İzler Ve Yansımalar - 56
“...ulaştıkça yanar, buldukça ararsın; çünkü vardığın yer, durulacak yer değil, derilecek yerdir.”
Söze onunla başlar, onunla bitirirsin; kimse bilmez ve duymaz. İçinden söylersin.
Gittiğin yere götürür, baktığın yere koyarsın , mesela aynaya. Hizaya geçersin, bir hiza boşluğu bıraktıysan, tamamlanırsın.
Var’a ulaşınca dağılanlarla, ona ulaşınca dağlananlar arasındaki fark burada ortaya çıkar. Ulaştıkça yanar, buldukça ararsın; çünkü vardığın yer durulacak yer değil, derilecek yerdir. Dere dere derinleşir, eşe eşe serinlersin. Serinliğe erdiğin her yer, benliğinle birleşir. Sonra da aradığınla birleşir, karışır, bir olursun.
Aklı saklayan beyinle duyguyu varden kalp, nasıl ki ürettikleri büyüklüğün yanında bir hiçse; sözcükler de düşündüklerinin, hissettiklerinin yanında bir hiçtir. Seni hiç hoş etmeyen bir gidiş “ hoşçakal”a nasıl sığsın, öncesi olmayan sonrasını da hiç düşünmediğin “ sonra görüşürüz”e nasıl sığsın, “ayrılık, ölüm, sevda, yokluk, gurbet” gibi yere göğe sığdıramadığın bir sözcüğe nasıl sığsın?
Bir de sözcüğün dili, dilin de kemiği yoksa..
En dipteki not: “...Bigenur’a... Fidanken kırılanlara...İskenderun/Pirinçlik’teki hiç kurumayacak toprağa... Bin kez daha rahmetle!”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.