz. Savaşta cesur ve kavgacı, barışta uysal Türkler kötü günleri, savaş acılarını unutmaya, kahramanlıkları hatırlamaya meyillidir. İşte asıl bütün bunlar Türkiye’nin ve Türk’ün milletinin beka sorunudur.

Türk milliyetçilerinin yolu şucu bucu diye ayıranların değil büyük önder Atatürk’ün yolu olmalıdır.

Türk milleti kendini, büyüklerini, geçmişini, acılarını, düşmanlarını unutup şuursuzlaşacak mıdır?

Yoksa aslını hatırlayıp silkinip kendine mi gelecek, bunu zaman gösterecektir.

Kaynak: Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Adana- Songül Kundakçı Cansız

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Songül Kundakçı Cansız Arşivi