Mustafa Yürekli
Şair, çiçek ve şiir
Şair, çiçek ve şiir
Tabiattaki güzellik ile sanattaki güzelliğin soru cevap olduğu tespitimi birkaç yazıyla açmak istiyorum. Bu yazıda tabiattaki güzelliğin sembolü çiçeğin, sanattaki güzelliğin zirvesi şiirde yankılanışını dikkatinize sunacağım.
Erich Fromm, "Sahip olmak ve Olmak" kitabında, "olmak" kavramıyla, kişinin "hiçbir şeye sahip olmadığı ve hiçbir şeye açlık duymadığı, tam tersine büyük bir sevinç içinde bütün yeteneklerini üretici bir biçimde kullanarak, dünya ile bir olduğu varoluş biçimi"ni anlatıyor. Sahip olmak eğiliminin "yaşamlarının ana konuları; para kazanma hırsı, şöhret ve yönetim gücüne erişmek" olan Batı toplumlarına özgü olduğunu söylüyor. Ele aldığı bu iki olgunun arasındaki farkı anlatmak için şiire baş vuruyor.
Erich Fromm, üç şairden üç şiir alıntılıyor. Üç şair, şiirlerinde kırda, yeşillikler arasında dolaşırken, çalılıkta karşılaştıkları çiçekle ilgilenirler. Şairlerin çiçeğe ilgileri kişiliklerini ve anlayışlarını ele vermektedir.
Şiirlerden birincisi, ondokuzuncu yüzyılda yaşamış olan İngiliz şairi ünlü İngiliz şair Alfred Tennyson (1809 - 1892) tarafından yazılmış. Tennyson şöyle yazıyor:
“Çatlak duvarlar arasındaki güzel çiçek,
Seni o çatlakların arasından alacağım,
Tüm köklerinle birlikte elimde tutacağım.
Küçük çiçek, eğer anladığım gibiyse her şey,
Köklerin, yapraklarm ve çiçeklerinle bir bütün olan sen,
Tarın'nın ve insanın ne olduğunu açıklıyorsun bana. ”
Tennyson, çiçeği görünce ona sahip olmak arzusu ile doluyor. "Tüm kökleri ile birlikte" çiçeği yerinden koparmak istiyor. Çiçeğe olan ilgisi, onu çiçeği "öldürmeye" sürüklerken, entellektüel bir spekülasyonla, çiçeğin kendisine "Tanrı'nın ve insanın doğasını anlama imkânı verdiği" sonucuna varıyor. Erich Fromm’a göre Tennyson bu şiiri ile "gerçeği, yaşamı parçalayarak bulmaya çalışan Batılı bilim adamları ile özdeşleşmektedir".
Ünlü Japon şairi Matsuo Basho (1644-1694) da kır gezintisi sırasında gördüğü bir çiçeğe ilişkin duygularını şöyle dile getiriyor:
“Dikkatlice bakacak olursam,
Çalılıklar arasmda görüyorum onları,
Çiçek açan nazunaları!’’
Aynı olay karşısında Basho’nun tepkisi ise bambaşka. O, çiçeği koparmak bir yana, ona elini bile sürmeyi istemiyor. Çiçeği "görebilmek" için, yalnızca "dikkatlice bakmak" gerektiğini dile getiriyor.
Bu iki şiir arasındaki fark, hemen dikkati çekiyor. Tennyson'un insanları ve Tann'yı anlayabilmesi için çiçeğe sahip olması, yani onu öldürmesi gerekmektedir. Halbuki Basho çiçeği görmek istiyor. Yani ona yalnızca bakmak yerine, onunla bir olmak arzusunu belirtiyor. Bu ise, ancak çiçeğin canlı kalması ve yaşamasıyla mümkün olabilir.
Ünlü Alman şairi Johann Wolfgang von Goethe (1749 – 1832) de bir şiirinde kırda gördüğü çiçeği anlatmıştır:
“Ormanda yürüyordum
Öylesine ve kendimce,
Ve hiçbir şey aramamak
İşte buydu niyetim.
Sonra, gölgeler arasında
Bir çiçekçik gördüm,
Yıldız gibi parıldayan,
Bir göz gibi gülümseyen.
Yerinden koparmak isterken onu,
İncecikten bana:
Solup, ölmemi mi istiyorsun
Tutup, kopararak beni? deyiverdi.
Onu kökleriyle birlikte,
Hiç incitmeden çıkarıp.
Güzel evin başındaki,
Büyük bahçeye taşıdım.
Büyük, sakin bahçede,
Ektim onu yeniden.
Şimdi o küçük, güzel çiçek
Büyüyor durmadan, çiçek açıp, gülerek."
Goethe de küçük çiçeği görünce koparmak arzusuna kapılıyor. Ama Tenneyson'dan farklı olarak, çiçeği koparmanın, onun ölümü demek olacağını da biliyor. Çiçek onun için öylesine canlıdır ki, konuşur ve Goethe'yi uyarır. Bunun üzerine Geothe'de, olayı Tennyson ve Basho'dan farklı bir biçimde çözümler. Çiçeği yerinden alır; sonra başka bir yerde yeniden ekerek, onun canlı kalmasını sağlamış olur.
Tennyson'un çiçeğe yaklaşımı, sahip olmak güdüsü tarafından yönlendiriliyor.
Bu, maddesel bir sahip olmak arzusu yerine, bilimsel bilgi elde etme amacından kaynaklansa da, temeldeki duygu, sahip olmak isteğidir.
Goethe anlayış olarak, Tennyson ile Basho'nuıı arasında yer alır. Ama son aşamada, yaşama olan sevgisi, salt entellektüel merakına üstün gelir.
Bu güzel şiir, daha çok Goethe'nin doğa araştırmalarına olan ilgisini belirten bir örnektir. Basho ile Goethe'nin yaklaşımları ise olmak duygusunu temel alıyor.
Erich Fromm "sahip olmak" ile "olmak" arasındaki farkı, odak noktası ‘insan’ olan toplumlar ile temel amacı ‘madde’ olan toplumlar arasındaki farkı ortaya koyduğunu ileri sürmektedir.
Sahip olmak ve açgözlülük ilkelerine dayanmayan bir toplum yapısı anlayışından uzak, yabancılaşmanın büyük boyutlara ulaşmadığı ve modern "gelişmenin" hastalıklarına yakalanmamış olan orta çağ toplumlarında Basho'laın olduğunu söylüyor.
Batılı bilim adamı ve düşünür Erich Fromm’un seküler bakış açısından tabiattaki güzel bilgi nesnesi, sanattaki güzel da hümanizmdir.
Oysa İslam medeniyetinde sanat insanı Kalu Bela’ya götürür, tabiattaki güzellik bir sorudur ve sanattaki güzellik bu soruya verilmiş cevaptır. Bilindiği gibi Kalu Bela, Allah'ın (c.c.) yarattığı insan ruhlarına karşı ''Elestü bi Rabbiküm?'' şeklinde, Türkçe ifadesi ise ''Ben sizin Rabbiniz değil miyim?'' biçiminde olan soruyu sorduğu yeri ifade eder. Ruhlar da bu soruya ''Bela'' şeklinde cevaplamışlardır. Bu ifadenin Türkçe karşılığı ise ''evet'' şeklinde olmaktadır. ‘Kalu Beladan Beri’ deyimi, daha dünyanın yaratılmasından önce anlamına gelir.
Poetika olarak güzelin özgürlük, bilinç ve yakarış olduğunu açıklamak için yukarıdaki şairleri Yunus Emre’nin yanına getirip koyacağım.. Sarı Çiçek şiirini bu bağlamda değerlendireceğim. Yunus Emre de kırda gördüğü çiçekle ilgilenir ve şiir söyler. Fakat Sarı Çiçek şiirinin hikayesi farklıdır.
Tapduk Emre, dervişlerinden birer çiçek ister. Her derviş en güzel çiçeği getirmek üzere kırlara gider. Yunus da aralarındadır. Akşam olduğunda herkes en güzeli olduğunu düşündüğü çiçekle dergâha döner. Yunus’un elinde ise solgun bir sarı çiçek vardır. Şeyhi bunun sebebini sorduğunda ona şu cevabı verir: “Şeyhim, sabahtan beridir kırları dolaştım Size lâyık olabilecek güzellikte bir çiçek aradım, buldum da ancak koparmak için elimi uzattığım her çiçek öyle güzel Allah zikri çekiyordu ki onları koparmaya kıyamadım. Tam vazgeçip dönüyordum ki bu solgun çiçeğin şöyle dediğini duydum: “Benim vaktim doldu artık, soldum kuruyup gideceğim, bari beni kopar da bir dervişin elinde hayatım sona ersin.”
Yunus Emre, “Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, Halîm’dir, çok bağışlayandır.” (İsrâ, 17/44) ayetinin tecellisine ermiş biri olarak karşımıza çıkar.
Yunus Emre tabiattaki güzelliğin bir soru olduğunu ve sanattaki güzelliğin de bu soruya cevap olduğunu Sarı Çiçek şiiriyle ortaya koyar:
Sordum sarı çiçeğe,
Annen baban var mıdır?
Çiçek eydür derviş baba,
Annem babam topraktır.Hak, la ilahe illallah,
Allah, la ilahe illallah…
Mustafa Yürekli / Haber7
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.