
Songül Kundakçı Cansız
Yaşasııın, Tüketiyorum, O Halde Varım!
Her zaman söylerim; mayıslar güzeldir, mayısları severim ben. Mayıs emektir, üründür, bahardır, güzelliktir çünkü.
Mayısın ikinci pazarı da Anneler Günü.
Anneler gününde annesizim, pek çoğu gibi… Kararsızım bir şeyler yazsam mı yazmasam mı diye. Yaşım ilerledi artık, ben de bir anneyim ama hüzünlenmekten kendimi alamam her anneler gününde.
Türk Dili mezunuyum ya, alışkanlık, sözlüğe baktım “anne” kelimesi için ne yazmışlar diye: çocuğu olan kadın, ana, yazmışlar. Eski Türkçede “ög” kelimesi “anne” demektir. Annesi olmayanlar da “öksüz” dür biliyor muydunuz? O öksüzlerden biri de benim.
Mayısın bir güzelliği de anneler günü demeyi isterdim ama dilim pek varmıyor. “Cennet annelerin ayakları altındadır” diyen bir dinin evlatları için cennetin anahtarı olan anneler, bir güne sığdırılabilir mi? Evladın annesine görevi bir gün, o da bugün öyle mi?
Vahşi kapitalizmin özel günleri bunlar. Güne gün eklenir ha bire: Şatafatlı Giyinme Günü, İstediğin Şeyi Yeme Günü, vs… Kutlanacak günler bitmez. Bunlar bizde yok diyeceksiniz ama otuz yıl önce Sevgililer Günü de yoktu. Atalarımızın “deliye her gün bayram” dedikleri hesap neredeyse her gün bir kutlama var; hediye alma günleri yani. Yoksa kapitalizmin çarkları dönmez.
Günler önce başlar Anneler Günü hazırlığı. Nerede? Kapitalizmin mabedi alışveriş merkezlerinde. Vitrinler albenili… Kutsal mabetler boş ama kapitalizmin mabetleri tıklım tıkış.
En kıymetli varlığımız, kutsalımız anne, tüketime yönelik bir meta oluverir Mayıs ayında. Anne, artık iki hafta reklam, afiş ne varsa başrol de; ya sonra? Sonra adı yok. Hâlbuki annelerin çoğu hediye değil, çocuklarının karnını doyuracak bir lokma ekmek peşinde.
Bu yıl covid-19 sebebiyle alışveriş merkezleri kapalı ama korona virüsle beraber online alışveriş artmış; salgının şiddeti durduğu için ilk açılacak yerlerden biri AVM’ler imiş. Medyada reklamlar, vatandaşı hedef almış en yumuşak noktasından, yani anasından; gözü, kulağı, beyni, duyguları neresi olursa her yerden etkilemeye çalışıyor; bir büyücü gibi maharetiyle. Yüreğinize, ruhunuza, aklınıza yumuşacık seslerle, en güzel görüntülerle ulaşıp size fark ettirmeden bilinçaltınıza yerleşiyor ve fısıldıyor:
Bu günler kutlanmalı, kut-la-na-cak, kutlaaaa!
Zihinleri öylesine işgal ediyorlar ki “Yaşasııın, tüketiyorum o halde varım!” kafasındaki kalabalıklar, hipnotize olmuş gibi koşuyor alışveriş merkezlerine, sürü sürü. Olmazsa olmazlarımız sanki bu günler. Reklam sektörünün hedefinde önce çocuklar sonra kadınların bilinçaltı var. Bu demektir ki özel günler adı altındaki hediye alma günlerinde böyle iki kuvvet karşısında erkeklerin hiç mi hiç şansı yok. Adamcağızın parası varsa ne ala, yoksa mutlu, huzurlu günlere elveda.
Herkes bu atmosferde annesine, eşine hediye alma kaygısında, sanki Allah’ın emri. Allah’ın emri ana-babaya itaat, saygı, sevgi.
Aaa, özel gün bunlar, kutlanmaz olur mu, bir küçük hediye olsun alınmaz mı? Al, al, al… Aldık. Evler kullanılmayan ihtiyaç fazlası eşya doldu.
Biz böyle evlerde büyümemiştik hâlbuki.
Eskiden el öpme ve çiçek olan Anneler Günü hediyesinde çıta, her kadının hakkı sözüyle pırlantalara kadar yükseldi. Anneler Günü bahanesiyle çılgınlığa dönüşen bir tüketim bu.
İki gönül bir eve de sığmıyor artık para yoksa, çok yazık. Türk dizilerinde gördüğü yalılar, villalardaki gibi lüks bir hayat düşlüyor insanlar; bulamayınca da mutsuz, huzursuz. Birkaç gün Esra Erol, Müge Anlı seyredin, anlarsınız. Onlar seyredilir mi demeyin, seyredin. Ben emekli olunca seyrettim, şaştım kaldım. Siz de korona günlerinde seyredin ve Türkiye’nin ahlak karnesini görün. Görün de saçınızı başınızı yolun. O çocuk doğurmuş ama anne kutsiyetini kaybetmiş, her şeyi ayağının altına almış kadınların, annelerin durumunu üzüntüyle, şaşkınlıkla, ibretle, tiksintiyle seyredin.
Bunlar kurgu değil gerçek, bizim acı gerçeğimiz. Bir an önce çare bulunmazsa çok geç olacak.
Özel günün adını koyan da nasıl kutlanacağını belirleyen de aynı izm: Kapitalizm.
Kapitalizm ve tanrısı para, fark ettirmeden dünyaya istediği gibi yön veriyor.
Bütün kabahat Napolyon’da mı ne?
“Para para para” demeseydi böyle olmazdı belki de. En güzeli Rüçhan Çamay’ın “para para para” şarkısını dinlemek, güftesi, bestesi harika, güzel de söylüyor hissederek:
“Gariptir insanoğlu neler yaratmış
Yarattığı her bugün dünü aratmış
Aklı ile her şeyin sırrını bulmuş
Kendi yarattığı putun kölesi olmuş
Para, para, para
Varlığı bir dert yokluğu yara”
Para tuzağı bu günler ve para hırsına bu kadar odaklı bir hayat tarzı hangi dinin, kültürün, medeniyetin eseri? Bizim olmadığı açık.
“Para dediğin elin kiri” diyen bizden başka millet yok. Tüketim çılgınlığına değil ihtiyaca ve ihtiyacı olana harcanıp giden paradan bahsediyor sevgili atalarımız.
Modern zaman modası her şeyi tüketmek üzere kurulmuş, değerler yerde sürünmekte, erdemin eti çürümüş.
“Düşünüyorum öyleyse varım” diyen Descartes görüyorsa bu zamanı yattığı yerde ters dönmüştür. Ah Rasyonalizm, Determinizm neredesiniz?
Kahrol kapitalizm, hedonizm! Sizin yüzünüzden bu hal.
İzm’lere karşıyım ben aslında, rüzgârı hep Batı’dan eser çünkü. Doğu yönünden de hiç esinti yok maalesef.
Essin de nereden eserse essin diyecek birileri ama Batı’dan gelen hangi esinti bizi ferahlattı? Virüslü sahte esintilerle yakıp yok etti her seferinde.
Ne yapsak, zamanda yolculuk mu yapsak, mazide şen olduğumuz zamanlardan bir şeyler mi bulup getirsek, nasıl etsek? Ona da film değil bilim lazım. O da ayrı bir konu, bizde hem var hem de yok.
Sadece bir gündü anneler için, bu kadar söze gerek yoktu diyenler olacak. Annelere bir gün değil her gün feda olsun. Maksadım konunun beni huzursuz eden farklı yönlerini göstermek.
“Anne” gelecek yazımın konusu olacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.