Mehmet Akif’in Antakya Gezisi
Mehmet Akif, 1925’ten 1936’ya kadar Mısır’da yaşadı. Hayatının son 11 (on bir) yılı, belki en çileli dönemidir.
Mehmet Akif’in Mısır’daki sıkıntı dolu hayatı, Türkiye’nin istihbarat raporlarına da yansımıştı. Çünkü Mehmet Akif sürekli takip altında tutulmaktaydı. Oldukça münzevi bir hayat sürmüş, zamanının çoğunu, kendisi ve ailesinin rahatsızlıkları ile uğraşmakla geçirmişti. Son derece ihtiyaç içinde, sağlığı bozulmuş, ekonomik sıkıntılar içinde çile çekerek geçinmeye çalışmaktaydı.
20 yıllık memuriyet hayatını milletvekilliğiyle de taçlandırmasına rağmen Ankara hükümeti İstiklal Marşı şairine emeklilik maaşını çok görmüştü. Oysa Akif yurt dışında ne politika yapmış, ne de Türkiye rejimi aleyhinde çalışmıştı.
Kızına yazdığı mektuba bir fotoğrafını koydu; fotoğrafta zayıftı, kaldığı evin bahçesinde, banka oturmuştu; ayakkabıları eskiydi. Fotoğrafın arkasında da şu dörtlük yazılıydı:
“Şu serilmiş görünen gölgeme imrenmedeyim
Ne saadet, hani ondan bile mahrumum ben.
Daha yıllarca eminim ki, hayatın yükünü
Dizlerim titreyerek çekmeye mahkûmum ben.
Çöz de artık yükümün kör düğüm olmuş bağını; Bana çok görme ilâhî bir avuç toprağını!”
Gerçekten de İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif’in 1935 baharında sağlığı bozuldu; karaciğer rahatsızlığından dolayı büyük ıstırap içindeydi. 1935 Haziran ayında, Mısır’dan Lübnan’a giderek bir süre dinlendi, Ağustos ayında da Beyrut’a geçti. Bereket Zade Cemil Ağa’nın daveti üzerine Beyrut’tan Antakya’ya gelecekti. Fransız işgali altındaki Antakya’da 21 gün kaldıktan sonra yeniden Mısır’a gitti. Bu yazıda, Mehmet Akif’in ömrünün sonunda gerçekleştirdiği söz konusu üç haftalık Antakya gezisini anlatacağım.
Antakya’ya Davet
Mehmet Akif’in Antakya gezisine dair bilgiler şöyle: Antakya’nın ileri gelenleri bir gün toplanıp Mehmet Akif’i davet etme kararı almışlardı.
Antakya eşrafından Bereketzade Cemil Ağa, davet sahibiydi; Akif’i konağında ağırlayacaktı. Antakya lisesi edebiyat öğretmeni Kozanlı Ali İlmi Fani de davete elçilik yapacaktı. Çünkü İstanbul’da üniversite öğrencisiyken birkaç kez Akif’le görüşmüştü.
Ali İlmi Bey, vakit kaybetmeden Beyrut’ta, Suk-ül Garp yaylasında bulunan Mehmet Akif’i ziyaret etti. Hasta Mehmet Akif ile kaldığı otel odasında görüşüp Antakya’ya daveti haber verdi: “…Efendim sevenleriniz İskenderun Livasında sizin yolunuzu hasretle gözlüyorlar. Burada yalnız başınıza kalmanın da bir manası yok. Bol oksijenli havası ve meşhur Zugaybe suyuyla Antakya’nın iklimi Beyrut’tan daha sağlıklı. Tabiblerimizin kontrolünde aşılarınız da yapılır…”
Böyle zor zamanda aranmak, sağlık sorunlarıyla uğraşan şairi çok duygulandırdı; Bereketzade Cemil Ağa ve İskenderun Sancağı’ndaki aydınların Antakya’ya daveti onu çok mutlu etti. Mehmet Akif bu nazik daveti bitkin ve yorgun olmasına rağmen memnuniyetle kabul etti.
8 Ağustos Perşembe günü birlikte Beyrut’tan Antakya’ya hareket ettiler. Mehmet Akif ve Ali İlmi Bey, 9 Ağustos 1935 günü Halep üzerinden Antakya’ya ulaştılar. Bereketzade Cemil Ağa, bugün Hatay Vilayet binasının karşısındaki görkemli konağını Mehmet Akif’e tahsis etti.
Antakya’da yayınlanan Altınözü, Vahdet, Doğruyol ve Yıldız gazeteleri, bu tarihi ziyareti manşetten duyurdu: “On yıldan beri Türkiye dışında, Mısırda oturmakta olan ‘Safahat’ müellifi Mehmet Akif, iki gün evvel Halep’ten şehrimize gelmiştir…”
Yol yorgunu olan şair, bir gün dinlendikten sonra, Antakyalı aydınları ve sevenlerini huzuruna kabul etmeye başladı.
Mehmet Akif Antakya’da
Akif zamanın büyük bir bölümünü Bereketzade Cemil Ağa’nın konağında halkla sohbet ederek değerlendiriyordu. Her gün Asi nehri kıyısında düzenli olarak yürüyüşe çıkıyor, sonra da dinlenmeye çekiliyordu.
Şair, yıllardır yaşadığı Mısır gurbeti ve çöl sıcaklarından, iklimi, coğrafyası ve sosyo-kültürel yapısıyla Anadolu’nun doğal uzantısı olan Antakya’da kardeşleriyle kucaklaşıp, hasret gidermekteydi. Halkın işgal acısını ve anavatana hasretini birlikte yaşadı. Kötü günlerin ömrü kısa olacaktı. Mehmet Akif Antakyalılara umut ve moral verdi, sıkıntılarını sohbetlerle paylaştı. Ali İlmi Fani, Filozof Rıza Tevfik’e yazdığı 14 ağustos 1935 tarihli mektubunda Akif’in Antakya ziyaretini şöyle anlattı:
“Perşembe akşamı Akif Beyefendiyle beraber Halep’e yetiştik. Geceyi Refik Halid beyin yanında geçirdik. Ferdası sabahı Antakyaya geldik. Kendisini Bereketzade Cemil Beyin konağına misafir eyledim. Cemil Beyle Hilvanda tanışmışlardı. Hakkında pek ziyade hürmet göstermekte ve bu suretle istirahatını temine çalışmaktadır. Akif Bey vaziyetten pek memnundur, ancak kendisinden bir saat ayrılmak dahi kabil olmadığından benim hürriyetim elimden gitmiştir. Hatta şu kısacık mektubu bile size beş gün sonra yazmaya vakit bulabildim… “
Mehmet Akif ise, İstanbul’da bulunan prenses Emine Abbas Halime yazdığı mektupta Antakya’yı ve halkını şöyle anlatıyordu: “…Antakya şehri sırtını Habibi Neccar dağına vermiş, ayaklarını Asi nehrine uzatmış, gözlerini de karşıki Toros cibaline dikmiş, ağaçlık, bahçelik, zeytinlik, bağlık, sulak, yemyeşil bir Türk yurdu. Değersiz eserleri dolayısıyla fakire gıyaben aşina çıkan ahali, fevc fevc ziyaretime geldiler. Davet davet alıp dağlara, bahçelere, bağlara götürdüler. Hele konağına indiğim Cemil Bey, ev sahipliğini bendenize devrederek, mahcup bir misafir gibi kendisi bir köşeye büzüldü. Ahçılar, hizmetçiler bütün emirleri bendenizden telakki eder oldular. Asıl beylerine hiçbir şey sormaz oldular.! Asalet mutlaka kendini gösteriyor. Asil adam ne kadar düşse, gene sağlam bir tarafı kalıyor…”
Bereketzade Cemil Ağa’nın konağında bazı gece sohbetler ikramlarla sabah ezanına kadar sürerdi. Antakya’da gördüğü samimi ilgi ve misafirperverlik Akif’i çok mutlu etti. Doktorların tavsiye ettikleri gibi beslenme disiplinine riayet ettiğinden çok rahatladı; Antakya gezisi belirgin bir şekilde onu rahatlatmıştı.
Fransızların Antakya İşgali
Mehmet Akif, Antakya caddelerinde gezerken resmi dairelerin önündeki direklerde asılı Fransız bayraklarını görmekteydi. Bu güzel vatan köşesinin, sevgili Antakya’nın Fransız işgali altında oluşuna, Antakyalıların işgal altında yaşamaktan duyduğu derin üzüntüye ve Anavatan hasretine tanık oldu.
Bir gün Mehmet Akif beraberindeki bir grup Antakyalılarla Asi kenarında yürürken, Ali İlmi Fani şaire hitap ederek, ”Üstadım Antakya için bir şiir lütfeder misiniz, hatıranız olur!” diyerek bir ricada bulundu. Mehmet Akif kışlada asılı olan Fransız bayrağına baktı; sonra bu cennet beldenin anavatandan ayrı kalmasından duyduğu derin üzüntüyü dile getiren şu dörtlüğü söyledi:
“Viranlerin yascısı baykuşlara döndüm
Gördüm de hazanında bu cennet gibi yurdu
Gül devrini bilseydim onun, bülbülü olurdum,
Ya Rab beni evel getireydin, ne olurdu…?”
Fransızlara karşı direnen Osmanlı torunu Müslüman halktan bağımsızlık yanlısı milis kuvvetler vardı; karakolu çapraz ateşe alarak sekiz Fransız askerini öldürdüler. Fransız ordusu da köy basıp rast gele ateş etti; toplarla köyleri bombardıman etti. Harmanlar yakıldı, dövene koşulu büyükbaş hayvanlar kurşunlandı.
Fransız lejyonerlerine karşı dişediş-gözegöz çarpışan milis kuvvetlerimiz Fransız ve paralı askerler-lejyonerlere karşı tam bir taciz sebebiydi. İşgalden sonra ilk dört yıl çete savaşlarıyla işgalci düşmanların sesi-soluğu kesildi. Silahlı mücadelede kesin sınırlarla dost belli, düşman belliydi. Ama on beş yıllık belirsizliği ancak Ankara’nın müdahalesiyle çözebildi.
Mehmet Akif Antakya halkının Fransız işgalinden duyduğu ezikliği ve anavatan hasretiyle özgürlüğe olan baş edilmez arzusuna yakından şahit oldu. Kırk yıl önce Adana’da veteriner olarak çalışmış; bölge insanını tanımıştı. Çukurova insanının sıcakkanlılığına, civanmertliğine, misafirperverliğine, cömertliğine ve bağımsızlığa düşkünlüğüne bir kez daha şahit oldu.
Mehmet Akif Ersoy 31 Ağustos 1935 Cumartesi günü Antakyalı dostlarına veda ederek Antakya’dan ayrıldı. Ne var ki Mısır'a dönünce hastalığının geçmediğini gördü. Artık hayatı evham ve kuşku içinde geçiyordu, ihtiyarlamıştı. Zayıf ve dermansız kalmıştı. Manevî hayatı gibi, maddî hayatı da sönmeğe yüz tutmuştu.
Şimdi onun içini kavuran en büyük hastalık yurt ve vatan hasreti idi. İstanbul'a dönmek ve orada ölmek istiyordu. Mısır'da öleceğinden korkuyordu. Nitekim 1936 yılı yaz başlangıcında Mısır'dan İstanbul'a geldi.
Mehmet Akif, İstanbul'a döndükten sonra çok sevdiği memleketinin havasını ancak altı ay kadar teneffüs edebildi. 27 Aralık 1936 Pazartesi günü, sabah tam saat 7,45’te İstanbul’da gözlerini yumdu.
Hatay devleti kurulduğunda; İstiklal Marşı, Hatay devletinin de Milli marşı oldu. İki yıl sonra, 27 Aralık 1938 yılında Antakya lisesinde Türkiye’de ilk defa Mehmet Akif Ersoy için anma töreni düzenlendi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.