Kim Bunlar?
Dünyada bir emek edip emeğinin karşılığını yiyenler var, bir de onların emeğini sömürmek için fırsat kollayanlar…
Çocukluğumda bizim evde rahmetli annem ve babamın en hassas olduğu konu bize helal lokma yedirmekti. Kul hakkının, komşu hakkının, kardeş hakkının, yetim hakkının önemini onlardan gördüm, öğrendim.
“Hakkın olmayanı sakın yeme, hakkın olmayana zinhar el sürme” tembihiyle büyüdüm. Çocukluk hali, ara sıra sahipsiz bahçelerden yediğimiz birkaç incir için annem günaha girdiğimiz için telaşlanır, ekene dikene Fatiha okuturdu affolalım diye. Hafazanallah yoksa yediğimiz zehir zıkkım olur, içimize ateş dolardı.
Ben böyle büyüdüm. Başkasının hakkının, alın terinin, emeğinin, zekâsının kazancını yememeyi öğrendim.
Peki, öğrenmeyenler ya da öğrenip de bilgisiyle amel etmeyenler yok mu?
Yok olsa keşke ama maalesef çok. Bunlar her yerde; ailede, akrabada, arkadaşlar arasında, çalışma hayatında, iş dünyasında, basın-yayın-edebiyat dünyasında, üniversitelerde…
Kim bunlar?
Bunlar kısa yoldan zengin olmak, kolayca tanınmak, kariyer sahibi olmak, ünlü olmak vb. sebeplerle her yolu yol kabul edenler... Çevrenize bakın, göreceksiniz. Örnek çok:
Yazar Ferit Edgü’nün kitapları bir yayıncılık tarafından “korsan bandrolle” basılmış. Ferit Edgü öfkeli, dert yanıyor kayıpları karşılanmadığı için.
Bir profesör başka birinden aşırarak kitap yazmış.
Uğur Mumcu’nun dediğine göre İhsan Doğramacı bile “Annenin El Kitabı” adlı eserini, Benjamin Spock’un “Baby and Child Care” adlı kitabından birebir tercüme etmiş.
Örnekler ne yazık ki fazla.
Adanalıların deyişiyle durum abar abar abaariiii!
Dürüstlük yoookkk, yağma çoookkk.
Para, eşya çalan hırsız da bilgi çalan hırsız değil mi?
Nâzım Hikmet’in şiirinden şu mısralar:
“Ben ki ne halkın alın terinden on para çalmışım
Ne de bir şairin cebinden bir satır”
Anlayacağınız emek ve alın teri tacirleri ve hırsızları her alanda, her yerde var.
Bir eseri yüzünden Hüseyin Rahmi Gürpınar mahkemeye verildiği zaman hâkimlere “Kitaplarımı yığsanız mahkemenin çatısını aşar.” demiş. Yazar kendine, kalemine güvenince böyle konuşur. “Bilgi kuvvettir.” İşte yazar, işte eser.
Böyle büyüklerin yanında, zamanında kendini erişilmez bir dâhi ve Türk şiir kralı olarak lanse eden Florinalı Nâzım gibi sözde büyükler de var. Beşir Ayvazoğlu’nun kitabından okumasak sözde Türk şiir kralı Florinalı Nâzım’ı tanımayacaktık. Hani eser, hani yazar?
Hal böyle olunca birileri de çıkar, maskeleri düşürür. İntihal ve ilham hırsızlarını göstermek için “Maskeler Düşerken” başlıklı bir zeyl hazırlayan Ercüment Behzad gibi.
Anlayacağınız sadece bu zamanın değil aslında her devrin virüsü olan böyle insanlar var. Ortalık yamyam kaynıyor adeta. Emeğe ve alın terine vahşi saldırılar…
Kendimden örnek vereyim: Bütün gün çalışırsın; bulaşık, çamaşır, yemek, temizlik… Ev hanımısın sonuçta. Akşam her iş bitince oturup çalışmaya, yazmaya başlarsın. Sen kılı kırk yararak uğraşır, yazını emek emek, ilmek ilmek işlersin. Bazen uykusuz kalırsın, vakit gece yarısını geçer. Kılı kırk yararak, kaynağından bilgileri araştırırsın ve bunları yazında kaynağıyla gösterirsin. Çünkü ahlâk bunu gerektirir. Ama birileri çıkar, sizden aldığı bilgileri evirir çevirir; adınızdan ve eserinizden hiç bahsetmeden yazılar yazarsa üzülürsünüz elbette.
Herkesin bir esin kaynağı vardır. Beğendiğiniz bir şeyden esinlenebilirsiniz ama kap kap yapamazsınız.
Beğendiyseniz alıntı yapabilirsiniz ama aldığınız eseri ve yazarı söyleyerek. Hadi söylemedin, bari bir tırnak işareti kullan da senin cümlen olmadığı anlaşılsın.
Bir kişinin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanamazsın.
Başkasının çalışmasının, zekâsının ürününü kendisi için hazırlanmış sayıp hazıra konanlar, üretemeyenlerdir.
Anlaşılan şudur ki sizin yazdıklarınızı size değil kendine yakıştırmıştır.
Bir de kendi yazdığını başkasına yakıştıranlar var. Can Yücel’in yazmadığı birçok şiir sosyal medyada şairin adıyla paylaşılıyor. Yani Can Yücel’den başka bir Can Yücel daha var.
Yakışmaz efendim yakışmaz. Herkes kendi çocuğunu bilir. Sen de bu yaptığın kap kapla bir yere varamazsın. Ya da varırsın ama bir gün boyaların dökülür.
“Emeksiz yemek olmaz.” demiş atalarımız.
Olmaz ama oldurmuşlar işte. Bulmacadan al haberi, “Emeksiz sağlanan gelir” sorusunun 4 harfli karşılığı “rant”mış, argodaki karşılığı da “avanta”
Hayret eder, şaşırır ve kendi kendinize sorarsınız:
Bu ne rahatlık?
Kendini ederinden değerli göstermek isteyen bu insanlar kim?
Kim olacak?
Hasta zamanların hastalıklı çocukları…
Ataol Behramoğlu’nun ifadesiyle “Emeksiz zengin olan, Kitapsız bilgin olan”lar…
Avantacılar…
Rantçılar…
Aşırıcılar…
Kolaycılar…
Üretemeyenler…
Ayranım ekşi demeyenler…
Bilgisiz sözde bilginler…
“Ay”ı olmayan aydınlar…
Uğrun uğrun uğrular…
Kürk giyme derdindeki menfaatçiler…
Deveyi hamuduyla götürmek isteyenler…
Köşe kapmak ve köşeyi dönmek isteyenler…
Kendilerini başkalarının süsüyle allayıp pullayıp meşhur olma derdindeki beleşçiler…
İnsanların emeğini “yağma Hasan’ın böreği” zannedenler…
Biliniz ki yağma kimseye hayır getirmez. Hak sahiplerinin bunca yağmaya rahatlığı da buradan gelse gerek.
Herkes ayranının gerçek tadını fark ettiğinde de bütün bu meseleler çözülecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.