Hayrettin Durmuş
Yaz Dersleri Bitmesin
Yaz bitmesin isteriz. Gülümsemenin, gurbetten sılaya yolcuğun adıdır yaz. Sıla-i rahimdir. Bolluk ve berekettir. Düğün dernek mevsimidir. Yaylaların şenlendiği, insanların dinlendiği vakitlerdir. Lakin göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider yaz.
Yaz mevsiminde kitap okumanın tadı bir başkadır. Yazın bunaltıcı havasında serinlemenin bir başka yoludur kitap. Kitabı okurken yalnız da değilsinizdir hani. Rüzgâr açar size sayfaları. Sayfalarını açacağımız kitap yaza uygun olsun istedim.
Okumaya sevdalı yürekler valizin bir köşesine üç beş kitap yerleştirir. Nereye giderse gitsin kitabı yanından ayırmaz. Gerçi yaz mevsimi kâinat kitabının da okunduğu mevsimdir. Çocuklar mahalle camisine koşarlar. Kuş cıvıltılarına karışır çocukların sesleri. Pek çoğumuz Kuran okumayı yazın öğrenmişizdir. Bu güzel geleneğimiz devam etmeli, ettirilmeli.
Bir kitaptan altı çizilebilecek satırları kendimce kısa yorumlar ekleyerek paylaşalım istiyorum bu yazımda. Bazen bir kitabı yeniden okumak yerine ciddi bir okuyucunun aldığı notları, altını çizdiği satırları okumak daha faydalı olabilir. Edebiyat alanındaki çalışmalarıyla tanıdığımız Rauf Mutluay’ın kitabını birlikte okumaya ne dersiniz?
“Kamus-i Türki’ye bakıver. Lügatte kahramanlık olmaz.” (Mutluay, 1997:7) diyor Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan. Ne kadar da haklı. Yazar olsun, okur olsun mutlaka kelimenin doğrusunu öğrenmeliyiz.
“Kırk yıldır yazı yazdığım halde tek bir dize bile kurmaya yeltenmediğim için şiire yeteri kadar saygılı olduğumu iyi biliyorum.” (Mutluay, 1997:47) diyor yazar. Keşke herkes bu saygıyı gösterebilse. O zaman bu ülkede “Her üç kişiden dördü şair olmazdı.”
“Kalebodur/Seramik budur. Mobile güven/Gerisini merak etme sen. Pepsi/Yaşamanın zevki. Lavamat/Oh ne rahat/ Seninle güzeldir hayat.” Şimdi bunlara şiir mi diyeceğiz? Şiiri bu derekeye indirmeye kimin hakkı var? Memed Fuat’ın da dediği gibi slogandan şiir olmaz ama şiirden slogan olur…
Hepimiz çağımızdan sorumlu değil miyiz?
Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati” yazısından gözlerimizi fal taşı gibi açması gereken bir tespitine de yer veriliyor kitapta:
“Fecir saati, Müslüman için rüyasız bir uykunun sonu ve yıkanma, ibadet, neşe ve ümidin başlangıcıdır. Birçoklarımız için fecir şimdi gecedir ve birçoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağızlar çarpılmış, bacaklar bozuk, çarşafa dolanmış kıvranırken buluyor. Artık geç uyanıyoruz.” (Haşim, 1969:102-105)
“Vazife, içinde bulunduğumuz zamanın bizden istediği şeydir.” (Mutluay, 1997:56) diyor Goethe. Hepimiz yaşadığımız çağdan sorumlu değil miyiz? Tanıklığımız içinde bulunduğumuz vakte değil mi? Kutlu kitabımız “Her ümmet yaşadığı çağdan sorumludur” buyurmuyor mu?
“Bütün ordulardan daha güçlü bir tek şey vardır. Vakti gelen fikir.” (Mutluay, 1997:96 ) der Voltaire. Siz ne dersiniz? İnsanlık tarihi bunun örnekleriyle dolu.
“Mezar çukuruna gelince sıra, en dayanıklı başlar hıçkırıkla eğilir.” (Mutluay, 1997:98) Ölümsüz gerçeğin karşısında kim durabilmiş bugüne dek? Deli Dumrul dahi “Etme, eyleme Azrail!” dememiş miydi?
R.J. Emerson “Eğitilmiş bir köpek başka bir köpeği eğitemez.” (Mutluay, 1997:112) diyor. İnsanın kendi farkına varabilmesi için müthiş bir ikaz. Her şey emrine verilmişken aymazlığı ne zamana kadar sürecek insanın?
Geçmişe Duyulan Özlem
Çoğumuz geçmiş günleri özlemişizdir. İçimizin cız ettiği zamanlar olmuştur mutlaka. Yazar bu duygularını yıllar evvel kaleme aldığı bir yazıda şöyle ifade etmişti:
“Eskiden vaktimiz yok, rahatımız çoktu. Ateşi yakar, mangalda, acemocağında küle gömerdik. Bahçedeki çeşme buyruğumdaydı. Lambaları ayarlar, geceleri idare ile yetinirdim. Börek, baklava kendi açtığım yufkayla olurdu. Yumurta bahçedeki kümesten, süt-yoğurt karşı komşudan gelirdi. Yorulurdum ama korkusuzdum. Şimdi vaktim çok, dirliğim yok.”
Eski çağlarda insanların savaşırken bile adaleti elden bırakmadığını da; “İster Battal Gazi söylencesini okuyun, ister şövalye romanlarını. Hz. Ali cenklerini dinleyin, ister Homeros’un İlyada’sını. Bütün çarpışmaların karşılıklı, teke tek, eşit olanaklarla yapıldığını görürüsünüz.” (Mutluay, 1997:128) cümleleriyle anlatıyor okura.
Ömür Dersleri
İnsanların daldıkları uykudan uyanmaları için Namık Kemâl’den bir beyit de yer almış kitapta:
“Kilâbı zulme kaldı gezdiğin nazende sahralar/ Uyan ey yareli şir-i jiyan bu hâb-ı gafletten.” (Gezip dolaştığın yerler zulüm köpeklerine kaldı; ey yaralı aslan bu dalgınlık uykusundan artık uyan!)
Ne dersiniz insanlık daldığı uykudan uyanabilecek mi? Atabilecek mi üzerindeki ölü toprağını? Biz “Yaz Dersleri” dedik ama siz bunu “Ömür Dersleri” olarak okuyabilirsiniz.
Yaz biter, kavurucu sıcaklar yerini serinliğe bırakır, her şey kendisine tayin edilen işi yapar. Önemli olan bizim ne yaptığımız, ömrümüzü nasıl geçirdiğimizdir. Yaz mevsiminiz, yazınız, yazgınız güzel olsun.
Yazarımızın bu yazsısı Bayrak Dergisinin Temmuz 2019’daki 1304. Sayısında yayınlanmıştır.
KAYNAKÇA
MUTLUAY, Rauf (1997), Yaz Dersleri, İyi Şeyler yayıncılık, İstanbul.
HAŞİM, Ahmet (1969), Bize Göre, Devlet Kitapları, İstanbul.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.