Songül Kundakçı Cansız

Songül Kundakçı Cansız

Mayıslar Emekle Güzeldir

Mayıslar Emekle Güzeldir

Alın teriyle çalışanlar için

Mayıslar güzeldir; mayısları severim ben. Doğa iyice güzelleşir mayıs ayında, adı gibi doğurganlaşır. Bin bir türlü dezenfektanla korona virüsü öldürelim diye foşur foşur yıkayarak doğayı zehire boğsak da o cömertçe verir ürünleri; tezgâhlarda sebzeler meyveler yerini almaya başlar. Pazarcılar müşteri görmekten mutlu, avazı çıktığı kadar bağırır: - Geelll vatandaş geelll!.. Her derde deva; bakla, bezelye, fasulye!..

Karşıda başka bir pazarcı çağırır: -Organik bunlaar, geelll kim olursan ol geelll! Koronaysan gelmeee!.. Kabak, yaprak, soğan, çarliston; taze taze!..

Çilek tezgâhındaki satıcı biraz sırnaşık: - Geelll geell, çileek, virüse çare, güzellere bedava!..

Mayıs, böyle güzelliklerle, üretimle gelir. 1 Mayıs emeğe ve işçiye, aileye, huzura saygıdır. İşçinin alın teri kutsaldır bizim medeniyetimizde. Peygamberimizin sözüyle hakkı güvence altına alınan işçiye bayram yakışır. Kutlu olsun 1 Mayıs!

İlâhî yasadır: “İşçiye ücretini alın teri kurumadan veriniz!”

Emir büyük yerden… Dinlememek mi? Olmaz, çarpılırız maazallah…

Dinlemeyen var mı? Evet, maalesef…

Bir ünlü romandan pencere açayım işçi konusuna. Victor Hugo’nun Sefiller romanının kahramanı Jean Valjean, bir işçidir. İşsiz kalınca açlıktan bir somun ekmek çaldığı için kürek cezasına çarptırılır. Kaçma teşebbüslerinden dolayı cezası sürekli olarak katlanır ve 19 yıl aradan sonra çıkabilir cezaevinden. Topluma düşman, kin ve nefret doludur; çünkü adalette merhamet yoktur. Dışarda da içerdeki kâbus dolu günler devam eder Jean Valjean için.

Victor Hugo’nun bu romandaki tezi: “İnsanı suça toplum iter.” Haklıdır da.

İslam inancında aç kaldığı için ekmek çalanın cezası yoktur. Suçlu, aç bırakandır. Atalarımız her derde deva, bu konuda da sorunu görmüş,  olayı çözmüş: “Aç bırakma hırsız edersin.” Tıpkı Jean Valjean gibi…

Üç kuruşa zor şartlarda çalışan bu insanların emeği, günü geldi ideolojilere, sınıf çatışmalarına, siyasete kurban edildi. Yeri geldi alın teri tacirlerine meze oldu masalarda.

Emeğinin karşılığını alamazsa bir insan, duyduğu öfke ve kini en yakınından başlayarak yansıtır bütün herkese. İşte bu yüzden işçiye bayram yakışır; bir gün olsun yüzü gülsün diye.

Alın teri kurumadan verilmeli ki ücreti, işçi çaresizliğin uçurumunda umutsuz kalmasın.  Umut fakirin ekmeği ne de olsa… Umduğu bulduğu olsun. Umuduyla gelsin güven duygusu. Ama nerdeeee! 

Patronların işi tıkırında biliyoruz, varsın olsun. Servet düşmanı değilim ama işçinin de can taşıdığı unutulmasın. İşçinin halini sadece “Ustam geldi sırtıma vurdu unut dedi romanları/ İşçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları” diyen Cem Karaca anlamasın.

İşçiye para verirken “kasa tamtakır” diyen patronlar, parayı kendine harcarken “Bas bas paraları Leyla’ya” kıvamında hareket ederse olmaz, olamaz, olmamalı. İşçinin işi tıkırında değilse bir ülkede merhamet olmaz, merhametsiz adalet olmaz, adaletsiz topluma huzur gelmez.

Ne Amerika ne Rusya ne Çin; ne kapitalizm ne komünizm ne de daha bilmem ne izm’ler işçiye hakkını vermedi şimdiye kadar. Kullandı, attı kenara aç sefil, hasta ve mutsuz. O, hep işçi parçası olarak kaldı gözlerde.

İslam dini verdi o hakkı işçiye, merhamet dini. Bu hakka uyulursa ortalık olur güllük gülistan. Ya uyulmazsa?

Para kazanmak güzeldir elbette; ama yollar önemli. Bu yolun biri helalden geçer, biri haramdan. Cennet ve cehennem aynı zamanda işçinin alın terinde, kul hakkında.

“Bir zenginin cennete girmesi bir devenin iğne deliğinden geçmesinden zordur.” demiş Hz. İsa. Eyvallah! Anlayana…

İyi ki varsın ilahî adalet! Mizanda kefenin bir gözüne alın teri konacak ya öbür kefede ne olacak? İnsanın çalıştığından başka neyi var götürecek?

Çaresizliğin uçurumunda bırakılan işçilerin verilmeyen alın teri, tacını takıp korona virüs olarak geldi, demek geliyor içimden.

İşçiye gelince kimsede para yok.

Para nerede, diye sorsan utanmasalar neredeyse  “İnek yedi, dağa kaçtı, dağ da yandı bitti kül oldu.” diyecekler. O halde sen de yan o yangınlarda. O halde sana da emek yok. Hadi buyur, şimdi kazan kazanabilsen. İşyerleri kapalı. Yok diye diye gerçekten yok oldu. Hani para? Korona patronları eve soktu, pencereden onlara ağız göz oynatıp nanik yapıyor.

Patron artık korona, ne denir ki? 

Korona karşısında herkes eşit, çok şükür… Yaşasın eşitlik!

Böyle virüsle anlamasaydık keşke eşitliği. Gerçi anlayabildik mi ki?

Korona gelmeden alın terinin kıymetini anlamayanlar koronadan sonra kıymetini yeterince anlar mı?  

Ya koronadan sonra gelecek ekonomik krizle emekçinin hali ne ola?

İşte o zaman işçiyi, emekçiyi Mevla’m kayıra!

Sefiller romanında da Jean Valjean, bir din adamının yaklaşımıyla doğruya ve huzura kavuşur. Romanda Jean Valjean’ın yolu, bir piskoposla kesişir. Piskopos, onu bir mahkûm olarak değerlendirmez ama ona yatak ve yemek verdiği halde Jean Valjean, minnet duymak yerine piskoposun gümüşlerini çalar ve yakalanır. Piskopos, polislere Valjean’a şamdanları kendisinin verdiğini söyler. Tekrar mahkûm olmaktan kurtulan Valjean, iyi niyetini suistimal ettiği halde merhamet gösteren din adamından etkilenir. Hayatını iyi, dürüst ve namuslu biri olarak sürdürmeye karar verir.

Bizim edebiyatımızda da işçilerin halini, din adamlarının muazzam rolünü anlatan dünyaca ünlü bir eser çıkar inşallah.

Mayısın her günü ayrı bir yazı konusu, nasip olursa sırada öbür günler…

Not: Sefiller okumak için iyi bir seçim olur.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Songül Kundakçı Cansız Arşivi