Recep Garip: Basiret ve Tefekkür
Eğitim ve öğretimin sınırsızlığı tartışılmaz. En azından ben böyle düşünüyorum. Bireyleri bir arada tutan aile kurumu da öyledir. Ataerkil ifadesiyle kendini inşa etmiş olan aile bireylerinin birbirlerine olan tutkularını, sorumluluklarını, eğitim ve öğretime yönelik unsurları, hane içinden başlayarak topluma açılan bütün kapılardaki irtibatların temel çekirdeği bu kurumdur. Ailede alınan değerler, insan hayatının genelini kapsar. Elbette ki ailenin verdiklerinin üzerine bina edilen eğitim-öğretim kök kültür -kök değer açısından yalnızca genlerdekini etkilemez-büyütmez doğal haliyle alınan değerleri de kendi içinde bireylere zerk eder-yedirir.
Yaşadığınız toprağın, tarihin, coğrafyanın mirasını toplum değerleri olarak görmek icap eder. Dede Korkut’un, Yunus Emre’nin, Hoca Ahmet Yesevi’nin, İmam-ı Gazali’nin, İmam-ı Rabbaninin, İbni Haldun’un, Şeyh Galip’in, Nabi’nin, Mehmet Akif’in, Necip Fazıl’ın ve dahi bilcümle ilim irfan yolunu takip edenlerin bu mirası temsil ederek bizlere emanet bıraktıklarını unutmamak gerekir. İklimleri, mevsimleri, halkın genel kabulleri ve retleri de bu çerçevede ele alınmalıdır. Dolayısıyla büyük bir topluluğun aynı zamanda rengi, anlayışı, ülküsü, ideali, ahlakı, hedefleri de bireyler üzerinde etkilidir. Bu bağlamda ele aldığımız toplum öncülerinin, liderlerinin, yöneticilerinin, temsilcilerinin çizilmiş olan bu kabul ve retlere uygun hareket etmesi beklenir. Bu bağlayıcı unsurlar çoğunlukla yazılı olmayan anlayışlardan oluşur. İşte böylesi güçlü devletlerin aile kurumları da geleceğin nesillerini-evlatlarını ona göre eğiterek-öğreterek toplum bireyleri haline getirmek için gayret sarf ederler. Bahse konu edeceğim böylesi seçkin-lider-önder konumlu iki aile reisinden yola çıkarak bir tahlili geliştirme niyetimdir.
Garip ve Yürekli ailesi; yukarıda vasıflarından kısmen bahsettiğim özelliklere haiz iki Türkmen-Yörük ailesidir. Ahmet Garip ve Ziya Yürekli Hoca Efendiler; iki dost, iki kardeş, iki ülkü, iki ideal, iki ahlak, iki erdem, iki öncü, iki dava elçisi, iki kuran ve sünnet mümessili olarak görmek ve bu minvalde konuyu ele almakta yarar vardır. Burada aynı ideallerin-sevdaların-dava anlayışlarının sahibi olan bu iki güzide şahsiyetin nasıl da biribirlerini önemli gördüklerine işaret etmekten ibarettir. Henüz yaşım on üç-on dört olmalı Ziya Yürekli Hocamla tanışma tarihim. Tepebağ Mahallesinin eteklerinde Gala Kapısına yakın olan Şefika Hatun Camiinde babam Ahmet Garip Hoca Efendi İmam-Hatiplik görevindeydi. Vakit namazlarını mutlak surette babamızın arkasında cemaatle birlikte kılar, müezzinliğe ihtiyaç duyulduğunda müezzinlik görevini de yerine getirirdim. İşte böylesi bir vakit namazında (Öğle-İkindi) namazını müteakiben Ziya Hocamla babam rahmetli tanıştırmıştı. Ziya Hocamın bendeki sureti; mütebessim bir çehre, müşfik bir ses, yanakları pembemsi, yakın ve dost oldukları her hallerinden belli olan bir muhabbet ehli, şahsiyet ve karakteri yakınlaştırıcı, hoş sohbet, dili tatlı, nüktedan, kültürlü, merhametli, güzel ahlak sahibi, itikat ve amelde ısrarlı, Kuran ve sünnet sevdalısı olarak sirayet etmesidir.
Bir çay faslında dizlerimin üzerine çökmüş bir vaziyette Babamla-Ziya Hocamın muhabbetini-sohbetini-nezaketini dinlemiş ve buna şahit olmuştum. O yaş gurubunda dikkatimi çeken hususlar; erdemli, güzel ahlak ve doğru sözlü, ilim-irfan ve kültür ehli, iman, izan, idrak ve amel sahibi olmalarıdır. Ziya Hocamda ilk gördüğüm haller sanki bunlardı. Beni etkilemişti. Babamla olan dostluklarını hissedişim daha da beni yakınlaştırmış olmalıydı. Bir saati aşan bir vakitte sohbet sohbeti açmış, kitabi meseleler üzerinde durmuşlar, toplumun genel durumu hakkında sosyal ve siyasal müzakerelerde bulunmuşlardı. Baba ve oğulları üst başlığı atılmış olsaydı eğer, babalardan oğullar ne kadar çok şey öğrenmiş olduklarına vurgu yapılırdı. “Babasının oğlu” tanımlaması çok şey anlatır aslında. Bizim ecdadımızın şöyle bir bakış açısı oluşmuş; “babasına bak oğlunu al, anasına bak kızını al”. Bulunduğunuz hal, durum, ortam sizi geleceğe öyle hazırlar. Elbette Ziya Yürekli Hocam gibi farklı isimler hafızama gelip gitmiyor değil. Ancak bu faslı biraz açmakta yarar vardır. İlim, irfan sahiplerinden insan ilim ve irfan öğrenir, hikmet ehlinden hikmet elde eder. Bir şehri şehir yapan, ilim, sanat, edebiyat, irfan, ahlak ve hikmet sahipleridir. O dönemlerde Babamın vesile olduğu, kapılar açtığı, ilim, irfan, edep ve ahlak sahipleriyle bir şekilde tanıştırdığı insanlar hafızamı süslüyor. Örneğin; Tepebağ Kuran Kursunda ellerine teslim ettiği ilim ve hikmet sahibi Mehmet Baysal Hocam, Manevi Büyüklerimizden ilim ve irfan ehli Ramazanoğlu Mahmut Sami Efendi Hazretlerinin Adana Halifelerinden Hacı Hasan Efendi, Faruk Karabucak Ağabeyler, Gala Kapısında Hafız Mustafa Ağabey, Bekir Küçükoğlu, Abidin Paşa Caddesinde Makineci Haydar Şanlı, Ulucami İmam Hatibi Muiddin Taş, Ağca Mescit İmam Hatibi Hafız Mehmet Arıcı Hocam, Adana Müftüsü Cemalettin Kaplan, Merkez Vaizlerinden Ali Yaşar ve Kemal Uzun Hocalarım, Yeni Cami İmamı Niyazi Yuvalı, Odacı Mehmet Emmim, Şeyhoğlu Camii İmam Hatibi Yusuf Mülayim, Hüseyin Coşkun, Ziyaeddin Yağcı, Karaisalı Müftüsü Hafız Muzaffer Var, Mehmet Savaş, Hafız Osman Ağabey vs.… Aklımda kayıtları su gibi berrak vaziyette durmaktadır bu ve benzeri isimler. İşte Ziya Yürekli Hocamın da böylesine etkin ve etkili olduğunu hem okuldaki öğretmenliğinden–Adana İmam hatip Lisesinde öğretmenimdir- hem de cemiyetteki sosyal, kültürel, idealist gayretli çalışmalarından, örnek aldığımız gayret sahiplerinden biridir. Zaman zaman babama gelir bu türden muhabbetlerine iştirak ederdim. Onlar aralarında mutlaka istişare ederek hareket ederlerdi. Müşavere etmeden herhangi bir karar alamazlar ve uyulamazlardı.
Okuldaki öğretmenlerimizin, ideal ve ülkü sahibi olanların gayretleri bir başka olurdu. Ders anlatmalarından, giyim ve kuşamlarından, tavsiye ve nasihatlerinden fazlaca etkilenirdik. Dava adamı olmamızda, milli düşünce sahibi olmamızda, bir hedefimizin mutlaka bulunmasında, bir Kızılelma ülküsünün vaz geçilmezliği hususunda, batılılaşmaya karşı İslam anlayış ve düşüncesinin bir ferdi olunmasında, sıklıkla derslerinde tavsiyelerde bulunurdu. Derslerimizin dışında kitap, dergi okumamız, sosyal faaliyetlerde bulunmamız konusunda teşvik ederdi-ederlerdi. İman sahiplerinin vaz geçilmez özelliklerinden bahsederken; “beş vakit namazlarınızı mutlaka kılmalısınız, güzel ahlak sahibi olmalısınız, doğru sözlü, itimat sahibi kişilerden olmalısınız. Emin olunan, güven duyulan, akıl danışılan bir karakterle ilimin, irfanın sahibi olmalısınız. Çünkü sizler; hissiz, düşüncesiz, basiretsiz insanlardan olamazsınız gençler” diye sık sık kulağımıza, yüreğimize seslenir, aklımızı kullanmamız konusunda da bizleri uyarırdı.
Sanırım bir hafta sonu ikindi namazı öncesinde Ziya Yürekli Hocam, Şefika Hatun camiine gelmişti. (Şeyhoğlu Camiinde de böylesi geliş gidişlerini hatırlıyorum elbette.) Her zaman olduğu üzere cemaatle namaz kılınmış, imam odasında sohbetlerini koyulaştırmışlar, ben de bir şeyler ikram etmek için emirlerini bekler dururdum. Hocamın her zaman yanında siyah bir çantası olurdu. Çantasız derse geldiğini, çantasız dolaştığını pek hatırlamıyorum. Sohbetin oldukça koyulaştığı bir vakitte çantasından bir dergi çıkartmış ve babama bu dergi mutlaka okunmalı ve abone olunmalı diyerek ilk abonesini babam benim adıma parasını o anda ödemiş, böylelikle hayatımın ilk dergisine de abone olmuştum. Artık benim adıma her ay bu dergi geliyordu. O dergi, “Yeniden Milli Mücadele” dergisiydi. Ömrümde ilk adıma gelen mevkute-mektup-dergi bu olmalıydı. Dergiyi alır almaz satır satır okumuştum ve her ay soluksuz okumalarım devam etmişti. İdealistliğin, dava adamlığının, adanmışlığın, inanmışlığın dergisiydi. Batıcı olmamanın, siyonizmin, komünizmin tuzaklarından kurtulmanın yollarını ben bu dergiyle öğrenmeye başlamıştım. Batılılaşma küfür, Siyonizm insanlığın başına belaydı. Köksüz, gövdesiz bir yapı oluşturulma çabasına karşı bir duruş ortaya koyuyordu “Yeniden Milli Mücadele” dergisi. Sovyet Rusya’ya, Amerika’ya, İsrail’e karşı kültürel bir mücadelenin dergisiydi. Derslerin dışında bir dünya vardı ve bizler onu mutlaka tanımalıydık. Bunun için iman ehlinin birlik ve beraberliği önemliydi. Birbirimize sahip çıkarak ancak var olabilirdik. “Düşüncede bir, imanda bir, amelde bir, duruşta bir, davada bir, vatanda bir, ülküde bir, bayrakta bir olmalısınız. Çünkü sizler Allaha, peygambere, ahiret gününe iman etmiş gençlersiniz. Bunu aklınızdan asla çıkarmamalısınız” derdi Ziya Yürekli Hocam.
Ziya Yürekli Hocam; iman sahibi, ideal sahibi, amel sahibi örnek bir mümindi. Muallimliği ömrüne yansımıştı. Kurana ve sünnete tabi olmanın nurunu, heyecanını, inanmış olmanın teslimiyetini, güzel ahlak sahibi, doğru sözlü, birikimli ve kültürlü olmanın avantajını her daim üzerinde görmek mümkündü. İşinin, imanının, adanmışlığın adamıydı. Dedikodudan, kibir ve gururdan uzaktı. Kurana âşık, her daim okuyan ve okutan bir eylem adamıydı. Ehli dil, ehli gönül ve sufi bir meşrebe sahipti. Derslerinde, Kuran okumamızı, mealinden, tefsirinden okumalar, dersler yapmamızı önerir, kendisinin de sürekli olarak Kuran okuduğuna, meal ve tefsir okuyarak bizlere örnek olduğuna kaniyim. Örneğin; Hasan Basri Çantay’ın “Kuran-ı Kerim Mealini”, Elmalılı Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri”ni, Ömer Nasuhi Bilmen’in “Büyük İslam İlmihali”ni, Numan Kurtulmuş’un “Amentü Şerhi”ni, İmam-ı Nevevi’nin “Riyazü’s Salihin”ini bizlere tavsiye ederdi. İdealist Öğretmenlerimizden bir kaçını hatırlıyorum. İsimlerini yazamadıklarım beni bağışlasınlar. Mehmet Sait Kırmacı, Abdullah Soğukpınar, Ali Yıldız, Ahmet Taş, Osman Ersoy, Muiddin Aksoy, Ayhan Aksu, Feyzi Uzun, Mansur Moğol, Zıya Yürekli gibi hocalarımızın ne çok gayretleri, emekleri üzerimizde olmuştur. Elbette ki idealistliğin-dava adamı olmanın yolu eğitimden, öğretimden geçiyordu. Bu isimsiz kahramanların cemiyette ki sosyal hayatları, okullardan daha çok etkili olmalarından da ileri geldiğini ifade etmeliyim. Binlerce belki de on binlerce vatan evladına istikamet göstermişler, emek vermişler, bunu yaparken Kurana hizmet olarak bilmişler ve ahiret azığı olarak gayret göstermişlerdir.
Ziya Yürekli Hocam, bir cemiyet adamıdır. Adana’ya İstanbul’dan gelen konferanslarda, tiyatro oyunlarında mutlaka bulunurlardı. Üstat Necip Fazıl’ın Konferanslarında, Abdullah Kars’ın “Hazreti Ömer’in Adaleti” tiyatrosunda en önde öğrencilerine dinleyici ve izleyici olarak örnek olurlardı. Fakir ve yoksul Anadolu çocuklarına sahip çıkmanın gayreti her daim omuzlarındadır. Bekir Sapmaz Öğrenci Yurdu’ndaki çalışmalarını, Şeyhoğlu Caminin ön tarafındaki Öğrenci Yurdumuzun müdavimlerinden biridir. Öğrencilerin ihtiyaçları sadece midelerine has değildir, asıl ihtiyacın gönül, akıl ve ruh yönünden terbiye edilmesi için gayretlerinin geceli gündüzlü devam ettiğini biliyorum. Her iki öğrenci yurduyla rahmetli babam ve hocalarımızın çabalarının varlığına şahit olduğum için bu kaydı gerekli görüyorum. Sonraki yıllarda “Pınar” ve “Gerçek” dergileriyle alanı genişlettiklerini ve Otağ yayınlarıyla kitap yayınlamaya ve okuyucu kitlelerini, ilgi alanlarındaki genç okuyucuları bir bilince, şuura erdirme gayretlerini ifade etmekte yarar vardır. Bir edebiyatçı olarak bu ve benzeri dergileri de elbette takip ettik. O dönemlerde Amerika’ya, Rusya’ya, İsrail’e karşı koymak bir yürek işiydi. Bunu en iyi düşünceyle, kalemle, konferanslarla anlatabilirdiniz. Bu işin yolu düşünceden, fikirden geçiyordu. Ateistliğe karşı iman sahiplerinin tefekkürünü artıracak yayınlar yapmak bir görevdi. Milli Mücadele düşüncesi o vakitler tarafsız, siyasetten uzaktılar. Komünizme, Sosyalizme ve İnançsızlığa karşı mücadele veriyorlardı. Daha sonraki yıllarda siyaset yapma gerekliliğine inanarak Millet Partisi’nde siyaset yaptığını da ifade etmeliyim. Milli Görüşün içinde yer almadığını düşünüyorum. Babamın tanıdığı dostlarından birisi de Necmettin Erişen Ağabeydi. Hem Ziya Hocam hem de Necmettin Ağabeyle beraber olma, muhabbetlerinden faydalanma, nasihatlerini dinleme imkânlarına sahip oldum. Bu insanlar kültürlü, şuurlu ve sosyal insanlardı. Dava adamı olmanın sorumluluğu her hallerinden belli olurdu.
Cemiyet hayatı her daim beraber olma imkânı vermiyor. Liseyi bitirdikten sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünü kazanınca Adana’yı-Çukurova’yı bırakmak durumunda kaldık. Böylece İstanbul’un ilim, sanat, kültür dünyasıyla tanışarak bizlere verdikleri temel üzerine tefekkürümüzü artırmaya gayret ettik. Ziya Hocamı, ebedi âlemde bizleri bekleyen önden giden büyüklerimizi, öğretmenlerimizi, ilim hikmet sahiplerini rahmetle, minnet ve şükranla anıyorum. Ruhları şad mekânları cennet makamları ali olsun.
RECEP GARİP
20 Şubat 2021 – İstanbul
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.