Ahlaksızlara Tıbbı Öğretmeyin
Oğlum, duydun mu haberi, dedi.
- Ne haberi?
- Ömer Döngeloğlu korona virüsünden hayatını kaybetmiş.
Yaa, dedim; üzüldüm, Allah rahmet eylesin; ablan da çok üzülecek.
Bizim evde sahur vakti hangi kanalı açalım diye sorunca çocuklarımın tercihi Döngeloğlu hocadan yana olurdu. Onun İslam tarihini adeta yaşayarak anlatması hoşlarına gider bazen de kullandığı ifadeler, Yezit’e verip veriştirmesi onlara tebessüm ettirirdi. Hocanın sevilme sebebi, alçak gönüllü ve samimi oluşu; dualarında hiç kimseyi ve hiçbir yeri ihmal etmemesi, vatansever oluşuydu galiba.
Son konuşmasını dinledim hocanın: “Şu virüs binlerce âlimin, hocayım diye bizim gibi ortalıkta gezen biz hocaların anlatamadığı, anlatamayacağı şeyi şu birkaç ayda anlatmadı mı hepimize? ... Plan yapanların planlarını alt üst etmedi mi Allah? … Şu dünyaya dört elle sarılmaya gerek yok. Rızkımızı kazanalım helalinden, asıl yurt ahiret hayatı.”
Başka söze gerek yok, daha ne desin, ibret almak isteyene.
Tokatlıymış hoca, Zile’den. Zile bana anacığı Dursun dediği halde önden giden Önkuzu’yu çağrıştırdı; 12 Eylül öncesi olaylarda ciğerlerine bisiklet pompasıyla hava basılarak vahşice öldürülen ana kuzusunu. Korona da akciğeri patlatıyormuş. Biri insan biri virüs, aynı işi yapmış. Ne denir?
Allah ikisine de rahmet eylesin!
*****
Televizyon haberlerini dinliyorum.
İstanbul Tıp Fakültesi’nde binlerce öğrenci yetiştiren duayen hocalardan 78 yaşındaki Prof. Dr. Murat Dilmener, korona virüs nedeniyle hayatını kaybetmiş. Haberin devamına inanamadım. Yoksul hastaları parasız tedavi ettiği için yardımsever Dilmener hakkında soruşturma başlatılmış 16 yıl önce ve 500 bin liralık borç çıkarılmış mahkemece.
Allah Allah, neler oluyor memlekette demekten kendimi alamadım. Yoksul insanı yaşatmak için mücadele eden bir doktor ve ona ceza veren kanun adamları. Kanunlar adalet dağıtmazsa nasıl yaşanacak bu hayat? Neyse ki yoksullardan yana tavır alan Yargıtay, dosyayı kapatmış. Buna da şükür.
Keser gibi “hep bana hep bana” diye kendine yontsaydın sevgili profesör, sana soruşturma açılmazdı ama böyle hayırla yâd edilmez, rahmetle anılmazdın o zaman. “Her an iyilik tohumu ek çünkü ekmedikçe hiçbir şey biçemezsin.” demiş Mevlana. Kazanan sen oldun sevgili profesör, kazanan iyilik oldu.
Korona gibi doktor, öldüresiye seviyor..
Her şeyi var edenin insana verdiği onca değere rağmen Diyojen gibi fenerle insanda insanî değer arar olduğumuz bir zamanda yaşıyoruz. İnsanî değer bulduğumuz kimseye de ödül yerine kanunla bir de ceza vermişler ha! Vay babam vay! Adalet dağıtan mahkemenin yaptığına bak. İşiten kulaklar sağır, gören gözler kör, vicdanlar sakat… Bu halle yarınlara nasıl çıkılacak?
Sunucunun dilinde bir taze haber daha: Sevgilisini enjektörle verdiği ilaçla öldüren anestezi uzmanı doktor tahliye edilmiş. Korona gibi doktor, öldüresiye seviyor.
İbni Sina, “Ahlaksızlara tıbbı öğretmeyin.” derken ne kadar da haklıymış, anladık. Ama maalesef onlar da öğrendi, işte sonuç ortada.
Hayırsever Murat Dilmener’e insanı yaşatmaya çalıştığı için ceza veren mahkemeler, 16 yıl sonra, insan öldüren doktora tahliye vermiş; duydun mu? Can alan bir doktor, alışıp da başka kurbanlar da aramaz mı böyle olursa?
Shakespeare’in ünlü tiyatro oyununda Macbeth, uykuda öldürdüğü kral için vicdanının sesinden kurtulamaz ve şöyle der: “Acaba bütün okyanusların suyu elimi bu kandan temizler mi? Hayır; belki de şu elim sonsuz denizleri kana çevirir, yeşil renklerini baştanbaşa kızıla boyar.”
Lady Macbeth, kocasıyla birlikte işlediği cinayetin vicdan azabıyla uyurgezer haldeyken ellerinden hayalî kan izlerini çıkarmaya çalışır: “Çık, melun leke! Çık, diyorum! … “İşte hâlâ kan kokuyor. Arabistan’ın bütün ıtırları şu minicik elin kokusunu temizleyemez. Ah! Ah! Ah!” sözleriyle.
“Artık uyumayın, Macbeth uykuyu öldürüyor!” diye bağırır eserde vicdanın sesi.
Mahkeme seni tahliye etti ama doktor, vicdanından tahliyeyi alabilecek misin bakalım?
Ah korona, senden daha zararlı bizde neler var?
Yüksek Mahkemenin girişindeki bir elinde terazi, bir elinde kılıç tutan ey adaletin simgesi Themis!
Adalet kılıcın kesmez mi oldu?
Biz gözlerin bağlı bilirdik seni, hâlbuki basiretin bağlanmış. Ayakların altındaki kötülük canlandı; elindeki adalet tartan terazinin bir kefesine ayağının altındaki yılan oturdu da terazinin dengesi şaştı. Belki de artık gözündeki bağı açmanın zamanı geldi.
Suç başta taşınır, adalet sürünerek gezerse bunca günahı nasıl bağışlar bizi Yaratan! Cehennemin de cennetin de kapıları açık; insan, cenneti de cehennemi de yanında götürecek.
Virüsten daha tehlikeli olan insanın içindeki virüs: Makam mevki, para pul, sevgili, yiyecek, giyecek, ev, eşya, araba, eş, dost, akraba… Bunlardan hangisi sizin virüsünüz oldu da gerçek düşünceleriniz dilsiz kaldı.
Duydun mu, virüs dünyada 252.950 insanın ölümüne sebep olmuş? Virüs bu, yapar. Ayrıca virüse ne hacet… Asıl haber, insan insanı öldürmüş.
Aynı gök kubbenin altında yaşayıp dünyayı paylaşamayan insanlar aynı toprak altında yatar. Altı da üstü de birse yerin Arif Nihat Asya haklı çıkar şu cümlesinde: “Mezarlıktan geçtim… Ölüleri bir Fâtihâ’nın sevabını paylaşmak için çekişir gördüm.”
*****
3 Mayıs günü, “Türkçüler Günü”; bu yıl oldu “Milliyetçiler Günü”.
Bugün 5 Mayıs ama diyeceksiniz. Evet, öyle ama tarihlere sığmayan Türklük, bir tek güne sığar mı? Sığmaz elbet.
Zaten 3 Mayıs 1944 tarihi, Hüseyin Nihal Atsız ile Sabahattin Ali’nin mahkemesinin olduğu günün tarihidir. Bu duruşmanın sonrasında gençler toplu olarak yürüyüşe geçerler. Millî marşlar söyleyerek “Kahrolsun komünistler!” sloganları atarlar.
Millî Şef İsmet İnönü, bu duruşmadan sonra Atsız’la irtibatlı kimi bulursa tutuklatır Türkçü, Turancıdır diye. Tabutluklarda bekletilirler günlerce.
Hâlbuki Başbakan Şükrü Saraçoğlu, TBMM’de bir konuşma yaparak “Ben Türkçü bir başbakanım... Türkçülük bizim için kültür meselesi olduğu kadar bir kan meselesidir.” demiştir daha önce. Ama devran dönmüştür. Rüzgâr artık batıdan Almanya’dan değil kuzeyde Sovyetlerden esmektedir ve iktidar kaptırır kendini kuzeyin soğuk rüzgârına, evlatlarını üşütür.
Dünyanın Türk düşmanlığını bilirdik. Shakespeare, Macbeth’te büyü sahnesinde cadıların büyü kazanına kurt dişi, baldıran kökü, keçi safrası, o… çocuğunun parmağı vs. yanında Türk burnu, Tatar dudağı da attırır. Sayılan iğrenç şeylerin arasına sıkıştırılan Türk ve Tatar… Batı’nın Türk’e bakışı hiş değişmeyecek. Düşmanlık bu olayda içerden; acı olan da bu değil mi zaten?
İşte 3 Mayıs 1944 aslında Türkçülere yapılan bu eziyetlerin anıldığı, acının tazelendiği gündür. Keşke tabutluklar yok edilmese de bu milletin evlatlarına çektirilen acılar anlaşılsın diye müze olarak sergilenseydi…
Sultan Süleyman’a kalmayan bu dünya kimseye kalmadı. Ölenlere rahmet olsun.
Dün acılar yaşamış, bugün virüsle hastalanmış olsak da yarına Allah kerim!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.