Mustafa Yürekli
Şam’da Akif’e kulak vermek
İslam dünyası bugün, yüz yıl önce Türkiye’de yaşanan Milli Mücadele dönemi şartlarına sahne olmaktadır. O günlerde İngiltere başta olmak üzere Avrupa devletleri, Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşı’ndan çıkmış Osmanlı devletinin topraklarını aralarında paylaşarak işgal etmekte, milletimizi sömürgeleştirmeye çalışmaktaydı. Bugün de Filistin, Suriye, Irak ve Afganistan başta olmak üzere altmışa yakın İslam devleti, kuvvayı milliye, milli güçler olarak Batı emperyalizmine karşı mücadele etmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin kurtuluş savaşı bugün İslam milletine ilham verebilir.
- Siyasal tutumun yargısal boyutu
- Siyaset kültürünün değişiminde iletişim
- Siyasal kültür ve iletişimde “Amerikanlaştırma!...”
- Siyasal iletişimde ‘benzeşme’ faktörü
- Demokrasimizin sorunu Batıcı siyasal baskıdır
- Siyasal kültür çeşitleri
- Suriye’nin geleceğine dair işaretler
- Suriye üç özerk bölgeye mi bölünüyor?
- D8‘de Türkiye, İran ve Mısır buluşması
- WEB TV - Mustafa Yürekli, medeniyet edebiyat ilişkisini anlattı...
- Batı işgaline son vermek
- Türkiye Suriye yakınlaşmasına hizmet
- Şam’da Akif’e kulak vermek
20. yüzyılın başındaki Ankara’nın verdiği mücadeleyi bugün Şam vermektedir. İstiklal Marşı’nı yazarak Milli Mücadele dönemindeki Anadolu ruhunu anıtlaştıran Mehmet Akif Ersoy’un sesine kulak vermenin tam vaktidir. Suriye’de uzun iç savaş döneminden sonra Saddam rejiminin çökmesi sonrasında, devleti ayakta tutmak, vatana sahip çıkmak, birlik ve beraberlik çalışmalarına ruh kazandırmak için Mehmet Akif’e başvurmak sözkonusu milli ruhu kuşanma ihtiyacını karşılayacaktır.
Mehmet Akif Şam’da
Şam, Halep ve Adana yaylalarından alınacak atlar için oluşturulan heyette baytar genç bir baytar olan Mehmet Akif de memur olarak yer almıştı. Bu üç seyahatin etkisini Mithat Cemal şöyle yorumlar: Şam’da konuştuğu insanların yalan yere ettikleri yeminlerden iğrenmişti. Adana, hazinelerinin üstünde açlıktan ölen masal zenginiydi. Memleketin haksız olan fukaralığının ne demek olduğunu gözleriyle gördü. Halep Türk’ün temiz cevherinin parladığı memleketti. Bu seyahatlerden dönen Akif artık memleketini haritada tanıyan, kâğıt ve mürekkep kokan şair değildi artık.
Bölgeyi bilen ve bölge halkı tarafından saygı duyulan bir Müslüman aydın olarak Mehmet Akif, ikinci kez Birinci Dünya Savaşı yıllarında gitti Şam’a. İstanbul Hükümeti, bölgedeki dengelerin bozulmasını önlemek, aşiretlerin Osmanlıdan kopuşunu durdurmak, böylece İngiliz siyasetini boşa çıkarmak için Teşkilat-ı Mahsusa’da görevli küçük bir ekibi bölgeye gönderdi.
Ekipte şu isimler vardı: Kuşçubaşı Eşref, Başyaver Mümtaz Bey, Tunuslu Salih Şerif ve Şair Mehmet Akif… Harbiye Nazırı Enver Paşa, Mehmet Akif’in ekipte bulunmasını özellikle istemişti. Zira hem yazı ve şiirleriyle İslam dünyasının tanıyıp sevdiği bir isimdi hem de Teşkilatın etkili hatiplerinden biriydi. Üstelik Almanya’da yaptığı çalışmalar ve edindiği tecrübeyle bu projeye uygundu. Mehmet Akif, emperyalistlere alet olmamaları, İslam cephesini zaafa uğratmamaları için aşiret liderleriyle ikna görüşmeleri yapacaktı.
Heyetin ilk durağı, Şam’dı. Şehrin ileri gelenleri ile görüşmelere başladılar. Çarşı esnafından cami cemaatine kadar temasa geçtikleri herkese tavsiye ve telkinlerde bulundular. Akif, ilerleyen günlerde Emevi Camiinde bir de hutbe verdi. Hutbesinde, İslam dünyasına dinimizin ana hamuru olan ilim ve medeniyet prensiplerini anlatmak, Müslümanları mezhep kavgalarından, taassup ve gerilikten kurtarmak gerektiğini söyledi. Hristiyan misyonerlerin azim ve gayretlerinden bahsederek, “Bizim ulemamızda bu gayret görülmüyor” diye yakındı. “Bir batıl için hayatlarını vakfetmiş bu adamlar gibi çalışılsa, Cenab-ı Hakkın bize ihsan buyurduğu hakiki Müslümanlık yaşansa beşeriyet aydınlanır. Bu kavgalar, ihtiraslar, harpler, kin ve gayzlar devri son bulur” dedi. Ne var ki; karşılaştığı manzara ümit verici değildi. Bediüzzman Said Nursi de o yıllarda aynı görevle Şam'a gitti; aşiret liderleriyle görüştü, Şam camiinde hutbe okuyup cuma namazı kıldırdı.
Bugün özgürleşen Suriyeliler, Akif’in çağrısını daha iyi anlıyor. İslam coğrafyasındaki çatlaklara Batı, zulüm, tefrika, göz yaşı ve keder pompalıyor. Bu yarıkları temizlemek bir asra mal oluyor. 13 yıl sonra güneşin doğuşunu izleyen Suriyeliler, İstiklal Marşı’nı daha iyi anlıyor.
Şimdi Suriyeli Müslümanlara gelmiştir, Avrupa devletlerinin yüzüne İstiklal Marşı’ndaki “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar / Benim iman dolu gögsüm gibi serhaddim var. / Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar / Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” dizelerini yüksek sesle okuma sırası.
Bağımsızlık Ve Özgürlük Davası
Tanzimat sonrasında Avrupalılar ‘Osmanlı Devleti’ için ‘hasta adam’ diyorlardı. Ne var ki Osmanlı yönetimi, aydınlar, şairler ve ediplerin çoğu bu tabiri kabullenmişlerdi. Gazetelerde Osmanlı Devleti’nin ‘manda’ olma konusu tartışılmaktaydı. İstanbul’da manda isteyenlere göre, mesele şundan ibaretti: Mademki galip milletler bizi parçalayacaklar, o halde topyekûn bir devlet mandasını kabul etmeliyiz ve bu devlet yeni dünya devleti, Amerika olmalıdır.
Mehmet Akif , “Türklerin yirmi beş asırdan beri istiklâllerini muhafaza etmiş bir millet oldukları müspet hakikattir. Türkler istiklâl ve hürriyetsiz yaşayamaz” diye manda fikrine karşı çıkıyordu. O dönemde Mehmet Akif ‘battık’, ‘batıyoruz’ ifadelerini doğru bulmaz, ‘batmadık, batmayacağız, biz hasta adam değiliz diye seslenir: “Batmazdı bu devlet, ‘batacaktır’ demeyeydik. / Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır”
Böyle bir ortamda Mehmet Akif ‘tam bağımsızlık’ ve özgürlük fikrini savunmuştur. Akif bu tutumu ile esasında, dış ve içerdeki uzantıları da dâhil olmak üzere, Türkiye’yi köle yapmak isteyen, yok etmek isteyen düşmanların doğrudan hedefi olduğunu biliyordu. Ancak o yerini belirlemişti ve hiç korkmuyordu.
Akif, geleceği karanlık görerek azmi bırakmamak gerektiğini dile getiriyordu: “Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak, / Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak. / Atiyi karanlık görüvermekle apıştın. / Esbabı elinden atarak ye’se yapıştın! / Yeis öyle bataktır ki; düşersen boğulursun, / Ümmide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun. ”
Camide Bayrak Açmak
Mehmet Akif, Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında, tarihin bu en sıkıntılı döneminden kurtulmanın en önemli yolunun birlik ve beraberlikten geçtiğini dile getirmiş, özellikle Fatih Cami kürsüsünde yaptığı vaazlarında bu sıkıntılara değinerek çözüm üretmeye gayret etmiştir. Bu vaazlarda özellikle kardeşlik vurgusu yapan Mehmet Âkif, birliğin ve beraberliğin önemini dile getirmiştir.
Mehmet Akif, Milli Müdafaa Cemiyetinin İrşad Heyeti üyesi olarak İstanbul’un Beyazıt, Fatih ve Süleymaniye camilerinde vaazlar vermişti. Kendisinin ve derginin bütün neşriyatı, daima din, vatan ve millet duygularını ateşliyordu. Bu yayınlarla, birkaç sene sonra milletçe gerçekleştirilecek olan Milli Mücadele’nin bir bakıma tohumları atmaktaydı.
Mehmet Akif her konuda olduğu gibi ülke meselelerinde de sadece söz değil bizzat faaliyet adamı idi. Mehmet Akif, cephede Mehmetçiğe, camide Türk Milletine sürekli olarak cesaret, ümit ve moral-motivasyon desteği sağlayacak şekilde konuşmalar yapmıştır. İslam milleti, ancak camiden harekete geçirilebilirdi çünkü.
Birinci Dünya Savaşı ve sonrası Milli Mücadele yılları Türk Milleti’nin ateş çemberinden geçtiği yıllardır. Mehmet Akif’in bizzat yaşadığı o dönemde Osmanlı Devleti dışında hemen-hemen tüm İslâm memleketleri sömürge idareleri altında aciz, mazlum, yoksul ve perişan vaziyetteydi.
Mehmet Akif, milli mücadele yıllarında egemenlik konusunda kesin kararlılık göstermiştir. O, her türlü sömürü-sömürgecilik ve emperyalizme karşıdır. Bu tavrı onun tüm tutum ve davranışlarında, şiir ve yazılarında görülür.
Mehmet Akif, bir gün çalıştığı Sebilürreşad mecmua idaresinde. Eşref Edib’e heyecanlı bir şekilde: “Haydi hazırlan gidiyoruz” demişti. Zağanos Paşa Cami’nde açtı cihat bayrağını..
Mehmet Akif, Eskişehir, Konya, Kastamonu, Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya ve çevrelerini dolaşmış, din, vatan ve millet uğrunda canla başla çalışmıştır. O, savaş sırasında cephelere defalarca koşarak askerin savaşma azmini arttırmaya çalışıyordu. Akif, askeri yüreklendirip cesaretlendirerek cihada teşvik etmiştir. Akif artık Anadolu’nun değişik il ve ilçelerine giderek halkın bilinçlenmesi için çalışmaktadır.
Aydın Halk Bütünleşmesi
Toplumu halk ve aydınlar olmak üzere iki grupta inceleyen Mehmet Akif, aydın ile halkı uzlaşma içinde görmek ister.
Uzlaşma dengesinin gerçekleştirilebilmesi için her iki tarafın hata ve kusurlarını fark etmesi lüzumuna değinir şiirlerinde: “Milletin beyni sayarsak mütefekkir kısmı, / Bilmemiz lâzım olur, halkı da elbet cismi”.
Ona göre toplumun birlik ve beraberlik içinde huzurlu yaşamasının en önemli ve etkin yollarından biri, aydınlar ve halk arasında dengeli bir bütünleşmenin sağlanmasıdır.
Toplumda bu denge ve bütünleşme sağlanamadığı takdirde, Akif böyle bir toplumu felçli bir hastaya benzetir ve her türlü olumsuzluğa açık olduğunu belirtir: “Bir cemaat ki dimağında dönen hissiyyat, / Cismin asabına gelmez, durur aheng-i hayat; / Felcin ârâzını göstermeye başlar a’za. / Böyle bir bünye için vermeli her hükme rıza”.
Akif’in Birlik Davası
“Vatan Şairi”, “Millî Şair”, “İstiklal Marşı” şairi olarak anılan Mehmet Âkif, hayatı boyunca din, millet, vatan ve devleti için kutsal bildiği değerler uğruna mücadele etmiş, bu yolda çilelere çekmiştir. O, hiçbir zaman inandığı davasından taviz vermemiş, yılgınlık ve ümitsizliğe düşmemiştir. İslam milletinin birlik ve beraberliği için, İslam ülkesinin bütünlüğü için elinden gelen bütün gayreti azim ve sabırla göstermiştir.
Milletlerin ve devletlerin tarih sahnesinden çekilişlerinin ana nedeni birlik ve beraberliklerini yitirmeleridir. Bu nedenle toplum hayatında birlik ve beraberlik içinde hareket etmek bireylere düşen önemli bir görevdir. Kur’ân-ı Kerim’de, “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz.” (Ali İmran Suresi, Ayet: 103) burularak birlik ve beraberlik içinde olmanın toplumun selâmeti bakımından bir zorunluluk olduğuna işaret edilmiştir. Bu bakımdan toplum hayatında bireylere yakışan en uygun davranış biçimi de birlik ve beraberlik içinde olmaktır.
Mehmet Akif, menfaat, şahsi ikbal ya da yersiz birtakım kaygılar uğruna parçalanma ve ayrışmaya yüz tutmuş toplumu bütünleştirmeye, birlik, beraberlik ve ümmet bilinci etrafında toplamaya çalışmıştır. Bu bağlamda “Allah ve Resul’üne itaat edin! Birbirinizle çekişmeyin! (Böyle yaparsanız) zayıflarsınız ve gücünüz elden gider.” (Enfal Suresi; Ayet: 46) âyetini, ‘Hâlâ mı boğuşmak’ adlı şiirinde şöyle yorumlamıştır:
“Sen! Ben! desin efrâd, aradan vahdeti kaldır; / Milletler için işte kıyamet o zamandır. / Mazilere in; mahşer-i edvârı bütün gez: / Kânûn-ı İlâhî, göreceksin ki değişmez. (…) Ey zâir-i âvâre, işittin ya! Demek ki: / Birmiş bütün ümmetlerin esbâb-ı helâki (…) Post üstüne hem kavgaların hepsi nihayet; / Hâlâ mı boğuşmak? Bu ne gaflet, ne rezalet? ”
Ayrımcılık Felaketi
İşgal edilmiş Türkiye’deki Mehmet Akif, içeride birlik ve düzeni sağlayıp Batı karşında güçlü durmak gerektiğini anlattı. Mehmet Akif, ‘Ordunun Duası’ adlı şiirinde Allah’a şöyle dua ediyordu: “Yılman ölümden, yaradan askerim; / Orduma “gazi” dedi Peygamberim. / Bir dileğim var ölürüm isterim: / Yurduma tek düşman ayak basmasın.. ”
Mehmet Akif, İslam dünyasındaki mevcut felaketlerin en başta gelen nedeninin tefrika yani ayrımcılık, bölücülük olduğunu, bunun da en büyük sebebi olarak cehaleti görür. O’nun bu konudaki fikirleri, İslam’ın temelini oluşturan Kur’an ve Sünnetten kaynaklanmaktadır.
İslam milleti arasındaki vahdetin, ancak hakikat medeniyetiyle, sosyal ve ahlaki düzenle oluşabileceğine inanır. Mehmet Akif, İslam birliğini, siyasi ve iktisadi bir birliktelikten öte, inançta, fikirde, yaşantıda, sanatta, medeniyette görür. Kur’ân-ı Kerîm’in Mücadele Suresi’nin 20-21. âyetlerinin tefsirinde de toplumun birlik ve beraberlik, eğitim, ilim ve irfandan uzaklaşması durumunda “Milletlerin maskarası, Müslümanlığın yüz karası” haline geleceğini ifade etmiştir.
Ayrılıkçılık Allah’tan Uzaklaşmadır
Mehmet Akif birlik ve beraberlikten uzaklaşmayı Allah’tan uzaklaşmak olarak tanımlamıştır: “Şu vahdet târumâr olsun!” deyip saldırma İslâm’a; / Uzaklaşsan da imandan, cemaatten uzaklaşma. / İşit, bir hükm-i kat’î var ki istinâfa yok meydan: “Cemaatten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah’tan. /Nedir imân kadar yükselterek bir alçak ilhâdı, / Perişan eylemek zaten perişan olmuş âhâdı? / Nasıl yekpare milletler var etrafında bir seyret? / Nasıl tevhid-i âheng eyliyorlar, ibret al, ibret!”
Milli Mücadele’nin başarıya ulaşması için il, ilçe ve köyleri dolaşmış, halkın bilinçlenmesi ve toparlanıp tek vücut olması için milli bir seferberlik hareketi başlatmıştır. Mehmet Âkif Ersoy, Birlik şiirinde, vahdet ruhunu, birlik ve beraberlik sağlandığında her türlü zorluğun üstesinden gelinebileceğini anlatmıştır: “Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz. / Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz; (….) Değil mi cephemizin sinesinde iman bir; / Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir; / Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz, / Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz!”
Uzlaşı Kültürü
Mehmet Akif, toplumsal düzenin korunması, devlet gücünün artması ve bekasının sağlanması, vatanın düşmanlara karşı korunması, toplumun istikbalinin devamının endişe ve kaygıdan uzak, huzur ve güvenle temin edilmesi ve ahlâkî seviyenin muhafaza edilebilmesi için birlik ve beraberliğin önemine vurgu yapmıştır eserlerinde.
Eserlerinde birlik, beraberlik, ihlas ve samimiyet kavramlarına yer veren Mehmet Akif’in, hayata adeta uzlaşı penceresinden baktığı görülmektedir. Uzlaşı kültürünün onun hayatının anlamı haline geldiğini söylemek mümkündür. Toplumsal kardeşlik, birlik ve beraberlik, onun hayat felsefesi haline gelmiş gibidir. Akif, içinde yaşadığı coğrafyanın da ilhamıyla birçok alanda ideal bir uzlaşma kültürü oluşturmayı başarabilen aydınlarımızdan birisidir.
Mustafa Yürekli / Haber7
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.