Kimler geldi, kimler geçti?
“Evden çıkma, hayat eve sığar” günlerindeyiz. Evde hayat var da insanlarda o hayata dayanacak hal kalmadı. Dışarı çıkarsan ya paran ya canın çıkar ya da ikisi birden. Vatandaşın hali Orhan Veli’nin “Delikli Şiir”ndeki gibi:
Cep delik, cepken delik,
Kol delik, mintan delik,
Yen delik, kaftan delik,
Kevgir misin be kardeşlik !
Bir de dışarı çıkıp 3.186 lira para cezası yerse olur tımarhanelik. Nasıl ödeyecek bilmem, o da bilmez zaten; para pul yok, bir kuru can… Vatandaşın “yok”ları çok. Hıfzıssıhha Kanunu bu, yapacak da bir şey yok. Devlet büyük… Biraz daha sığmaya çalışalım, sığınmaya devam edelim eve; yoksa alimallah başka yere sığdırırlar adamı.
Bugünler şair ve yazarları okumakla, hayata onların gözünden bakmakla daha kolay geçer. “Otuz Beş Yaş” şiirinin şairi Cahit Sıtkı Tarancı, ne hoş söylemiş:
"Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Bu hayatta halden anlayan yok, anladım, anladık.
Elbette hükmümüz geçmez doğan güne; günü bırak, saniyesine bile, anladım. Zamanın sahibi var çünkü.
İyi hoş da Muhsin Yazıcıoğlu’nun dediği gibi “Bir saniyesine bile hükmedemediğimiz bir dünya” da yaşarken niye halden anlayan yok, işte onu anlamadım.
Hâlbuki başkalarının haliyle hâllenmek değil miydi insan olmak?
Şu ramazan günlerinde fukaranın haliyle hâllenmek için değil midir akşama kadar aç kalmak?
Bizim kültürümüzde, inancımızda insan insana şifaydı; o halde niye bu halden anlamamak?
Ah bu materyalizm, kapitalizm… Siz misiniz yoksa sebep. Ey hümanizm, nerdesin? Sesi çıkmıyor, acı bir kayıp!
Bu virüslü doğan 2020’nin virüslü günlerine şu güzelim kokulu bahar aylarında şahitlik edip koronayla (taçlı virüs) yatıp covid-19’la kalkarken, çaresizlik bize kendini sık sık hatırlatırken, sönen canlar televizyon ekranında birer rakam olurken, beynimiz önce can sonra canan mesajı yollarken hiç tanımadığı insanlara bakıp çoğalacak kaç insan var, bilmem ki…
Nisan ayındayız, burcu burcu portakal çiçeği kokar bu ayda Çukurova. Hızır ölümsüzlük suyunu burada arar, İsa’nın nefesi burada gezer dense yeridir. Çukurova’nın cennete benzediği bahar günleri, Nefi’nin anlattığı güzelliktedir:
“Esti nesim-i nev-bahar, açıldı güller subh-dem.
Açsın bizim de gönlümüz, sâki medet, sun câm-ı cem.
Erdi yine ürd-i behişt oldu havâ anber-sirişt
Âlem behişt-ender-behişt her kûşe bir bâğ-ı İrem”
Bu güzel mevsimde evden çıkamasanız bile balkona çıkıp kokusunu içinize çekin portakal çiçeğinin. Başınızı gökyüzüne kaldırın, kuşların en dindarı hacı leyleklerin göçünü seyredin. Ben yaptım, içim sevinçle doldu. Hayat ne tatlı, tabiat ne güzel!
Covid-19, insanlara yaptığını tabiata yapamamış. Biz eve ve içimize kapanırken tabiat olanca güzelliğiyle açılıp saçılmış ama yalnız. Tabiata güzelliğini anlayacak insan gerek. İlhan Geçer, insansız doğayı sevimsiz bir resme benzetir:
“Her şey insanla güzel,
Doğan güneşe karşı gerinen evler,
Mavi rüzgârların koştuğu sokak.
İnsansız olursa sevimsiz resim gibi
Dal uçlarında göveren bahar,
Tarlada boy veren o altın başak.”
Bu hastalıklı günler geçecek, sıkıntılar bitecek dedim kendime. Geçmeyen, bitmeyen ne var ki şu dünyada! Ajda Pekkan da öyle söylüyor zaten: “Kimler geldi, kimler geçti” Geçer elbet, biter bu virütik hastalık.
Edebiyatta ferman dinleten Servet-i Fünun dönemi bile bitti. Hastalıklı bir duyarlık içindeki Servet-i Fünuncular “verem edebiyatı” yaptığı için mi dağılıp sona erdi yoksa? Olamaz, çok saçma bir yorum deme, bıkar insan sürekli mızmız hastalık halinden.
Arabesk müzikte “Bıktım artık yaşamaktan” diyen “Baba”lar hâlâ tahtında ama. Müslüm, “Yakarsa bu dünyayı garipler yakar” diye seslenir, öteki âlemdeyken bile gişe rekorları kırar. Gariplerimiz çok olduğu için mi sevilir Müslüm, niye bıkılmaz?
Ben de evden kalmaktan, koronadan, maskeden, yasaklardan bıktım... bıktık.
Bugün aklıma “Okullar olmasa bakanlığı ne güzel idare ederdim.” cümlesi geldi. Malum okullarda eğitim-öğretim yok korona sebebiyle. Sanki bugünler için söylenmiş. Merak ettim, böyle bir sözü Hasan Ali Yücel hangi sebeple söylemiş, okullardan niye bıkmış, diye. Araştırınca şaşakaldım. Yıllar önce Hasan Ali Yücel’i söylediği bu sözden dolayı eleştiren yazılar okumuş, konuşmalar dinlemiştim. Söylememiş, galat-ı meşhurmuş meğerse. Yazık ki Hasan Ali Yücel’in muarızları onun günahını almış.
İşin doğrusunu Millî Eğitim Bakanlarımızdan Nabi Avcı’nın Bab-ı Ali toplantılarındaki konuşmasından öğrendim. Sözün doğrusu şu:
Osmanlıda eğitimin temelini medreseler oluştururken büyükelçiliklerin kanadı altında faaliyet gösteren sınırlı sayıda özel okula daha çok mektep ifadesi kullanılırmış. 1908’de Maarif Nazırı olan Emrullah Efendi’nin başını bu mektepler çok ağrıttığı için Emrullah Efendi “Şu mektepler olmasaydı, ben bu maarifi ne güzel idare ederdim.” demiş.
23 Nisan’la gelen 4 günlük kısıtlı sokağa çıkmanın ardından 1 Mayıs’la 3 güncük daha geldi. Sokağa çıkmak yasak.
Yasaklar bahanesiyle insansız caddeler, sokaklar şahane. Ama ya yetkililer de “Herkes evde kalınca ülke idare etmek ne güzel oluyor.” diye düşünüp korona yasaklarını uzatırlarsa maazallah!
Önümüzde daha bayramlarımız var; 19 Mayıs ve Ramazan Bayramı. Eyvah eyvah! Sokağa çıkma yasağı devam edecek demektir o halde.
Madem devletimiz böyle karar almış bizleri düşünerek, uyarız. Çocuklara, işçilere bayram yakışırdı, onlar da seneye kutlar. Ama ya önümüzde bayramı yaklaşan gençler ve Müslümanlar nasıl kutlayacak? İnşallah hepimizin bayramı bayram ola!
Bayramlara hep birlikte çıkmak dileğiyle sevgili okurlar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.