Mustafa Yürekli

Mustafa Yürekli

Mehmet Akif’in ideal genci: Asım Bin Sabit

Mehmet Akif’in ideal genci: Asım Bin Sabit

İslam medeniyetinde fikir ile hayat koyun koyunadır. Müslüman aydın kişiliğinde düşünce ile eylemi, hayatında kuram ile uygulamayı bütünleştirmiştir. Bu yüzden tarih boyunca Müslüman aydınlar, insanları hakikate çağırırken çeşitli tehlikelerle karşılaşsalar da yılmamışlardır.

Allâh Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Mescid-i Nebevi’de, Ashab-ı Suffa’da yetiştirdiği alim sahebeleri, İslâm’ı teblîğ etmek amacıyla çevredeki kabîlelere gönderirdi. Fakat gönderdiği bâzı alimler tuzağa düşürüldü, ihânete mâruz kaldı. Dolayısıyla Yasin Suresi’nde anlatılan Habib-i Neccar olayı gibi peygamber elçilerine kötülük, ilk kuşak Müslüman aydınların başına da geldi; bu ihanetlerin en büyüklerinden biri de “Recî Olayı”dır.

Mehmet Akif Ersoy, bir Müslüman aydın olarak, Osmanlı devletinin girdiği Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele koşullarında, ok gibi yerinden fırlayıp cephelere koşmuş, üstüne düşen görevi yerine getirmiştir.  Mehmet Akif, ölüm kalım savaşında şehadete yürüyen üniversite ve lise öğrencilerine, sahabe hayatında somutlaşan iman şevk ve heyecanı önerirken, ideal genç olarak da sahabelerden Asım Bin Sabit radıyallahu anhı göstermiştir.

“Asım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek,
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek! ”

20. yüz yılın başlarında bu coşkun duygularla seslenen Mehmet Akif ne kadar içten, ne kadar da inanç doludur gençliğe.. Ülke işgal edilmiş, bir kan deryasına dönmüş; savaşın toz, duman, kasırgaları.. Ve ardından kara bulutlar kaplamış aziz vatanı. Ama Mehmet Akif gençliğe olan umudunu yitirmemiş.

Bu yazıda Mehmet Akif’in ideal genci Asım Bin Sabit’in radıyallahu anh, hayatını dikkatlerine sunarak günümüz gençlerine başka bir hayatın mümkün olduğunu göstermeye çalışacağım..

Hz. Peygamber’in mücadelesi

Uhud Gazvesi’nden sonra Benî Hüzeyl’in bir kolu olan Benî Lihyân kabilesinin reisi Hâlid b. Süfyân Medine’ye saldırı hazırlığına girişerek komşu kabilelerden asker toplamaya başladı. Durumu öğrenen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Hâlid b. Süfyân’ı ortadan kaldırması için Abdullah b. Üneys el-Cühenî radıyallahu anhı görevlendirdi.

Abdullah radıyallahu anh, Hâlid’i Urene vadisinde pusuya düşürüp öldürdü, böylece Medine’ye saldırı tehdidi ortadan kalktı. Bu olay Benî Lihyân’ın Müslümanlara karşı düşmanlığını daha da arttırdı. 

Benî Lihyân Kabilesi’nin ileri gelenleri, akrabaları olan Adal ve Kāre kabilelerine giderek birlikte Müslümanlardan öç almak için bir plan hazırladılar: Hâlid’in öldürülmesinden bir ay sonra, Hicret’in 4. yılı Safer ayında  (Temmuz 625)  Adal ve Kāre’den altı yedi kişilik bir heyet Medine’ye geldi.

Mekke’deki Kureyş müşriklerine ilişkin istihbarat çalışmaları yapan Hz.Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu başvuruyu değerlendiripyedi kişilik bir heyet hazırladı. Tebliğ heyetinin başına da sahabenin ileri gelenlerinden Asım Bin Sabit’i radıyallahu anh koydu.      

Âsım b. Sâbit’in başkanlığındaki heyette Mersed b. Ebû Mersed, Hâlid b. Bükeyr, Hubeyb b. Adî, Zeyd b. Desine, Abdullah b. Târık ve Muattib b. Ubeyd radıyallahu anhum bulunuyordu.

Asım Bin Sabit

Asım Bin Sabit radıyallahu anh Hicret’ten önce Akabe Biatı’nda İslam’la şereflenmiş, Medineli bir sahabeydi. Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye hicret edince onu Abdullah İbni Cahş radıyallahu anh ile kardeş ilan etti.

Asım Bin Sabit radıyallahu anh iyi bir okçuydu; sahabeler arasında “Resülullah’ın Okçusu” diye anılırdı. Bedir Savaşından önce, bir gece, Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem  savaş sanatına dair sahabeler ile bir sohbet yaptı; onlara nasıl savaşacaklarını sordu. Asım Bin Sabit radıyallahu anh zırhını kuşanmış, belinde kılıcı, bir elinde yay diğer elinde mızrak ile huzuruna geldi. “Ya Resülullah! Düşman iki yüz zira’ mesafede olursa ok atarak savaşırız. Yaklaştıklarında mızraklarımızla dövüşürüz. Mızraklarımız kırılırsa, kılıçlarımızı çeker, sıyırır göğüs göğüse çarpışırız.” dedi. Bu davranış, Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem  Efendimizin çok hoşuna gitti. “İşte savaş böyle yapılır!.. Kim düşmanla savaşırsa Asım gibi savaşsın.” buyurarak ona iltifat etti.

Bedir Savaşı’nda, Kureyş yenilip geriye çekilmeye başlayınca, ileri gelenlerinden Ukbe Bin Ebî Muayt atını sürüp kaçmak istemişti. Asım Bin Sabit radıyallahu anh, Sevgili Peygamberimiz’e boğma girişiminde bulunacak kadar Mekke’de kötülük eden Ukbe’yi fark etti, bir hamlede öldürdü. 

Uhud Savaşı’nda da Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin yanından hiç ayrılmadı. Asım Bin Sabit radıyallahu anh Müşriklerin sancaktarı Müsafi İbni Talha ile kardeşi Haris İbni Talha’yı ok ile öldürdü. Anneleri, Sülafe binti Sa’d, Asım’ın başına yüz deve ödül koydu ve kafatasında şarap içmeye yemin etti.  

Kısaca Asım Bin Sabit radıyallahu anh Bedir ve Uhud gazvelerinde gösterdiği kahramanlıklarıyla meşhur, genç, ilmi de askerliği de seven, bilgili  ve yiğit bir sahabeydi. Tıpkı Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz gibi bir elinde Kuran-ı Kerim, diğer elinde kılıç olan, düşünce ile eylemi kişiliğinde bütünleştiren bir genç sahabe. 

Reci Olayı

Medine-i Münevvere’den yola çıkan Asım Bin Sabit’in tebliğ heyeti radıyallahu anhum, geceleri yol alıyor, gündüzleri hem dinleniyor hem de gizlenmiş oluyordu. Mekke ile Usfân arasında Hüzeyl kabilesine ait Hedâ bölgesinde Recî‘ Pınarı yanında konakladığında Lihyânoğulları’ndan 100 kişilik bir birlik tarafından kuşatıldı.

Müşrikler teslim oldukları takdirde kendilerine bir zarar vermeyeceklerini, Mekkeliler’den fidye almak için böyle davrandıklarını söylediler. Ancak Asım Bin Sabit radıyallahu anh ve arkadaşları bu teklifi kabul etmeyip çarpışmaya girdiler. Âsım bin Sâbit radıyallahu anh, yaralandığı zaman “Allâh’ım! Ben günün başında Sen’in dînini korudum; Sen de günün sonunda benim cesedimi koru!” diye duâ etti.

Lihyanoğulları Asım İbni Sabit radıyallahu anh’ın başını keserek Sülafe’ye satmak istediler. Fakat Asım radıyallahu anh duası hürmetine Allah Teala cesedine müşrik eli değdirmedi ve onlara teslim etmedi. Bir arı sürüsü bulut gibi geldi ve cesedini korudu. Müşrikler yaklaşmak istedikçe arıların hücumuna uğradılar. Sonunda aciz kalıp; “Bırakın, akşam olunca arılar dağılır, biz de başını keseriz” diyerek dağıldılar.

Akşam olunca hiç yoktan bir yağmur yağdı. Her tarafı sel alıp götürdü. Asım’ın radıyallahu anh cesedi de ortadan kayboldu. Müşrikler ne kadar aradıysa da bulamadılar. Bunun için Asım radıyallahu anh “Arıların koruduğu şehit.” diye anılır oldu. Hz.Ömer radıyallahu anh “Yüce Allah, mümin kulunu muhafaza eder. Sağlığında Asım İbni Sabit kendini müşriklerden nasıl korudu ise; ölümünden sonra da Allah onu koruduğundan cesedine müşrik eli dokunamadı.” dedi.

Mersed, Âsım, Hâlid ve Muattib şehid olunca Hubeyb, Zeyd ve Abdullah öldürülmeyeceklerine dair söz aldıktan sonra çıktıkları tepeden inerek teslim oldular. Mekke’ye götürülmek üzere yola çıkarılan bu üç sahâbîden Abdullah bağlı olduğu ipten kurtulup kılıcını çekerek mücadeleye giriştiyse de taşa tutularak şehid edildi.

Hubeyb ile Zeyd, Mekke’ye götürülüp Bedir’de öldürülen yakınlarının intikamını almak isteyen Mekkeliler’e satıldı. Hubeyb ile Zeyd kendilerine yapılan baskılara rağmen İslâmiyet’ten dönmeyi reddettiler ve bir süre Mekke’de hapsedildikten sonra Harem sınırları dışındaki Ten‘îm (Ye’cec) mevkiine götürülüp şehid edildiler.

Asım Soruları

Akif haklıydı. Bir asır önce, 20. yüzyılın başındaki nesil, Peygamberi’ne, ecdadına layık, şanlı tarihine layık, Mehmetçik adına layık, her şeyden fazla ”Müslümanlığına” layık kutlu bir nesildi. Kimisi daha lise sıralarındayken gönüllü olmuştu, şahadete; kimisi üniversite öğrencisiyken. Vatanı candan aziz bilmişler, o yar için serden geçmişlerdi. Onlar düşünmeden canlarını verdiler vatana, vatan can buldu o yiğitlerin kanlarıyla.

Aradan bir asır geçti, vatan aynı vatan, tarih aynı tarih, millet aynı millet ama nesil acaba aynı nitelikte bir nesil mi? Cevap Hayır! Acı gerçek bu: Karşımızda bambaşka bir tablo durmakta ne yazık ki. Hamuru bizden gibi görünse de mayası bizden çok başka, fizik yönüyle bizden, ruh yönüyle fersah fersah uzakta.

21. yüzyılın başında, Mehmet Akif’in yaşadığı ve şiirlerini yazdığı dönemden bir asır sonra, masaya oturup Asım Bin Sabit radıyallahu anhın hayatını ve mücadelesini incelediğimizde, sahabe imanıyla kuşanmayı ve Müslümanlığı yaşamayı kolay mı yoksa zor mu görüyoruz? Bizi bekleyen tuzakları ve hazırlanan ihanetleri fark edebiliyor muyuz? Asımın ruhuna ne kadar yakınız?

Dünya güçlerinin kültürel, ekonomik ve politik tuzaklarına kurban gidenleri görebiliyor muyuz? Avrupa merkezli bilim anlayışına, pozitivizm ve pragmatizme teslim edilmiş üniversitelerde imanımızla direnebiliyor muyuz? Kitabı, dergisi, gazetesi, radyosu, televizyonu ve internetiyle zihinlerimize çullanan, algımıza çuval geçiren dünya iletişim ağının kurbanı olmaktan kurtulabildik mi?

Asım Bin Sabit radıyallahu anhın hayatı ve mücadelesi günümüz aydınlarına ve gençlerine ne mesaj veriyor? Ölümüne imanı korumayı başarabiliyor muyuz? Allah’a adadığımız ömrü, dayatılan pragmatizm, materyalizm, konformizm, hedonizm ve bireyciliğe peşkeş mi çekiyoruz?

Dünyayı verip cenneti alan Asım’ı Müslüman aydın, öğretmen, ebeveyn ve gençler olarak ne kadar örnek alıyoruz? Cenneti verip dünyayı almanın sarhoşluğuyla Asım sorularını cevaplamadan mı geçiyoruz? Dünya güçlerinin önümüze ördüğü duvarlarda, Asım gibi şehadet kapısını açabiliyor muyuz?

Ne oldu da bu hale geldik? Dünya görüşümüzden, varlık tasavvurumuzdan nasıl koparıldık? Dilimizle, davranışlarımızla, inançlarımızla, ülkümüzle nasıl bu kadar yabancılaşabildik. Daha bir asır önce bu vatanda İslam milleti olarak var olabilelim diye ölüme koşa koşa gidenlerle nasıl bu kadar farklılaşabildik? 

Çok duyarsız, kimliksiz, idealsiz, Batı’ya özentili bir gençlikle karşı karşıyayız. Bir öğretmen, bir baba ve İslam milletinin bir mensubu olarak, üzüle üzülegözlemliyorum gençleri. Kızların en büyük ideali sıfır beden olmak. Bilmem ne model eteği, botu almak. Erkeklerin idealiyse cep telefonunun ya da arabasının modelini yükseltememek. Daha bir asır öncesi vatanı için canından geçen genç bugün ülkesi için vergi vermeyi enayilik, askerden kaçmayı uyanıklık, gününü gün etmeyi en doğal hakkı biliyor. Öğretmen ve ebeveynler olarak doğru model olabildik mi çocuklarımıza? Müslüman kimliğimizi, tarihimizi, ideallerimizi doğru anlatabildik mi yeni kuşaklara? Doğru hedefler gösterebildik mi? 

Kayıp büyük! Kurtuluş zor ama mümkün!

Silkinmeli. Ayağa kalkmalı.. Ve üzerimizdeki ölü toprağını atmalıyız artık.

“Arkadaş yurduma alçakları uğratma sakın
Siper et gövdeni dursun bu hayâsızca akın
Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakkın
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın”

Bu dizelere yaraşır şekilde, daha önceki askeri akınları durdurduğumuz gibi, şu anda ülkemize, dilimize, dinimize ve milli kimliğimize gelecek olan manevi akınları durdurmalıyız. Bir an önce kültürel ve ekonomik işgallere son vermeliyiz.. Asımın Nesli için sızlanmak yerine bugün bu amaçla ne yaptığımıza bakalım!

haber7.com / yazının devamı..

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Yürekli Arşivi