“... bu dert böyledir; kimin yâr olacağını bilir de kimin yâr kalacağını bilemez.”
Bir fotoğrafın olsaydı elimde. Neye benzediğini bilseydim. Bir kaşın, bir gözün, bir yüzün olsaydı.
Hayal meyal bir görüntü gözümde; sanki on yedi, on sekizimden kalma. Onu da sen yakıştırmıştın, bilmem kaç yaşında?
Yüzlerce fotoğraf var sana benzeyen. Kaşını koyuyorum, gözü çıkarıyorum; yüzü koyuyorum, saçı çıkarıyorum; her şeyi tamamlıyorum, kalbi çıkarıyorum. Yüz fotoğraftan bir sen çıkmıyor; yüz fotoğraf siliniyor gözümden, yine hayal meyal bir silüet kalıyor, on yedimden.
Uzun süre “bahçede yeşil çınar” türküsünü dinledim. Sonra kekeme dilimle tekrar etmeye başladım söylenenleri:
“... ben seni gizli sevdim,
bilmedim âlem duyar.”
Bir fotoğraf bile yok, sevda gizli.
Mecnun çöle, Karacaoğlan ovaya, Ferhat dağa, Kerem düğüme, Veysel toprağa, Neşet saza, Sezai Geyve’ye sardı, sakladı; ayetsiz şehirde bir derviş, sakalını nereye saklasın?
“ ...sen bana yâr olmazsın,
yüzüme gülme bari.” diyen de sanırım fotoğrafı kaybetmişti. Aklında gülen, gamzeli bir silüet kalmış. Sonra da yüz yüzden çıkmayan bir yüz...
Dert böyle...
Kimin yâr olacağını bilir de kimin yâr kalacağını bilemez.
(GÖLGELİKTEN GEÇERKEN/ İzler ve Yansımalar)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.