
Songül Kundakçı Cansız
Millî Marş Millî Ateş: İstiklal Marşı
Millî Marş Millî Ateş: İstiklal Marşı
Akif, büyük şair… İnandığı gibi yaşayan samimi Müslüman… Hakk’a ve halkına inanmış büyük insan…
I. Dünya Harbi sonunda Türk milleti tarihteki Ergenekon’dan çok daha zor bir duruma düşmüştür.
Anadolu kan ağlar.
Akif, kan ağlar, milletinin derdiyle dertlenir.
O günlerde ülkenin durumu o kadar kötüdür ki Allah’tan başka sığınacak kimse kalmamış gibidir.
“Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı” diyen Mehmet Akif bu yaşananlara isyandadır ama ümidini kaybetmemiştir.
Emperyalistler Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası 7 başlı ejderha gibi Anadolu’yu işgal ederler. Ordu dağıtılmış olsa da Anadolu direnmeye devam eder.
Bu direniş aslında Türk milletinin uyanışıdır. Türk milletinin bu millî kimlik inşası sürecinde en büyük görev aydınlara, edebiyatçılara düşer.
İslam’la modern milliyetçilik arasındaki geçişin bir örneği olan şair Mehmet Akif, Atatürk çağırdığında Anadolu’ya ilk gidenlerden biri olur; milliyetçilerle beraber “İrşat Heyetleri”nde işgalcilere karşı halkı bilinçlendirmeye çabalar. Hasan Basri Çantay Mehmet Akif’i şu sözlerle tanıtır:
“Kuvvetli, imanlı, ateşli bir İslâm şairi! Fakat, Türk daima başta kalmak şartıyla, dört lisanı edebiyatıyla bilen Akif, Türk olarak yazdı, Türk olarak düşündü, Türk olarak yaşadı ve nihâyet Türk olarak öldü.
Akif’in bir vakasını hatırlarım; İlk Millî kaynaşma ve savaşlarda üstat Balıkesir’e gelmişti. Onun samimî arkadaşlarından biri Gönen’e teşkilât yapmaya gitmişti. Avdetinde o arkadaş dedi ki:-(...) ler Türklere cefa ediyorlar. Millî teşkilâtı boğmaya çalışıyorlar.
Akif’in o zaman, hiç düşünmeden, kükreyerek, verdiği cevap şudur: -Orada bir Türk ocağı açınız, mücadele ediniz!
Akif’in beraberinde İstanbul’dan gelen bir zât ‘Üstat sizi Türkçü görüyorum’ demek istedi. Akif’in ağzından alev gibi şu kelimeler çıktı: -Ya ne zannediyorsun? Türk’e hiçbir kavmin horoz olmasına tahammül edemem.”
Milletçe işgalci ve işbirlikçilere karşı verilen mücadele devam ederken halkın ve askerin umutlarını arttıracak bir millî marşa ihtiyaç duyulur. Zira işgalci Fransızlar millî marşları Marseyyez’i Çukurova’da okumakta, Türk çocuklarına zorla okutmak istemektedir. Aynı şekilde İngiliz ve Yunan da işgal ettiği yerlerde bayrağını göndere çekip millî marşlarını okumaktadır. Ama Türk’ün okuyacak bir millî marşı yoktur.
İstiklâl Savaşı’nın başlarında Mehmed Akif’in “Ordunun Duası” adlı manzumesi bestelenmiş, askerî birliklerde okunmaya başlanmıştır ama yeterli değildir. Bu konuyu, cephede ve cephe gerisinde halka ve askere moral vermeye çalışan Mehmet Akif’in de içinde olduğu “İrşat Heyetleri” gündemde tutar ve millî marş yazılmasına destek verir.
Millî marş ve bayrak, Fransız İhtilali sonrasında milliyetçilik akımının etkisiyle Avrupa’daki devletlerin kuruluş sürecinde milleti birleştiren önemli bir unsurdur.
Bu sebeple kurtuluş ve yeni devletin kuruluş sürecinde milleti birleştirecek bir millî marş için Maarif Vekâleti yarışma açar. Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in ısrarıyla Burdur Milletvekili Mehmet Âkif Bey de yarışmaya katılarak İstiklâl Marşı’nı yazar.
Marş öyle etkileyicidir ki 12 Mart 1921’de Adnan Adıvar’ın başkanlığında Meclis’te oylanarak büyük çoğunlukla kabul edilir.
Hamdullah Suphi, İstiklâl Marşı şiirini Meclis’te 3 kez okur, mebuslar ayakta dinler, alkışlar.
Mustafa Kemal Paşa, marşı en ön sırada ve ayakta dinler, alkışlar ve marşın kabulünden sonra İstiklâl Marşı’nın önemini şu sözlerle açıklar:
“Bu marş, bizim inkılâbımızın ruhunu anlatır… İstiklâl Marşı’nda davamızı anlatması bakımından büyük manası olan mısralar vardır. En beğendiğim yeri şu mısralardır:
‘Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl.’
Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar işte bunlardır… Bu demektir ki efendiler Türk’ün hürriyetine dokunulamaz.”
İstiklâl Marşı, Türk milletinin geçmişini ve mevcut halini anlatan, geleceği aydınlatan bir diriliş bildirisidir. Türk’ün işgale isyanını, millî ruhunu yansıtan kurtuluş manifestosudur, Türk milletinin medeni denilen emperyalist Batı’ya kafa tutuşudur.
Savaşın en kritik zamanında “Kahraman ordumuza” ithafıyla “Korkma!” diye seslenir Mehmet Akif, zaferden emindir. Bu da orduyu ve milleti en zor zamanda zafer kazanmaya motive eder.
Anadolu’nun gariban çocukları vatan sevgisiyle dolu yürekleriyle “Yastığımız mezar taşı yorganımız kar olsun/ Biz bu yoldan döner isek namus bize âr olsun” diyerek cepheye gitmiştir. Şimdi de hedefe ulaşmak için atı olan atlanır, atları kanatlanır; atı olmayan yürüyerek yola çıkar.
İstiklâl Marşı’nın manevî, milletin maddî desteğiyle Türk ordusunun taarruzu Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlığında 26 Ağustos’ta başlar. 30 Ağustos’ta Dumlupınar mevkiinde Büyük Taarruz’u Mustafa Kemal Paşa bizzat yönetir.
Zalim ve mağrur düşman ordusunun askerleri can derdine düşer, çil yavrusu gibi dağılır. Yunan askerleri kaçmaya başlayınca Mustafa Kemal Paşa’dan “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emri gelir.
Emir baş tacı edilir; artık hedef Akdeniz’dir, hedef İzmir’dir. Türk okları yayından fırlamış hedefe gitmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın buyruğuyla Mehmetçikler saldırırlar düşmana, vatan aşkıyla vururlar. Mehmetçiklerin kimi yaralanır düşer, kiminin ruhu kanatlanır, kimi de sağ salim düşmanı sonuna kadar kovalar.
Yedikleri bir avuç arpayla, çıplak ayakla, çarıkla, kağnıyla sıcak-soğuk demeden her türlü imkânsızlık içindeki asker ve halk, millî ruhun uyanışından aldığı kuvvetle tam donanımlı işgalcilere istiklali ve istikbali için meydan okur. Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nda anlattığı durum tam olarak budur:
“Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var”
Takvimler 9 Eylül 1922’yi gösterirken Yunan denize dökülür, kurtarılan İzmir’e Türk bayrağı asılır. Bu zafere Türk atlılarının nal sesleri ve kısrak kişnemeleri damga vurur.
“Zeki Üngör ‘Ben İstiklal Marşı’nı bestelerken kulaklarımda İzmir’e koşan atlıların dörtnal sesleri vardı’ diyecektir”
Bu ölüm-kalım savaşında Türk milleti tarihteki Ergenekon’dan çok daha zor olan bir durumdan kurtulur, 20. yy.’da tarih sahnesine yeniden ve yenilenerek doğar. “Fıtrat değişir sanma / Bu kan yine o kandır” diyerek Türk milletine güvenen Namık Kemal haklı çıkmıştır.
Her nimetin bir bedeli vardır muhakkak. Mustafa Kemal Paşa istiklalin, özgürlüğün bedelini Sivas’ta belirlemişti. Parola “Ya istiklal ya ölüm!” dü.
İşte İstiklal Marşı vatanseverlerin bu ölüm-kalım savaşındaki mücadelesini anlatır.
Allah büyük şairimize rahmet eylesin, duası duamız olsun.
“Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın!”
Kaynak: Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Adana- Songül Kundakçı Cansız
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.