Ahmet Hamdi Döner
Yitik bir şairdir, Erdem Beyazıt...
Elit bir ekin dostlarından maada kimsecikler tanımaz onu. Sezai Karakoç üstadın kristalleşmiş, elmaslaşmış imbiklerinden estetik, sanat ve yazın içmiştir kana kana merhum Erdem ağabey. O'nda Cemal Süreyya'dan Nazım'a kadar birçok şairin renklerini görürsünüz.
Şiirde maverayı yakalamıştır.
1989 yılıydı, Erdem Beyazıt?ın kelimeleriyle tanıştığımda. Göktürk isimli sevdiğim bir arkadaşım tavsiye etti. Şiir kaseti yeni çıkmıştı. Kendi sesinden o güzel Maraş şivesiyle yanık bağrıyla okuyordu şiirlerini. Her gün gece dinliyordum yatarken. O dönemlerde walkman modaydı. New Age tarzında müzikle yine o zamanlarda meşhur İpek Yolu enstrümantal müzikle fon yapılmıştı şiirlerine.
''birazdan gün doğacak siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın'' derken güneşin doğuşunu seyreder kendimi hep kahraman gibi hissederdim.
Çok dinler ve çok okurdum Beyazıt?ı. Sonra kendime kızardım. Sezai Karakoç'un ruhunun incindiğini düşünür hemen Alınyazısı saatini okurdum.
Çok şey yazılır Erdem ağabey'in yazın dünyasına dair. Geçenlerde nette sörf yaparken 1982?83 öğretim yılında orta son sınıfta, Adana Koleji'nde edebiyat dersimize giren bize maide'den hediyeler sunan öğretmenim Mehmet Doğan'ın kişisel web sayfasına rastladım.
Müthiş bir okuryazardır. Maraşlı Mehmet Doğan. Sezai Bey'i çok iyi idrak etmiştir. Son elli yılda Anadolu topraklarının yetiştirdiği lal-ü güher keyfiyetli ilk yüz insan arasına girer, işte bu M. Doğan Fakat ne yazık ki O da, diğer isimsiz kahramanlar gibi yitiktir. Müslümanlar TV sahibi olduğunda sevinmiştim. Daha farklı beklentilerimiz vardı. İnşallah ilerde kuvveden fiile geçer.
Mehmed Doğan hocayı dinlemek anlamak gerekir.O'nun web sayfasında Erdem Beyazıt ağabey merhum ile alakalı bir makaleyi siz değerli okurlarımla paylaşmak istedim.M. Doğan hocanın web adresi: www.mdogan.com
Yeni hazırlanmakta olan bir sayfa M. Doğan'ın makalesi ''Erdem Beyazıt Niçin Sustu'' adını taşıyor. Gelin hep beraber bu yazıyı okuyalım:
İnsan kalbi kâinatın çekirdeğidir. O kalp çekirdeğini açarsanız, karşınıza bir kâinat haritası çıkar. O haritayı dolduran güzellik de, o nispette bir sevda doğurur:
?Dünyanın ağırlığına eklesek yıldızları ayı güneşi
Gene de ağır basarsın ey kalbim ey kalbimin güneşi? dedirtir, aşığına.
O Güzel?in vurgunu Mecnun gönül, Leyla?nın mahallesine ait her şeyi sever:
?Bir orman gibi büyür içimde sevmek / İçimde insan bir mahşer gibi kabarırken / Ey her suça ortak çıkan kalbim? der.
Erdem Beyazıt, O Güzel?in Mecnunuydu. Sevgilisinden kalan Yitik Cennet haritasının ızdırabıyla, özlemiyle sustu. 1969?da bu susmayı, nida beyitleri?nde şöyle anlattı:
?Ey sesimi keskin bir bıçak gibi / Kınında saklayan çağ / Ey sabırla bileyen günlerimi.?
Bundan on sene önce Karanlık Duvarlar şiirinde de:
?Susmanın kalesine sığınıyorum / Önümde karanlık duvarlar / Sırtımda insan yüklü bir gök var? diyordu.
Bütün bu susmalar, bu sessiz nidalar, kalplerde, kalp çekirdeklerinde özlediği haritanın bir gonca gibi, ana rahminde gelişen bir bebek gibi sessizce büyüyüp açılması içindi. Haritaları çok sevmesinin, haritalarla teselli bulmasının altında yatan sır da bu olsa gerek. Öyle diyor bir yazısında: ?Çocukluğumdan beri, haritaya bakmak, orada gördüğüm denizlerin, körfezlerin, koyların, dağların, yerleşim birimlerinin isimlerini okumak; bir resim tablosunu, bir mimari eseri, bir heykeli seyretmek gibi bana keyif verirdi. Halen bile bazı geceler uykum kaçtığında son müracaat ettiğim şey bir atlas oluyor. Ancak onun sayfalarını çevirerek günün dağdağasından, içimi kanatan meselelerden, aktüalitenin ruh burkan gelişmelerinden uykunun ölü denizine ulaşabiliyorum. (Küçük Bir Gezi ve Çağrışımları, 3. 11. 1996 Zaman)?
Bu ölü denizin rüyasında susan kalbini, Tabiat Risalesi?nde şöyle anlatır:
?Emerek ay ışığını nasıl da büyüyorsun ey kalbim / Bir tarafın şehirler şehirler şehirler / Mekanik bir çizgide tükenen insanlar / Bir tarafın çöl / Çölde birbirini boğazlayan aç çıplak insanlar / Bir yüzün Asya ey kalbim bir yüzün Afrika / Öbür yanın Avrupa Amerika / Saatler nasıl yorulmazsa işlemekten / Sen de yorulmuyorsun ey kalbim büyümekten? Bu kalp büyümeye devam ediyor. Bu harita durmadan büyüyor.
Erdem Beyazıt?ta susmak bir yol, bir usuldür. Bir başka yazısında da bunu şöyle anlatıyor:
?40 yıldır, bir başka deyişle anlatacak olursak kendimi bildim bileli, çevremde benim bir dahilim olmadan gelişen olaylar, mizacıma ters düşen durumlar, hayat felsefeme aykırı gelen gelişmeler yüzünden; bazı zamanlar kendimi esir alınmış, kapana kıstırılmış, hareket imkânı elinden alınmış bir insanın ruh hali içinde bulurum. Yaşama sevincimi kaybederim. Bazen içine düştüğüm bu hâlin ağırlığı o derece şiddetli olur ki; dünyada hiç bir gücün, hiç bir diktatörün, hiç bir firavunun asla tasallut edemeyeceğine inandığım düşüncemin hür ufuklarının ve onun sembolleri olan kelimelerin bile karardığı hissine kapılırım. Yani anlatmakta kelimelerin bile kifayetsiz kaldığı bir çaresizlik ortamıdır içine düştüğüm. Lisanın imkânlarını zorlayan şiir dili bile, tutsağı olduğum zindanın kapısını açmaktan aciz kalır. Artık önümde sadece kapkaranlık bir kuyu vardır: Susmak!
İnsanoğlunun doğrudan bir dahili olmadığı halde bir çaresizlik ortamına yuvarlandığı hissine kapılmasından daha trajik ne olabilir? Bu hisse kapılıp kalsanız; yani o his kalıcı bir nitelik kazansa, hiç şüphesiz onun adı hastalıktır. Çok şükür Allah?a ki, o hâl kalıcı olmuyor. Çünkü o çaresizlik hissini üzerimizden hayırsız bir elbise gibi sıyırıp atmak için elimizde silahlarımız vardır. Ben o hisse yakalandığımda hemen ?La havle ve la kuvvete illa Billâh? derim ve hemen soğuk suyla bir abdest alırım. Bir anda dünyam değişir: Dünyada her şey bana aykırı gibi de gelse, tek başıma kaldığım hissine kapılmış da olsam, artık her türlü olumsuzluğun üstesinden gelecek kadar kendimi güçlü hissederim. Allah?ın önünde sonsuz aciz; ama dünyaya karşı sonsuz güçlü! O zaman artık susmak; bir karanlık kuyuya yuvarlanmak, bir kara delikte kaybolmak eylemsizliği gibi değil, başlı başına bir davranış biçimi olarak görünür.
Mesela, bir insanın çaresizlikten değil, tam tersi içinde bulunduğu duruma çare olsun diye sustuğu zamanlar vardır. Konuşursa zaten var olan karmaşa biraz daha şiddetlenecek, çözüm veya akl-ı selim umutları iyice kaybolacaktır. Böyle durumlarda susmak elbette çarelerden bir çare olur.
Mesela, gizli kalması gereken bir sırrı açığa vurmamak için susmak vardır. Ser verip de sır vermemek sözünün işaret ettiği durum. Bu tür susmak elbette en büyük eylem türlerinden biridir.
Susmanın bir başka türüne de Derviş Yunus işaret ediyor:
?Döğene elsiz gerek / Söğene dilsiz gerek? diyerek.
Bu durum da herhalde velayet makamını anlatıyordur.
Söz gümüş ise sükût altındır diye; bilmeyenin susması gerektiğine işaret eden bir atasözümüz var ki, ona icabet etmek her babayiğidin kârı değil!
Bir de dinî tarikatlarda bir eğitim yöntemi olarak başvurulan susmak türü var. Onun üzerinde düşünmek beni âdeta büyülemiştir: Sükût Sohbeti!
Bilindiği gibi tarikat disiplininin başlıca araçlarından biri, şeyh efendinin müritlerine yaptığı sohbetlerdir. Mürit bu sohbetleri dinleyerek olgunlaşır; hayatın hakikatini kavrarmış, işte bu sohbetlerin bir türü de sükût sohbetleri imiş. Bu sohbetlerde şeyh efendi hiç konuşmazmış; müritler de karşısında boyunlarını büküp susarlarmış. O gün sohbet meclisi hiç konuşma olmadan dağılırmış. Ama dışarı çıktıklarında müritler görürmüş ki, kafalarında ne tür bir mesele var ise hepsi çözülmüş, ne soru var ise hepsi aydınlığa kavuşmuş; tüy gibi hafiflemişler! Adı sükût ama aslı derûni konuşma!?
Ahmet Hamdi Döner , 06.07.2010.adana
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.