Mevlana, Batı ve Goethe psikolojisi
2007 yılı Mevlânâ’nın 800. doğum yılı olduğu için Unesco tarafından “Dünya Mevlânâ Yılı” ilan edilmiştir. Mesnevi, hala ABD’de en çok satan kitaplar sıralamasında birinciliğini sürdürürken, Hawaii, Japonya ve Güney Kore başta olmak üzere pek çok ülkede Mevlevihaneler inşa edildiği haberleri medyada yer almaktadır.
21. yüzyılın başında, Mevlana, insanlığın ufkuna ağan İslam’ın bir büyüğü, bir İslam alimi, düşünür ve şair olarak, mesajını insanlığa ulaştırma başarısıyla kayıtlara geçmiştir. Dünya üniversiteleri, akademisyenler, aydınlar ve sanatçılar, değişik açılardan Mevlana araştırmaları yapmaktadır.
Mevlana’nın hayatı, kişiliği ve eserlerinin farklı düzeylerde de olsa sonuçta böyle küresel ilgi odağı haline gelmesi, Mevlana’nın her geçen gün artan insanlığa etkisi, Türkiye’deki üniversitelere ve akademisyenlere, insanlığa, Mevlana’yı felsefe ve sosyal bilimlerin diliyle anlatma görevi yüklemektedir.
Hakikatten kopmuş, duyarsızlaşmış, uzaklaşmış ve yabancılaşmış çağdaş insana, tek kurtuluş yolu olan Mevlana’nın aşka, Allah’a sevgiyle bağlanma çağırısı ulaşmalıdır.
"İnsanlık, dünyanın neresinde olursa olsun, ‘Gelin tanış olalım!’ diyen Bizim Yunus’un sesini; ‘Ne olursan ol gel!’ diyen Mevlânâ’nın hoşgörüsünü duymaktadır. Temiz vicdanlar, dünyanın her yerinde Mevlânâ’ya yönelmişlerdir.’’ diyen Senail Özkan, Mevlana çalışmalarının yetersizliği konusunda ‘Mevlana ve Goethe’ kitabında şu tespiti yapmaktadır:
“Mevlânâ’nın Avrupa’da yeteri kadar tanınmamasında, şöhretinin Avrupa’ya beklenilenden geç ulaşmasında Goethe’nin menfî ve flû tavrının büyük payı olduğu muhakkaktır. Aslında Mevlânâ’nın eserleri o zamanlar bir Avrupa diline tercüme edilmiş olsaydı Goethe, hayalinin sınırlarını keşfedebilecek ve bu çağların en büyük sûfîsine, Hafız’a gösterdiğinden daha çok ilgi gösterecek ve belki de hayran olacaktı. Kanaatimizce bu iki büyük ruhun birbirine en çok benzeyen tarafları, inşa edici değil temâşâ edici, parçayı ve ayrıntıyı değil, bütünü ihâta eden bakışa sahip olmalarıydı.” (Mevlana ve Gothe, 2006, Ötüken Neşriyat, s.11 – 18)
1749 yılında Frankfurt’ta dünyaya gelen Johann Wolfgang von Goethe, 83 yıllık yaşamına silinmeyecek izler bırakarak 1832’de Weimar’da “Daha fazla ışık…” diyerek hayata veda etmişti. Ünlü eseri Faust (Latince ‘mutluluk’ demek) romanı ile Alman edebiyatına damgasını vurmakla kalmadı; hayatı boyunca yaşadığı aşk acıları ve ortaya koyduğu eserlerle romantik bir yazar, şair olarak tanındı.
Dolayısıyla farklı çağlarda, farklı toplumda ve kültürde yaşayan iki sanatçı olmalarına rağmen Goethe, kendinden beş asır önce yaşamış Mevlana’dan oldukça etkilenen ve bunu eserlerine de yansıtan bir sanatçı. Senail Özkan, tespit ettiği bu etkilenmeyi şöyle anlatıyor:
“Her ne kadar Goethe, şiiriyle farklı bir hedefe yönelse de belirli bir irtifadan sonra tamamen Mevlânâ’nın mistik yörüngesine yerleşmekte ve onunla aynı ufku paylaşmaktadır.”
Özellikle belirtmek isterim ki Batı insanı, Goethe psikolojisine yakalanmış görünüyor: Hakikate hasret duymak! Hikmet sevgisi ve arayışı..
Mevlana’nın hikmet dolu sesi, şifa olacağından,Mesnevi başta olmak üzere eserlerinden tevhit aydınlığına boğulacaklar ve Goethe gibi “Bir tek Allah’a inanç, daima ruhu yüceltici bir etkiye sahiptir; çünkü bu, insanı kendi iç birliğine götürmektedir.” (Goethe Doğu ve Batı Divanı, Notlar ve Tetkikler) diye hakikati itiraf edeceklerdir. Bu itiraftaki samimiyet belki de hidayete vesile olabilecektir.
Muhammed İkbal, Alman sanatçı Goethe'nin Doğu Batı Divanı'na nazire olarak kaleme aldığı muhteşem eseri Şarktan Haber (Peyam-ı Maşrık) kitabında Mevlana ilee Goethe'yi, cennette karşılaştırır. Burada Goethe, Mevlana'ya Faust'undan ‘Şeytan ile Hakîmin Sözleşmesi'ni okur. Mevlana, şairle tanışınca ona şöyle hitap eder:
'Aşk sırrından
Herkes haberdar olamaz.
Herkes bu dergâha giremez.
Ancak iyi olarak yaratılan ve
Hilkatin esrarına mahrem olan insan anlayabilir..
Zekâ ve maharet şeytandan...
Aşk ise âdemden sâdır olur..."
İkbal son iki dizesiyle çağdaş insanın hastalığını teşhis edip reçetesini de yazmaktadır. Çağdaş insan, zekanın bilim, teknoloji, bürokrasi, politika ve bankacılıktaki dünyevi başarılara doydu ve ödediği bedele bakıp acı çekmekte.. Kurtuluş ise aşk. Aşk, yani erdem ve adalet!
Mevlana Celaleddin Rumi'nin şiiri, çağdaş insanı özgürlük ve bilinç mihrakından koparıp bir sürü, bir kuru kalabalık olarak gütmek isteyen tanrı tanımaz, maddeci, tahammülsüz, katı ve bağnaz insanlara ve onların ideolojilerine karşı çekilmiş bir bilinç kılıcıdır.
Ruhtan, maneviyattan, muhtevadan, iç aydınlıktan ve incelikten daha çok hıza, zevke, konfora, yarara, görüntüye, sathîliğe, ucuzluğa ve basitliğe itibar eden sıradan insanlar yahut bir takım saplantılardan ve ruh körlüğünden kendini kurtaramamış aydınlar, Mevlânâ'nın şiirini anlamakta zorlanacaklardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.