Biz Bizi Yok Ederiz Bu Eğitimsizlikle
Bu kıymetli Anadolu coğrafyasında var olabilmek için akıllı olmak, ilim sahibi olmak, bilgi toplumu olmak gerek vesselam.
“Coğrafya kaderdir” sözü doğrudur. Eğitim-öğretim, aklını kullanan, ruhunu kaybetmemiş, coğrafyanın makus kaderini değiştirecek bilgili insanlar yetiştirirse “Coğrafya kader” olmaktan çıkar.
Atalarımız böyle yurt tutmuş Anadolu’yu.
Herkesin gözünü diktiği bu zor coğrafyada kalıcı olabilmek, her alanda güç sahibi olmayı gerekli kılar.
Bunun için olmazsa olmazımız ne olmalıdır?
Bence bilgiyle taçlanan yiğitlik…
Oğuz Kağan, bilgili ve yiğitti. Fatih Sultan Mehmet, bilgili ve yiğitti. Mustafa Kemal Atatürk, bilgili ve yiğitti.
Tarihte bu kadar büyük devletler kuran Türk milleti, bu devletlerin yıkılış acısını da yaşamıştır. Geçmişimiz geleceğimize yön verir, bize ders verir.
Uygur Türklerinde bilgi vardı, askeri güçten vaz geçtiler Budist oldukları için ve güçlerini kaybettiler.
Osmanlı müspet ilimlerden vaz geçti, geriledi, zamanın ruhundan uzaklaştı, yıkıldı. Yıkıldı ama kendi gitti, adı kaldı yadigâr.
Çevreme bakıyorum: Osmanlı Lokantası, Osmanlı Pansiyon, Osmanlı Kebap, Osmanlı Döner, Osmanlı Kuru Temizleme, Osmanlı Döviz… Saymakla bitmez, daha neler neler… Sırada Selçuklu dizisi var.
Bu diziler uyanışa mı vesile olur, yoksa tarihin ninnileriyle zamandan koparıp uyutur mu bilmem?
Kitap okumayan yurdum insanı tarihini dizilerden öğrenmenin heyecanında ve bir zamanlar ne büyük milletmişiz gururunu yaşamakta. Galiba güçlü devlet özleminin ifadesi bunlar.
Mehmet Akif Ersoy “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz: Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!” der şiirinde.
Evet, bir zamanlar çok büyük devletler kurduk. Devlet kurma geleneğimiz var ama bir de o devleti korumak ve yükseltmek var. Yıkıldığı için yeni devletler kurduk.
Osmanlı sarayının yanından bile geçemeyecek insanlar, dizilerde gördüklerinden etkilenerek kendilerini dizi karakterleriyle özdeşleştiriyor. Bu da bir başarıdır, tarihimizle barışmamız lazım elbette.
Ama bizim zamanın ruhuna uygun başarılara ihtiyacımız var. Bilim, sanat, askeri güç anlamında yeni başarılar, yeni hikâyeler olmalı. Coğrafyamızın kaderi ancak bu başarılarla güzelleşir.
Hâlbuki çoğu kimsenin övündüğü tek şey sadece Osmanlı torunu olmak. Yaptığımız şey; arabaya, bardağa, fincana, profil fotoğrafına Osmanlı tuğrası koymak.
6 asır süren koca devleti anlamayıp bu kadar basite indirmek…
Bu insanlar devletin kuruluş felsefesini bilmekten de çöküşün sebeplerini anlamaktan da uzaklar. O halde nasıl uyanacaklar?
Elbette eğitimle…
Bu millet ancak bilgi toplumu olmakla kurtulur. Gözümüzü dünyadaki gelişmelere çevirmemiz lazım.
Amerikalılar Ay’a tekrar gitmeyi, Ay üzerinden Mars’a gidişi olan dönüşü olmayan insanlı seferler düzenlemeyi amaçlıyor haberleri vardı korona virüsten önce. Elon Musk bu konuda çalışıyormuş. Bu çalışmalar devam ediyordur. Korona var diye çalışmalar duracak değil ya…
Bu arada Marsa gidecek olanlar dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olacaklar, çünkü dönüşü olmayan bir sefermiş bu. Gidişin olsun da dönüşün olmasın, bedduasına kimler uğramış, bekleyip göreceğiz.
Çin Marsın etrafında dolanacak uzay aracını gönderdi bu arada.
Biz mi? Bizim adımız böyle başarılarda yok.
Asıl soru şu: Bizim adımız böyle başarılarda niye yok?
4-5 yıl önce sinemada Marslı ismini taşıyan bir film seyrettim, çok beğendim. Aynı adı taşıyan bir romandan hazırlanmış filmin senaryosu.
Filmde öldü zannedilerek tek başına hem de yaralı bir halde Marsta bırakılan bir biyoloğun yaşam mücadelesi anlatılıyor. Azmin zaferinin öyküsü.
Marslı romanının yazarının hayal gücüne hayran kaldım. Bu tür hayalleri gerçekleştirmek için çalışanlar mutlaka olur çünkü. “İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." der Yahya Kemal Beyatlı.
Marslı filmini çok beğendim ama bir yandan da içim burkuldu, üzüldüm. Zira bir öğretmen olarak okulların, eğitimin ve öğrencilerimizin durumunu biliyorum.
Bu film ne anlatıyor, dünya neyle uğraşıyor, biz neyle?
Ülkemde maalesef siyaset batağı sivri ve ayrıştırıcı diliyle insanları içine içine çekerken; en basit meselede bile futbol taraftarı gibi karşı karşıya gelirken, eğitim-öğretim yuvası olması gereken okullarımız liyakatsiz idarecilerin keyfi uygulamalarının kısır döngüsündeyken, ödüller yolunu şaşırıp çalışmayan öğretmenlere giderken, koronavirüs sebebiyle özel okullar eğitime devam edip devlet okullarında eğitim dururken…
Saymakla bitmez bu örnekler. Ben çalıştığım okulda her yıl biraz daha eğitimin kötüye gittiğini içim acıyarak gördüm. Hatta okul müdürüne gidip okulda eğitim-öğretim kalmadığını, önceki yıllarda öğrettiğimiz bilgilerin onda birini bile öğrencilerin öğrenmediklerini söylediğimde müdürün verdiği cevap meselenin vahametini gösterdi:
“Haklısınız hocam ama Milli Eğitim (il ve ilçe müdürlüğünü kastediyor) bize öğretin demiyor. Geziler, programlarla oyalayın, diyor” dedi. Gördüklerimden huzursuz olduğum ve mesleğimi hakkıyla yapamayacağımı gördüğüm için ben o yıl emekli oldum.
O halde koronaya ne hacet? Biz bizi yok ederiz bu eğitimsizlikle, ediyoruz da. Başka düşmana gerek yok.
Yok etmemek ve yok olmamak için bize akıl lazım, irfan lazım, ilim lazım.
Sosyal medyada bir söz gördüm, bana da doğru geldiği için sizlerle de paylaşmak istedim: “Bir mümin ile bir kâfir denize girse, sadece yüzmeyi bilen kurtulur. Allah cahilleri kayırmaz. Bundan dolayı da cahil Müslüman boğulur, yüzmeyi bilen kâfir kurtulur.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.