Mustafa Yürekli
Anayasa Yıldız'da koparılan başımızı yerine koymalı..
Demokratik anayasa, Allah?a saygılı olmalı ki millete de, tarihe de, medeniyetimize de, tabiata da saygılı olsun
27 Nisan 1989?da, Sultan Abdülhamit'in tahttan indirilişinin 80. yıldönümünde Yıldız Sarayı?na gittim. Yıldız Sarayı?nın büyük kapısında durup bir iç çektim. Çevreye bakındım, ağlamaklı gözlerle.
80 yıl önce, 27 Nisan 1909 Salı günü, öğleden sonra, şu an bulunduğum Yıldız Sarayı'nın, önceden haber verildiği için ardına kadar açılmış büyük demir kapısından içeri yağız atların çektiği peş peşe dört kupe faytonun girişini hayal ettim. Serin, zaman zaman yağmurun çiselediği bir günmüş o gün. Oysa benim Yıldız Sarayı?nı ziyaret ettiğim gün, güneşli ve sıcaktı.
O gün, Yıldız Sarayı?nın bu büyük kapısından giren dört faytondan inen Meclis-i Milli heyetini, mağrur, sevinçli ve tarihi bir olayın kahramanları olduklarından emin bu mahut adamları, mabeyinciler saygıyla selamladılar; sonra da heyetin önüne düşüp sarayın arz salonuna yönlendirdiler.
Arz salonunda, acı duyarak hayalimde yeniden canlandırdım o gün yaşanan tarihi olayı: Osmanlı İmparatorluğu'nu 33 yıldır yöneten 34'üncü padişah Sultan Abdülhamit geniş pencerelerden Boğaz'ı seyrediyormuş. O gün dalgın ve hüzünlü olduğu söylenir; yaşadığı olayın, nelere yol açacağını öngörmüştür mutlaka . O gün çökmüş ve kamburu çıkmış olduğu yazar kitaplarda. Sultana hiç yakışmayan bu görüntü, muhaliflerinin bir yalanı olsa gerek. O günkü Sultan Abdülhamit?in üzgün ama vakur, haşmetli ve mütevekkil bir görünümde olduğunu düşünmüşümdür hep.
Başmabeyinci, konukları haber vermiş. Arz salonunda geniş pencerelerden birinde Boğaz'ı seyreden Sultan Abdülhamit, ağır adımlarla koltuğa gitmiş ve yavaşça oturmuş. (Tahtlar.. Dedelerinin üzerinden cihanı titrettiği tahtlar, çoktan, kendisinden çok önce Topkapı Sarayı'nın hazine dairesine kaldırılmıştı..) Dört kişilik heyet içeri girmiş.
Biri, başkan olduğunu vurgulamak için diğerlerinden bir adım önde gelmiş. (El-etek öpmek yok. Kim bilir o da kaç padişah önce terk edildi..) Heyettekiler başlarını hafifçe öne eğerek Sultan Abdülhamit'i selamlamışlar.
Padişah, gelişmeleri elbette biliyordu. Heyetin kimlerden oluştuğunu da mabeyn başkatibi Cevat Bey'den önceden öğrenmişti. Kısa bir sessizlik. Sonra heyetin başkanı ya da sözcüsü sebeb-i ziyaretlerini anlatmaya başladı. O sözcü, Emanuel Karasu'ydu
Selanik Mebusu Emanuel Karasu, özetle Meclis-i Milli'nin Abdülhamit'in hal'ine (tahttan indirme, düşürme) karar verdiğini, kendilerinin bunu tebliğle görevlendirildiklerini söyledi ve hükmü üç sözcükle özetledi: "Millet sizi istemiyor."
Sultan Abdülhamit o anda elbette büyük acı duymuştur, fakat acıyı gizlemeye çalıştığı bir gerçek; keder bulutları, bir anlığına ela gözlerinden gelip geçerken acısını ele vermiş olmalı
Sultan, gözlerini heyet üyelerinin üstünde gezdirmiş. Sırayla.
O gün Sultan Abdülhamit, mütevekkil, vakur, bilgece, tane tane konuşmuş: "Bir Türk padişahına ve İslam halifesine hal' kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?"
Heyettekiler, Emanuel Karasu (Yahudi), Aram Efendi (Ermeni), Esat Toptani (Arnavut) ve Ahmet Hikmet Paşa (Abdülhamit'in uzun süre yaverliğini yaptıktan sonra muhalefet saflarına geçen Gürcü general) hiç tepki vermemiş.
Kimilerine göre, Abdülhamit'i aşağılamak için azınlık unsurlarından oluşan bir heyet seçilmişti. Kimilerine göre ise devletin ve Osmanlı halkının birliğini, bütünlüğünü vurgulamak için, heyette tüm unsurların temsil edilmesi amaçlanmıştı. Bu yorumlar, gerçekten uzak, göz boyamak için söylenmiş sözlerdir.
Abdülhamit ve yakınları, hemen o gece Sirkeci'den trene bindirilip Selanik'e gönderildi. Sirkeci Garı?na az gitmedim, ulu hakanın çaresiz İstanbul?u terk edişini hayal edebilmek için. (Dünyayı, Haydarpaşa ve Sirkeci garlarından yönetmenin nasıl bir siyaset olduğunu düşünmek için her iki tren istasyonunda az dolaşmadım.) İstanbul - Bağdat- Hicaz Demiryolu?nu yaptıran Sultan Abdulhamit Han, bu proje üzerine düşünürken, bir gün Sirkeci Garı?ndan sürgüne gönderileceği hiç aklına gelmiş midir acaba
Selanikli Yahudi Emanuel Karasu, yıllarca düşlediği bu "son"u görmenin mutluluğuyla, önce İngiltere Büyükelçiliği?ni, ardından Fransa, Rusya ve Almanya büyük elçiliklerini turlayarak hayatının en unutulmaz gecelerinden birini yaşadı. Emanuel Karasu, İstanbul temsilcisi olarak Meclis-i Mebusan'da yer aldı. İttihat Terakki iktidarında çok zengin oldu; devletin alım ve satımlarında aracılık yaparak komisyon alıyordu. Milli Mücadele yıllarında İtalya'ya gitti. Orada sefalet içinde intihar ettiği söylenir.
YILDIZ SARAYI?NDA BAŞI KOPAN MİLLET
Yıldız Sarayı?nı çeşitli vesilelerle pek çok kez ziyaret ettim. Ama onar yıl arayla gerçekleştirdiğim üç ziyareti, unutamam: Sultan Abdülhamit'in tahttan indirilişinin 80. yıldönümünde 27 Nisan 1989?daki ziyaretimi, 90. yıldönümünde 27 Nisan 1999?daki ziyaretimi, 100. yıldönümünde 27 Nisan 2009?daki ziyaretimi. Her ziyarette, güzel milletimi, canım ülkemi ve maruz kaldığı kötü yönetimleri düşünürüm hep. Bu ziyaretler, benim için tam bir tarih muhasebesine dönüşür.
Emanuel Karasu?nun "Millet sizi istemiyor." sözü elbette bir yalandı. Sultan Abdülhamit?i istemeyen, başta İngiltere olmak üzere, Fransa, Rusya ve Almanya?ydı. Devletin yönetimindeki İttihat Terakki?nin Sultan Abdülhamit'i tahttan indirmesi dünya güçlerinin devletimize müdahalesiydi, Osmanlı İmparatorluğu?nu tasfiyesinin başlangıcıydı. Balkan Savaşları, Trablusgarb (Libya) Savaşı, Birinci Dünya Savaşı peş peşe patlak verecek, bugünkü yurdumuzu Milli Mücadele?yle elimizde tutabilecek ve Türkiye Cumhuriyeti?ni zorla ilan edebilecektik..
1989?daki Yıldız Sarayı?nı ziyaretimde, devlet başkanlığına Sultan Abdülhamit'ten sonra milletin istediği kişilerin değil, dünya güçlerinin istediği kişilerin geçtiğini ve ülkedeki düzeni daha çok dış dinamiklerin belirlediğini bir kez daha düşündüm. 20. yüzyılın başında meydana gelen bu 31 Mart olayı, daha sonra meydana gelecek 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan askeri müdahalelerinin de habercisi ve şablonuydu
Yıldız Sarayı?ında başı kopan milletin, tam 100 yıl anayasa yapma ve ülkesini yöneterek kaderini belirleme hakkı yoktu. Bu sömürge ülke olma vaziyet ve istikametini idrak etmek, milletimizin öz evlatlarının birinci göreviydi.
MİLLETİ ZİNCİRE VURAN ANAYASA
Sultan Abdülhamit'in tahttan indirilişinin 80. yıldönümünde 27 Nisan 1999?daki ziyaretimde, ülke 12 Eylül Anayasa?sıyla yönetiliyordu ve Çankaya?da Kenan Evren oturuyordu. Kenan Evren, 12 Eylül müdahalesiyle Çankaya?ya geçmiş ve yedinci Cumhurbaşkanı olmuştu. 12 Eylül darbesinin yapılmasının ardından CIA Ankara Bürosu Şefi Paul Henze, Washington?daki Beyaz Saray?dan bir telefon alacak ve ?Paul, senin çocuklar başardı? denecektir. Kenan Evren'in bu dönemde NATO içerisinde gizli bir örgütlenme olan stay-behind kontrgerilla ordusunun başında bulunduğu iddia edilmektedir. (Paralel History Project NATO's Secret Armies)
O ziyaretimden altı ay sonra, 9 Kasım 1989?da Turgut Özal?ın sekizinci Cumhurbaşkanı olacağını öngörmek imkansızdı..Turgut Özal?ı, Çankaya?da çok tutmadılar. Onun cumhurbaşkanlığı döneminde, Rusya?da devrim olmuş, Berlin duvarı yıkılmış ve Kafkasya?daki Müslüman Türkler bağımsızlık mücadelelerine başlamışlardı. Özal, değişen dünya şartlarının ve Türkiye?nin omuzlarına binen tarihi rolün idrakindeydi. Özal?ın son günlerinde Rusya?daki Müslümanların bağımsızlık mücadelelerine dönük destek arayışında oluşu ölüm nedeni olarak tarihe geçti.
Sultan Abdülhamit'in tahttan indirilişinin 90. yıldönümünde 27 Nisan 1999?daki ziyaretimde, ülke 12 Eylül Anayasa?sıyla yönetiliyordu ve Çankaya?da Süleyman Demirel oturuyordu. Demirel, dünya güçlerince mutemet bir politikacı olarak Çankaya?ya yerleştirildi. Demirel, görev süresince kendine bu rolü verenlere hayal kırıklığı yaşatmadı: Türkiye, Demirel ve dönemindeki iktidarlar yüzünden dış politikasını ABD-İsrail çizgisine oturttuğundan dünyada iyice silikleşti.
Demirel, bir dönem daha Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturma amacıyla 28 Şubat müdahalesini yapan cuntaya destek verdi. Başbakan Necmettin Erbakan milletin verdiği görevinden uzaklaştırıldı, TBMM bir siyaset mühendisliğine sahne oldu. AnaSol-M koalisyon hükümeti ortaklarının (Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz) birbirleri ile anlaşamamaları ve Demirel?in süresini uzatma ve partilerinden birinin adaylığında ortak karara varamamaları sonucu, hepsinin dışında bir aday olan, dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer'i cumhurbaşkanı adayı olarak belirlediler. Sezer 3. tur sonunda gereken oy sayısının (276) üzerine çıkarak Türkiye'nin 10. cumhurbaşkanı seçildi ve cumhurbaşkanlığı görevini 16 Mayıs 2000'de Süleyman Demirel'den devraldı.
Cumhurbaşkanlığı döneminde politik ve diplomatik yetersizliğiyle tarihe geçen Ahmet Necdet Sezer, 21 Şubat 2001'deki MGK toplantısında dönemin başbakanı Bülent Ecevit'e anayasa kitapçığını fırlatmasıyla başlayan 2001 Türkiye ekonomik krizi, kamuoyunda "Kara Çarşamba" olarak adlandırıldı. 2003 yılında AKP hükümeti seçilene kadar başörtülü milletvekilleri eşlerini resepsiyonlara davet etmesine rağmen 2003 yılından itibaren Çankaya Köşkü?nün bir kamusal alan olduğunu belirterek Başbakan'ın eşi de dahil hiçbir baş örtülü kadını Çankaya Köşkü'ne davet etmemesi tartışmalara yol açtı. Veto hakkını en çok kullanan cumhurbaşkanı olan Sezer, görev süresi boyunca toplam 67 yasa, 22 Bakanlar Kurulu Kararı ve 729 müşterek kararnameyi iade ederek dönemindeki AK Parti hükümetini çalıştırmadı.
Sezer ayrıca toplam 190 mahkumu affederek en fazla mahkumu affeden cumhurbaşkanı oldu. Sezer'in affettiği mahkumların sayısı ve bağlı bulundukları örgütleri ise şöyledir: 40 DHKP-C, 6 PKK, 28 TKP-ML TİKKO, 28 TİKB, 19 Dev-Sol, 17 MLKP, 15 THKP-C, 3 TDP, 2 TKİP, 2 TEKP Leninist Gerillaları, 1 DHP ve 1 Dev-Yol. Sezer'in, teröristleri af gerekçesi, açlık grevine bağlı olarak oluşan Wernicke-Korsakof adlı bir tür hafıza kaybı hastalığı olarak belirtilmişti. (Sezer?in çok sayıda terörist mahkumu affedişi, Türkiye?de terörün derin devletin tezgahı olduğunun ve Kürtleri / Alevileri ayrılıkçı politikaya çekme amacına matuf birer toplum mühendisliği oluşunun kanıtı olarak tarihe geçti.) Sezer'in affettiği adi suçlular arasında ise; 7 katil, 3 tecavüzcü, 1 gaspçı, 5 çete mensubu, 4 de uyuşturucu kaçakçısı bulunmaktaydı.
Türk Silahlı Kuvvetleri adına Genelkurmay Başkanlığı'nın Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısı ile 27 Nisan 2007 tarihinde, gece saat 23:20'de yaptığı, lâiklikle ilgili açıklama, kamuoyunda "muhtıra" olduğu yönünde değerlendirildi. Bildiri internet aracılığıyla verildiği için "e-muhtıra" olarak da adlandırıldı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in görev süresinin Mayıs ayında dolacak olması nedeniyle başlayan Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili olarak özellikle anamuhalefet partisi CHP'nin Türkiye'nin tepedeki üç makamın da Milli Görüşçü olmaması ve Cumhurbaşkanı'nın tüm partilerin uzlaşısı ile seçilmesi gerektiği düşüncesine birçok sivil toplum kuruluşu ile (Cumhurbaşkanı'nın TSK'nın başkomutanı sıfatı taşıdığı gerekçesi ile) müdahil olması, bu görüşlere AK Parti ve diğer sivil toplum kuruluşları tarafından itibar edilmemesi, ülkede gerginliği tırmandırdı.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, 12 Nisan'da Cumhurbaşkanı'nın Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Başkomutanı olması sıfatı ile bu seçimlerin kendilerini de yakından ilgilendirdiğini belirtmiş ve seçilecek Cumhurbaşkanı'nın cumhuriyetin temel ilke ve kuralları ile Atatürkçülüğün gereklerine özde bağlı olması gerektiğini beyan etmesi ve birçok sivil toplum kuruluşu tarafından organize edilen 14 Nisan Cumhuriyet Mitingi'nin netice vermemesi sonucu, süreç, doğal olarak başladı
AK Parti Merkez Yönetim Kurulu Erdoğan'a seçimle ilgili tam yetki vermiş ve kamuoyu baskıları ile muhalefet partilerinin başlattığı çalışmalar neticesinde kendisi aday olmayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı adayını belirlemek üzere AK Parti içerisinde ağırlığı olan ve Milli Görüşçü olarak anılan TBMM Başkanı Bülent Arınç ile yaptığı görüşmeler sonucunda, Abdullah Gül'ü aday ilan etti.
Hükümet bildiriyi üzerine almadı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek ertesi gün bir basın açıklaması yaparak Hükümet?in de laiklikten yana olduğunu bildirdi. Hükümet alışılmadık bir şekilde, daha önceki askeri müdahalelerin ardından hükümetlerin takındığı tavırların aksine muhtırayı sert bir tepkiyle karşıladı. Cemil Çiçek konuşmasında Genelkurmay Başkanı' nın resmi olarak Başbakan' a bağlı olduğunu, görevleri itibarıyla Başbakan'a karşı sorumlu olduğunu belirtti. Eski Cumhurbaşkanı ve 12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren Ordu'nun gerek gördüğü için böyle bir açıklama yapmış olduğunu ve bunun görevi olduğunu belirtti.
Mecliste temsil edilen CHP, ANAP, DYP, HYP, SHP ile TBMM'de sandalyesi olmayan DSP, MHP, İP liderleri erken seçim kararı alınarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yeni Meclis tarafından yapılması gerektiğini basın açıklamaları ile belirttiler. Ancak Hükümet böyle bir yolu tercih etmediklerini ve seçim sürecinin devam edeceğini açıkladı. Abdullah Gül ise adaylıktan çekilmeyeceğini açıkladı.
TBMM'de 27 Nisan 2007 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi 1. turunda toplantı yeter sayısı olan 367 sayısına ulaşılamadığı gerekçesiyle CHP tarafından Anayasa Mahkemesi'ne yapılan itiraz başvurusu 1 Mayıs 2007 tarihinde haklı bulunarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1. turu iptal edildi. Bu gelişmeler üzerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 24 Haziran ya da 1 Temmuz tarihinde erken seçime gidileceği açıklaması yaptı.
Ayrıca, 1973 ve 1980'de olduğu gibi askerlerin Cumhurbaşkanlığı sürecine artık müdahil olmalarını engellemek için, Anavatan Partisi'nin teklifi TBMM tarafından kabul edilerek Anayasa değişikliği yapıldı ve bundan sonra Cumhurbaşkanlarının 5 senede bir doğrudan halk (cumhur) tarafından seçilmesi kabul edildi. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve CHP itiraz ettikleri için bu değişiklik referandum ile halkoyuna sunuldu ve %78 oy oranı ile kabul edilerek kesinleşti.
16 Mayıs 2007'de görev süresi dolmasına rağmen, Eski Yargıtay Başkanı Sabih Kanadoğlu'nun toplantı yeter sayısı 367 olduğu tezi ve Anayasa Mahkemesinin benzer bir karar alması sonucu parlamento yeni bir cumhurbaşkanı seçemedi ve erken seçime gitti. Seçimlerden sonra Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçildiği 27 Ağustos 2007 tarihine kadar Ahmet Necdet Sezer Türkiye'nin onuncu Cumhurbaşkanı olarak görev yaptı.
12 Eylül Anayasası, milleti zincire vuran bir anayasa haline geldi; TBMM?ni kıpırdatmayan anayasadaki sömürge ruhu bürokratik oligarşinin çabalarıyla iyice açığa çıktı. Meclis, ne yasa yapabiliyordu ne de Cumhurbaşkanı?nı seçebiliyordu.
ANAYASA ALLAH?A, MİLLETE, TARİHE, MEDENİYETİMİZE VE TABİATA SAYGILI OLMALI..
Sultan Abdülhamit'in tahttan indirilişinin 100. yıldönümünde 27 Nisan 2009?daki ziyaretimde, ülke hala 12 Eylül Anayasa?sıyla yönetiliyordu ve onbirinci Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül görev yapıyordu.
Türkiye, Turgut Özal ile başlayan sivil cumhurbaşkanı çizgisini Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer ile sürdürdü ama Abdullah Gül ile demokratik bir ruh kazandı. Gül, Hükümet?in demokratikleşme adımlarını destekledi, sivil-asker ilişkilerinin normalleşmesini sağladı.
12 Eylül Anayasası?nda, 27 Nisan 1909 Salı günü Yıldız Sarayı'nda Sultan Abdülhamit?i tahttan indiren İttihatçı masonik zihniyet hakimdir. Türkiye, yeni, sivil, demokratik bir anayasa yaparak 100 yıllık bu dışgüdümlü sömürge düzeninden kurtulacaktır.
Anayasa, milletimizin tarihiyle barışık, dinine saygılı, millet iradesini esas alan ve özgürlükleri sağlayan bir anayasa olmalıdır. Demokratik anayasa, Yıldız Sarayı?nda kaptırdığımız hakimiyet hakkını, kaderini belirleme iradesini yeniden milletimize sunmalıdır. Anayasamız, dünya güçlerinin Yıldız Sarayı?nda kopardığı milletimizin başını yeniden yerine koymalıdır.
Sultan Abdülhamit?in "Bir Türk padişahına ve İslam halifesine hal' kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?" sözünü bugünü göz önüne alarak yeniden anlamlandıracak olursak, şunu söyleyebiliriz: Ülke yönetimi, bağımlılıktan ancak İslam?a sadık bir demokrasiyle kurtulabilir.
Demokratik anayasa, Allah?a saygılı olmalı ki millete de, tarihe de, medeniyetimize de, tabiata da saygılı olsun. Yıldız Sarayı?ında milletimizin başını koparan ve topraklarını elinden alan dünya güçlerinin dayattığı, Allah?a ve millete saygısız anayasalardan 100 yıldır çok çektik; fakir, cahil, medeniyetinden uzak düşmüş, teşkilatsız, ezilen ve sömürülen bir halk haline getirildik.
Anayasa, temelinde bulunan milli iradeyi güçlendirmeli. Milletimiz, anayasa yapma hakkı ve ülkeyi yönetme iradesini yeniden eline aldığı gün, İslam dünyasının lideri bir Türk devlet adamına kavuşmuş olacaktır.
Mustafa Yürekli / Haber 7
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.