Mustafa Yürekli

Mustafa Yürekli

Günah ile özgürlük arasında kıvrananlar



Bir bakıma karakter, bir kişinin, ruhi hayatının dışarıdan görünüşüdür; insanın iç dünyasının, gönül ikliminin yansımalarıdır o.


Adıyaman?ın Kahta ilçesindeki Nemrut Dağı?nı 1983?te görmüştüm: Bu geziyi benim için unutulmaz kılan, iki bin yıldır güneşin doğuşunu ve batışını 2150 metre yükseklikte izleyen dev heykeller arasında dev başların bulunmasıdır. Nemrut Dağı'ndaki heykelleri yakından inceledim. (Resimlerine bakmaya hiç benzemiyordu.)

Nemrut Dağı'nın tepesindeki tümülüs ve tümülüsün doğu ve batı yanlarında oluşturulmuş teraslar üzerindeki devasa heykeller ve çeşitli kabartmalardan oluşan eserler üzerinde hala düşünürüm. Kommagene Kralı I. Antiochos tarafından yaptırılan bu dev insan başları, bedensizdi. Niçin heykeller sadece başı vurguluyor? Bu baş heykellerini yakından incelerken, yüzlerdeki ifadeler üzerine düşündüm, mimikleri okumaya çalıştım. Heykellerin yapılış amaçları, yüzlere yüklenen bu anlam olsa gerek..

Daha sonra, Ağlayan Kadınlar Lahdi?ni inceledim. M.Ö. 4. yüzyılda Saydalı bir zengin için yapılan Ağlayan Kadınlar Lahdi?ni Osman Hamdi Bey İskender Lahdi ile birlikte 1887'de İstanbul'a getirmiş. Ağlayan Kadınlar Lahdi dış görünüşüyle eski Yunan tapınaklarını andırmasına ve Yunan üslubunu göstermesine rağmen, anlam bakımından doğuludur. Lahdin çevresinde kabartma olarak 18 ağlayan kadın görülüyor. Bunların her biri ayrı duruşta ve değişik hareketlerde gösterilmiştir. Bazısı ayakta, bazısı oturan bu kadınların yüzlerindeki hüzün ifadesi, lahdi yapan meçhul heykeltıraşın ustalığını kabul ettiriyor. Bu lahdin kapağı, İskender'in lahdindeki gibi üçgen prizma şeklinde olmayıp, düz bir tavan gibidir. Kapağın iki yanında cenaze alayı, kaidenin etrafında ise av sahneleri yer alır. Ağlayan Kadınlar Lahdi ile İskender Lahdi, İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin en değerli eserleridir ve dünyanın hiçbir müzesinde bunlardan daha güzel ve iyi korunmuş lahit yoktur. İstanbul Kültür Müdürü Ahmet Bilgili?nin daveti üzerine gitmiştim, İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne. O gün Ağlayan Kadınlar Lahdi üzerinden sanat ve karakter konusunu konuştuk, İlber Ortaylı?yla..

Sanat tarihinde, ilk dönem sanatta, kompozisyonun en önemli kısmının baş olduğu fark edilmektedir. Vücut sadece şematik olarak tasvir edilmiş veya tamamen ihmal edilmiştir. Yeriho'da bulunmuş ve Milattan 6000 sene evvelki bir zamandan kalma heykelcilik eseri başlar, cilalı taş devri insanın, ruhun yerinin baş olduğuna inandığını göstermektedir.

Paskalya Adaları?nda keşfedilen devasa taş figürlerde de aynı şekilde dikkat yüzlere hasredilmiştir; bedenle enselerden sarf-ı nazar edilmiştir. Çünkü İncil'e göre Tanrı, ilk insanın yüzüne nefes üflemekle, ona kendi ruhundan bir kıvılcımı ihsan etmişti.

Phidias ve Paraksiteles'ten başlayarak, Raphael, Michelangelo, da Vinci üzerinden Rodin, Meştroviç ve Picasso'ya kadar bütün büyük sanatkârlar, esasen bir tek konuyla, yani insanın karakteri ve iç dünyası ile uğraşmışlardır. Mona Lisa'nın şöhreti, insanın iç hayatının sırrını tasvir etme teşebbüslerinin belki en başarılısı olmasına dayanmaktadır. Çağdaş dünya sanatında ve bilhassa resim sanatında, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren bütün olup bitenler, "insan karakterinin dramına dönüş" olarak yorumlanmaktadır.
Nedir karakter? Bir bakıma karakter, bir kişinin, ruhi hayatının dışarıdan görünüşüdür; insanın iç dünyasının, gönül ikliminin yansımalarıdır o. Kalıplaşmış bir yapıdan uzak olan insanın ruhsal yaşamı, değişkenlik ve karmaşık bir özelliğe sahiptir. Karakterin belirmesi, kişinin kanaatleriyle davranışlarının arasında devamlı bir uygunluğun bulunmasına bağlıdır. ?Karakter, her birimizi vasıflandıran hissetme, düşünme ve hareket etme tarzlarının bütünlüğüdür.? diye tanımlanmıştır. Karakter, benliğimizdeki erdemlerin toplamıdır. Herkesin karakteri kendine hastır; parmak izi gibi onu başkalarından ayıran göstergedir. Benliğinde erdemleri toplamış sağlam karakterler, özgürdür. Özgürlük, benlikteki erdemlerin gelişmiş halidir.

Sanat, insanın kişilik sorununa tutunur: "Harp ve Sulh"te 529 kişi meydana çıkıyor. Dante?nin 14. yüzyılın ilk yarısında yazdığı, İtalyan edebiyatının en meşhur epik şiiri ve dünya edebiyatının önemli bir başyapıtı olan "İlahi Komedi" ise tamamen bir şahsiyetler dünyasını ortaya koymaktadır; bunlardan hiç birisi unutulmuş veya "kalabalıkta" kaybolmuş değildir. Her biri kendi kendine bir ruhtur ve sorumluluğu ve günahıyla o kadar hakiki olarak var oluyorlar ki, Korkunç Mahkeme?nin manzarası, gelip geçmiş milyarlarca insanla beraber bize tamamen mümkün ve gerçek görünüyor.

Simayı karakter yapan, ferdîleştirmedir, insanın iç dünyasıdır, insanın manevi hayatıdır, özgürlüktür. Karakter, yüzün arka planından yansıyan gayrettir. Karakterle tabiat arasındaki ilişki, ruhla madde, nitelikle nicelik, bilinçle atalet, dramla ütopya arasındaki ilişki gibidir. Karakter özgür, tekrarlanmayan ve bir bakımdan ölümsüz olmakla tabiata baş kaldırır, ona karşı koyar. Tabiat aynılık, homojenlik, tetabuk, illiyettir. Karakter ise ferdiyet, hürriyet, mucizedir. Din ruhtan, sanat ise karakterden bahseder. Fakat bunlar aynı fikri ifade etmek için sadece iki tarzdır. Din ruha hitap ediyor, sanat ise ona ulaşmaya, onu gözlerimizin önüne "getirmeğe" çalışıyor.

Her sanat eserinin konusu, ruhi ve şahsi olup, hiç bir zaman sosyal ve siyasî değildir. Tertip ve dekor pekala sosyal olabilir, fakat sanat her zaman tezahürün manevî yönü ile ilgilidir. Sanat bedenle 'ilgilendiği' zaman bile manevidir. Eugene O'Néill, "Aksiyondan bana ne, karakterler yeter" derken bunu anlatmak istemiştir.

Ahlak ilmi, ruh sağlığı bilgisi demektir. Ruh, erdemler dediğimiz insanın temel özellikleriyle sağlığına kavuşur. Kötü huylar, ruhun hastalığıdır. Kötü işler, bu ruh hastalıklarının alametleri, arızalarıdır. İslam alimlerinin çoğuna göre, herkesin huyu değişebilir. Huylar değişmeseydi, peygamberlerin getirdikleri dinler, boş lüzumsuz olurdu. Âlimlerin sözbirliği ile koymuş oldukları terbiye ve ceza usulleri abes olurdu.

Her sanat eseri, karakter dediğimiz mucizeyi tasvir etmek için başarılı ya da başarısız bir girişimdir. Her sanat eseri, bilinç, ferdiyet ve özgürlük demek olan, tabiat ve dünyayla esas itibarıyla muhalefet içinde bulunan hakiki insanı, ?kamil insanı? tasvir etmeğe matuf bir çabadır. Sanat, dünyaya, kurulu düzene başkaldırıya omuz verir. Sanat özgürlük, adalet, barış ve huzur arar. Sanat, insanın ebedi yanının, ruhunun hizmetindedir. Bu ruh bilim adamlarının bahsettikler: "psik" değildir. Tam aksine bu, insan haysiyet ve sorumluluğunun hamili olan hakikî "ruh"tur, bütün dinlerin, peygamberlerle şairlerin söz ettikleri ruh.

Jung ile Dostoyevski ruhu farklı görürler: Bir tarafta Jung'un konu aldığı "psikolojik tipler" öbür tarafta ise "Suç ve Ceza"daki karakterler, günah ile özgürlük arasında kıvranan insanlar, Allah'ın mahlukları, karakterler.
Mustafa Yürekli / Haber 7
[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Yürekli Arşivi