Cumhuriyetin sosyolojik tahayyülü: 1. Hilmi Ziya Ülken
Sosyal bilimler tarihindeki aydın tiplerine dikkat çekmek istiyorum.
Hilmi Ziya Ülken’den başlayarak anlatacağım bu bir avuç aydının hayat hikayesinden ülke tarihine pencere açmayı, dahası bu aydınların Cumhuriyetin sosyolojik tahayyülüne ilişkin ip uçları bulmayı umut ediyorum.
Böylece içinde kıvrandığımız medeniyet bunalımının kavranmasını kolaylaştırma yönünde birkaç adım atmış olacağım. Seçeceğim aydın tipleri, hem alanında yetkin hem de akademik birikimimize ciddi katkıları olan akademisyenler olacak.
Hilmi Ziya Ülken
Hilmi Ziya Ülken, Osmanlı İmparatorluğu’nun henüz varlığını devam ettirdiği bir dönemde, II. Abdülhamid’in saltanat yıllarında doğmuş (1901) ve II. Abdülhamid’in tahtan indirilişi, 31 Mart Vak’ası, II. Meşrutiyet’in ilanı, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı gibi gerek Osmanlı Devleti, gerekse de tüm dünya üzerinde etkili olmuş bir dizi önemli olayın gerçekleştiği bir süreçte, çocukluk ve gençlik yıllarını yaşamış ve ilk, orta, lise ve üniversite eğitimini almıştır.
İmparatorluğun tasfiye sürecine ve yeni cumhuriyetin kuruluş mücadelelerine şahit olmuştur. 1919’da ve 1920’li yılların başında Anadolucu hareket içerisinde bulunmuştur. 20’li yılların başlarında, Dergah, Mihrab ve Anadolu Mecmuası dergilerinde Anadolu kültürü üzerine yazıları yayınlanır. Özellikle 1930’lu yıllarda Ahmet Ağaoğlu, Mükrimin Halil Yinanç, M. Şekip Tunç, Peyami Safa gibi isimlerle ev sohbetlerinde sık sık bir araya gelmesi dikkat çekicidir. Hilmi Ziya Ülken’in bu yıllarda beraber olduğu aydın çevresiyle ilişkisi sonraki yıllarda da sürecektir.
1920’li yılların ikinci yarısından itibaren öğretmen olarak, Cumhuriyet’in eğitim alanında duyduğu ihtiyacın karşılanmasında görev almış ve çeşitli liselerde felsefe, mantık, sosyoloji, ahlak, coğrafya gibi dersler vermiştir. 1933’te İstanbul Üniversitesi’nin düzenlenmesinden sonra kendisine görev verilmiş ve daha sonraki yıllarda da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nün ikinci kez kuruluşunda kendisinden hizmet istenmiştir.
1933’te yeni kurulan İstanbul Üniversitesi’ne Türk medeniyeti doçentliğine tayin edildi; ardından araştırma yapmak üzere Berlin’e gönderildi. Döndüğünde üniversitede Türk tefekkür tarihi, mantık, değerler teorisi, İslâm felsefesi, ahlâk, sistematik felsefe ve sosyoloji okuttu. 1941’de profesörlüğe yükseltildi.
İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin iki partili siyasi hayata geçmeye karar verdiği yıllarda Hilmi Ziya Ülken, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’ndeki görevini sürdürmüştür. 1949’da Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne geçti; bu fakültede emekli oluncaya kadar mantık ve sistematik felsefe kürsüsünde ders verdi. 1957’de kendisine ordinaryüs profesörlük unvanı verildi. 5 Haziran 1974’te İstanbul’da vefat etti. İlmî faaliyetlerinin yanı sıra edebiyat, resim ve hat çalışmaları da yapan Hilmi Ziya Ülken Fransızca, İngilizce, Almanca ve Arapça biliyordu.
Farklı Bir Aydın Tipi
27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrasında ise “147’ler hadisesi ile” İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’ndeki görevinden uzaklaştırılmıştı. Fakat 1940’ların sonundan beri ders vermekte olduğu Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki derslerine devam etmesinde bir sakınca görülmedi. Sonraki yıllarda İstanbul Üniversitesi’ndeki görevine dönmesi teklif edilmesine karşın, bu teklifleri kabul etmeyerek çalışmalarını, emekliliğine dek, İlahiyat Fakültesi bünyesinde kalarak sürdürmeyi tercih etti.
Rahmetli Erol Güngör, “...Hilmi Ziya Ülken uzun yıllar Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Kürsüsü başkanlığı yapmış, telif ve tercüme eserleri ile Türk sosyoloji literatürünün büyük bir kısmı onun kaleminden çıkmıştır. Sosyolojiden çok felsefeye ilgi duyan ve o sahada eser vermeye çalışan Profesör Ülken yine de Türkiye’de sosyolojiyi doktrinci olmayan bir açıdan ele alan bol neşriyatıyla Batı kaynaklarını iyi anlayıp iyi anlatmasıyla, bu arada Türk cemiyetinin târihî gelişmesi ve Türk düşünce târihi üzerindeki geniş bilgisi ile önemli bir yer işgal eder.” (2) derken, Hilmi Ziya Ülken’in hem Türk düşünce tarihi içerisindeki yerine ve önemine değinmekte, hem de onun çok yönlülüğüne dikkat çekmekteydi.
Baykan Sezer, ondan, “Hilmi Ziya Ülken belli dönemde aynı anda bir başına Türk sosyolojisini temsil etmiştir. Yaşam öyküsü yalnızca Türk sosyolojisini değil, Türk Üniversite tarihini de anlamamıza yardımcı olmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse Hilmi Ziya Ülken belli bir dönemin Türk düşünce, Üniversite ve sosyoloji serüvenini kendi kişiliğinde temsil etmektedir.” (1) şeklinde bahsetmektedir.
Hilmi Ziya Ülken, İslâm felsefesi ve genel olarak İslâm düşüncesi üzerine daha çok Batılı kaynaklardan istifadeyle geniş kapsamlı çalışmalar yapmıştır. Onun “La pensée de l’Islam” adlı kitabı İsmâilîlik, kelâm, fıkıh, tasavvuf ve İslâm felsefesini içine alan genel bir İslâm düşüncesi tarihidir. “İslâm Düşüncesi I: İslâm Düşüncesine Giriş” başlıklı kitabında Batılı bilim ve fikir adamlarının İslâm dini hakkında değerlendirmeleri, İslâm, Kur’an, İslâm’da inanç ve ibadet esasları, İslâm’da hikmet, ahlâk gibi konular incelenmiş; bazı şarkiyatçıların İslâm diniyle ilgili eleştirileri cevaplandırılmıştır. Ülken’in “İslâm Düşüncesi II: İslâm Felsefesi Tarihi” adlı eseri, ikinci el kaynaklardan yararlanmak suretiyle başlangıçtan Gazzâlî’ye kadar İslâm felsefesi ve filozoflarına dair bilgiler içermektedir (4).
Türk Tefekkürünün Temel Özellikleri
Türk Tefekkürü Tarihi kitabında Hilmi Ziya Ülken, Türk tefekkürünün temel özelliklerine ilişkin tespit yapmaktadır. Kitabın hemen başından, bu tespitlerin yer aldığı kısa bir bölümü dikkatinize sunacağım:
1 - Türk tefekkürü realisttir. O ne Hintliler gibi nefsin içine kapanmış mistik görüşlü bir millettir, ne de eski Yunaniler gibi tabiat ve "Nizam-ı Alem" e esir olmuş kaderci bir millettir.
2- Türk tefekkürü nazariye ile ameliye arasında daima sıkı bir irtibat bulmaya elverişlidir. Onda ameli olmayan ve sırf bir zeka oyunu olarak kalan "muakale"ler yapmak zevki yoktur.
3 - Türk tefekkürü fikirler ve mefhumları basitleştirmek, vazıh ve anlaşılabilir bir hale koymak; ona en rasyonel ve kolay şeklini vermeye müsaittir. Yani o tasavvufta bile realisttir.
4 - Türk tefekkürü hadiscidir. Yani o vakalarla temasında onlardan kendi aksiyonu için ani ve seri neticeler çıkarmaya muktedirdir. Muhtelif medeniyetlere sür'atli intibak kabiliyeti bunun eseridir.
Hilmi Ziya Ülken ‘Şüphe yok ki tarihi tekamül hattı üzerinde bu esaslardan ayrılan tiplere tesadüf edilebilir. Fakat, onlar umumi bir karakteri tespit etmemize mani olamaz.’ (4) demeyi de ihmal etmemektedir.
Başarısız Batılılaşma Girişimleri
Hilmi Ziya Ülken, Aşk Ahlakı isimli çalışmasını, eserinin önsözünde “Boutroux’nun plüralizmiyle Spinoza’nın natüralizmini kaynaştır”dığı bir eser olarak tanımlanmıştır:
“[Kitabın güttüğü hedeflerden] birincisi ve belki en mühimi, şüphe yok ki, halkla aydınlar arasında varlığını fark etmemek imkan dışında olan büyük intibaksızlık meselesidir. Bir müddetten beri kulaklarımızı dolduran bütün halkçılık temayüllerine rağmen, kanaatimce, bu derin boşluk asla doldurulmuş değildir. Hatta, bir noktadan daha da artmıştır... Fakat bütün gayretlere rağmen mesele asla ehemmiyetini kaybetmedi. Çünkü, önce aydınlar zümresi adını verdiğimiz teşkilatsız ve belirsiz kütle, müşterek ahlaki ve fiili prensiplere sahip olmaktan çok uzaktır. İkincisi, halkçılık, halka inmeyi ifade eder. Halbuki, halkı çıkarmak için halka rehber olabilecek vasıflara malik olmak, onlara ahlaki ve fiili sahada örnek ve misal olmak lazımdır. Halkı sevmek ve halk tarafından sevilmek, hasılı halkı iptidai zihniyetinden modern ve medeni zihniyete yükseltebilmek için iki sınıf arasında duygululuğun köklerine dayanan bir köprü kurmak lazım gelecektir. İşte Aşk Ahlakı’nın hedef edindiği en mühim gayelerden biri bu bağlantıyı aramak olacaktır. ” (6)
Hilmi Ziya Ülken’e göre Tanzimatçılardan beri aydınlar medeniyeti “boş bir kalıp” olarak anlamıştır. Ona göre teknik de aynı zamanda kültürün bir parçasıdır. Fakat Tanzimat kadrolarının çağdaş Batı medeniyetini bu bütünlük içerisinde görmediklerini ve bu nedenle de, bir “Türk hümanizması” ya da “Türk rönesansı” gerçekleştirmek için gerekli olan “kendine dönüş”ün önünde en büyük engeli oluşturduklarını düşünmektedir.
Dolayısıyla Hilmi Ziya Ülken’e göre “yapılması gereken, çağdaş Batı medeniyetini iyi bilmek, Türk tarihinin her yönünü iyice bellemek, Türkiye’nin şu anki toplumsal yapısını ve gösterdiği özellikleri tespit etmek’ ve bütün bunların neticesinde derinlikli bir çağdaşlaşma teşebbüsüne girişmektir. Mesele bu şekilde kapsamlı ve derinlikli bir proje olarak algılanmadığı ve düşünülmediği için, Batı sığ bir şekilde anlaşılmıştır. Buna bağlı olarak da, Batılılaşma girişimlerimiz yüzeysel kalmış ve başarısızlıkla neticelenmiştir” (3).
KAYNAK:
1.Baykan Sezer, (2008: s. vii.); “Hilmi Ziya Ülken”, Hilmi Ziya Ülken, Dünyada ve Türkiye’de Sosyoloji Öğretim ve Araştırmaları, İstanbul: Kitabevi.
2.Erol Güngör, (1995: 39) “Türkiye’de Sosyal İlimler”, Dünden Bugünden: Tarih-Kültür-Milliyetçilik, İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş.
3,Eyüp Sanay, (2012; c.42. s.291-293); Hilmi Ziya Ülken maddesi; TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul.
4.Hilmi Ziya Ülken, (1997: 6); Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, 3. bs., İstanbul: Ülken Yay.
5.Hilmi Ziya Ülken (2008:18-19), Türk Tefekkürü Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
6.Hilmi Ziya Ülken, (1959: 3-4); Aşk Ahlakı: Halka Rağmen Halk İçin Kitap, “İkinci Baskının Ön Sözü”, Anıl Yay., İstanbul.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.