Songül Kundakçı Cansız
Türk Milletinin Öcü: Cumhuriyet Türküsü- III
Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum günü, 29 Ekim 1923…
Osmanlı İmparatorluğu “29 Ekim 1914” tarihinde I. Dünya Savaşı’na girer.
Dört yıl sonra da “30 Ekim 1918”de Mondros’ta mütareke imzalanır.
Aradan 5 yıl geçer, 30 Ekim’in bir gün öncesi 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilir.
Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’i ilan için niçin 29 Ekim’i seçmiştir?
- Teslimiyetten Istiklale: Cumhuriyet Türküsü - I
- Cumhuriyet Türküsü - II
- Türk Milletinin Öcü: Cumhuriyet Türküsü- III
Altay Paşa, Çankaya’da bir gece Atatürk’e 29 Ekim tarihini seçme sebebini sorunca Atatürk anlatır:
" Mütareke 30 Ekim 1918'de imzalanmıştı, vatan parçalanmış, istilaya uğramıştı, peki 30 Ekim 1918'den bizim İzmir'e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922'ye kadar kaç yıl geçti?
4 yıl. 29 Ekim 1923’te cumhuriyeti ilan ettik.
İşte beş yıla sığdırdığımız büyük inkılap, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş; hangi milletin tarihinde bu vardır?”
Bu tarihlerde bir sır olduğunu düşünen Fahrettin Altay Paşa Mustafa Kemal Paşa’ya sorar:
“‘Paşam benim dikkati nazarımı bir şey celp etmiştir. Hep düşündüm; 30 Ekim 1918 günü mütareke ilan edildi. Adana’daki karargâhınızdan payitahta verdiğiniz şifreyi hatırlıyorum. Şimdi aradan zaman geçti, Cumhuriyetimizin ilanının 29 Ekim gecesine gelmesi acaba bir tesadüf müdür? Üç gün evvel beş gün sonra da olabilirdi.’ “
Mustafa Kemal Paşa bir an durup Fahrettin Altay Paşa’ya bakmıştır. Sonra elini masanın üzerine vurarak:
“-Deyiniz ki bu da tarihten silinmek istenilen bir milletin öcüdür.
- Ama bundan hiç söz etmediniz.
-Övünmek olur, övünmek, benimle beraber mefkûreye inananların, milletin, ordumuzun hakkıdır.”
Mustafa Kemal Paşa, 29 Ekim’i seçerek işgalci emperyalist güçlere 30 Ekim’i yani Mondros’u yok saydığını mesajını veriyordu.
Vatan için savaşmayı ve ölmeyi göze alanlar işgalcilerin hain planlarını bozdular. Mondros sonrası Türk milleti kendine sahip çıkması için arayıp bulamadığı devletine Cumhuriyet’le kavuştu. Türkiye Cumhuriyeti devleti de küllerinden yeniden doğan Türk milletini geleceğe taşımak için onu inşa etme çabasına girişti.
“Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” diyen Atatürk; başsız, sahipsiz kalan, etrak-i bi-idrak diye aşağılanan Türk milletini Cumhuriyet’le yüceltti. Türklük cereyanı vatan ve millete zarardır diyenlere, milliyetlerini inkâr edenlere rağmen Anadolu insanı Türklüğüne sığındı, hayat kaynağını Türklükte buldu.
Türk milletinin gücünü dünyaya gösteren Atatürk, Cumhuriyet’in kuruluşunun 10. yıl kutlamalarında Türk milliyetçiliğinin bildirisi sayılabilecek Türk’ün vasıflarını anlatan konuşmasının sonunda şöyle haykırdı: “Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Atatürk’ün Türklüğünden gurur duymasından gocunan, onu ırkçılıkla suçlayanlar, ülkede yaşayan herkesi yurttaşlıkta eşitlediğini, kimseyi küçültmediğini görmezden geldiler. Halbuki Atatürk, bu son cümleyle imparatorluk bakiyesi olan farklı ırktan ve inançtan unsurları Türk milletinin içine alıyordu.
Cumhuriyet döneminde 10 yıl gibi az bir zamanda yapılan işler öyle büyüktü ki coşkusu nutuk oldu, dinlendi; marş oldu, söylendi; tüm yurda yayıldı.
10. Yıl Nutku’nu ömrünü milleti uğruna harcayan Atatürk söylemişti.
10. Yıl Marşı’nın sözlerini o yılları yaşayan Faruk Nafiz Çamlıbel ile Behçet Kemal Çağlar yazdı, Cemal Reşit Rey besteledi.
Bu iki eser; millî gururu, heyecanları, inkılapları, Cumhuriyet’in yol hikayesini, yükselmeyi, kararlılığı, Türk’ü öyle güzel anlattı ki o gün bu gündür dillerden düşmedi. Ne yazık ki sonraki yıllarda daha güzeli de yazılamadı:
Türk’üz: Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi;
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!
Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;
İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz:
Uyduk görüşte bilgi, gidişte ülküye biz.
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.
Atatürk Cumhuriyet’le Türk milletine çağdaş uygarlık seviyesine erişmeyi hatta bu seviyeyi aşmayı hedef gösterdi.
Çağın gerisinde kalmanın bedeli verilen canlar olmuştu. Cumhuriyet kolay kurulmamış, yurt toprağı gencecik evlatlarının kanıyla sulanmıştı.
Cumhuriyet, Türk milletinin adeta zevkle söylediği bir türkü oldu.
Bu türküyü yaşayarak yazdı Türk milleti.
Cumhuriyet türküsünün notaları kurtuluş bayramı günleriydi.
Elbette Cumhuriyet’in harcında emeği olmayanlar, bu türkünün duygusunu anlayamaz, değerini bilemezdi. Zira millî şuuru olmayanlar Millî Mücadele’ye katılmamıştı.
Osmanlı’nın Mondros’ta kaderine terk ettiği Çukurova, Cumhuriyet türküsünü en coşkulu söyleyen yer oldu. Adana Erkek Lisesi Edebiyat Öğretmeni Arif Nihat Asya, yazısında Adana gençliğinin Cumhuriyet Bayramının 24. yıl kutlamasında Cumhuriyet’e nasıl sahip çıktığını şu sözlerle ifade etti:
“Şimdi şu geçitte gördüğün gençler, rap rap, 24 yıl önce bugün atılan 101 pare topun temposuyla yürümektedir.
Zeybek oynayan efe de dizini yere o tempoyla vurmaktadır.
‘Gençlik Marşı’nı kimseye vermek ve kaptırmak niyetinde olmayan delikanlı ile genç kız da ‘Dağ başı’nı o tempoyla söylemektedirler. […]
Cumhuriyet rozetlerle, konfetilerle, serpantinlerle değil, tango yahut vals adımlarıyla değil; bol kadehlerinin şıngırtılarıyla da değil, top sesleri ve namlu alevleriyle ilan edilmiş; milletin en aziz çocuğu da Cumhurbaşkanı seçilmişti. Bu aziz çocuğun, cumhuriyeti hiçbir teşekküle bırakmayıp memleket gençliğine emanet etmekte ne kadar haklı olduğunu her gün biraz daha anlamaktayız.”
Doğum günün kutlu olsun Türkiye’m!
Çok yaşa!
Nice bin yıllara inşallah…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.