Mehmet Demir: 'İnancımız devlet olmalı!'
Çalışmalarında kararlı ve disiplinliydi. Hep vatandan, cihattan ve mücadeleden bahsederdi. Dedikoduyu sevmezdi. Kardeşim davadan bahsedelim, davayı anlatalım, davamızı nasıl iktidar yapacağımızı konuşalım. Kitlelere davamızın kutsallığını, onları nasıl huzura kavuşturacağını anlatalım. Bunun yorumunu yapalım, bunun istişaresini yapalım. Öyle boş şeylerle vaktimizi geçirmeyelim, derdi.
- Medeniyet krizi ve çağdaş İslam rüzgarı
- İslam sanatı ve sosyal adalet
- İslam sanatı, kişilik, kimlik ve kültür
- İslam sanatının birlik oluşturma gücü
- Kur’an-ı Kerim’de gençler
- Dava adamı
Nice büyük alimler geldi geçti. Ciltlerle kitaplar yazdılar ama belli bir davaları olmadığı için, bir davanın sevdalısı olmadıkları için, o ilimleri kendileriyle öbür dünyaya göçtü, derdi. Onun için mutlaka devlet olmak lazım. Bu ülkeyi selamete çıkarmak, bu milleti huzura kavuşturmak için, mutlaka inancımızın ve davamızın devlet olması şarttır, derdi. Bunun için devamlı Hac suresinin 11. ayetini okurdu: ''İnsanlardan öylesi var ki, Allah'a dünyevî bir çıkar beklentisi içinde kıyısından kenarından kulluk eder. Öyle ki; eğer beklentisi gerçekleşir de bir iyilik görürse gönlü onunla huzura kavuşur, dininde sebât eder. Fakat başına bir felâket gelirse hemen gerisin geri dönüp Allah'a kulluğu terk eder.''
Rahmetli ile beraber okuldan çıkar çıkmaz Bayrak dergisi için abone yapmaya çıkardık. Koluma girerdi. Gel Mehmet Bey, bugün aboneye çıkalım, derdi. En azından 4-5 aboneyi ziyaret etmeden veya yeni abone yapmadan eve dönmezdik. Bir gün Melekgirmez çarşısına gittik. Orada birkaç aboneyi ziyaret ettik. 2-3 yeni abone yaptık. Dönüşte, ooh rahatladım, Mehmet bey bugün çok rahat uyurum, dedi rahmetlik. Evet bu derece, gerçekten inkılapçı bir ruha sahipti.
Yorulmak bilmezdi. Bir sene kurban faaliyeti için bütün Adana’yı dolaştık. Rahmetlik beni sık sık arardı. İl başkanlığı yaptığı dönemde arardı, Mehmet Bey ben yalnızım n’olur gel, derdi, giderdim. Şöyle bir saat falan oturduktan sonra yahu niye oturuyoruz burada, gel şöyle birkaç ziyarette bulunalım, cihat yapalım, derdi. İnsanları ziyaret eder, davamızı anlatır öyle dönerdik. İnan ki kurban faaliyetinde, abone faaliyetinde, şu Adananın tamamını dolaşmadığımız olmadı.
Her sene bana sana Tekir yaylasından ev tutalım derdi. Çünkü orada benimle beraber olmak isterdi. 1980- 81 yılında Hacılar Mahallesine hoca olarak götürdüler beni. Mahalle camisinin dernek başkanı bizim öğrencilerimizin velisiydi. Süleyman Demir, belki tanıyanlar olur. İnan ki o tarihte o cami öğrenciyle tıklım tıklım dolardı. Sabahleyin erkek öğrencileri okuturdum, öğleden sonra kız öğrencileri. Belki ben bunu uygulayamadım ama Ziya Bey bütün duaları öğrencilere öğretti. Ezan duası, yemek duası, namazlarda okunan dualar, namaz sureleri … Öğrenciler sıraya girerdi. Ne olur ben kamet yapayım, ben kamet yapayım derlerdi. O kadar şevklendirirdi öğrencileri.
Av merakı vardı. Bana Tekir yaylasındayken devamlı ben şöyle keklik vurdum, böyle tavşan vurdum diye anlatırdı. Bir gün ben de yahu Ziya Bey, ben inanmıyorum, dedim. Bana ya bir tavşan ya bir keklik yedirmeden inanmam dedim. İnan ki birgün bir keklik vurmuş, getirdi, al ye de inan Mehmet Bey, dedi.
Bir gün aboneye çıktık. Büyüksaatin orada bir tüfekçinin önünden geçiyorduk. Bana Mehmet Bey, gel sana şurdan bi tüfek alalım, hafta sonu ava çıkarız, dedi. Yahu ben avcılığı bilmem, dedim. Öğretirim ben sana, dedi. Neyse az sonra, vazgeçtim ben artık, dedi. Artık insan avlama zamanı, bundan sonra insan avlayalım, dedi.
Sevdiği marş neydi biliyor musunuz?
Edibali dua eder/ Çınarımız büyür gider/ Milli devlet ne güzel şey/ Varın sorun beyimize.
Hey yiğitler, hey yiğitler!/ Kimi tüysüz toy yiğitler/ Allah Muhammed aşkına/ Varın kurulun bey yiğitler.
Sevdiği ilahi: Ey yolcular, ey yolcular, yol Muhammed in yoludur.
Ey yolcular, ey yolcular!/ Yol Muhammedin yoludur/ Her bahçenin gülü kokmaz/ Gül Muhammedin gülüdür.
Nerde anan nerde atan?/ Aynı yere senle giden/ Doğru yolu tarif eden/ Yol Muhammedin yoludur.
Bir de rahmetlinin dilinden düşürmediği Akif’in bir şiiri vardı.
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.
Bu şiiri rahmetlik tekrarlar, devamlı okurdu.
Ziya Bey, motoru severdi, motora binerdi. Eylül ayında Tekir Yaylasından motorla bütünleme sınavına geldik, geri de motorla döndük. Yolda da Gülek Boğazına varmadan bir yağmura tutulduk. Öyle ıslandık ki suyumuz çıktı. Ziya Bey keşke motorla gelmeseydik, dedim. Mehmet Bey, Allah yolunda gidiyoruz, varsın ıslanalım, dedi.
Bir de rahmetlik tatlıyı severdi. Büyük Postanenin arkasında, aradan caddeden geliyor. O köşe başında halka tatlı satan bir tatlıcı vardı. Halen var o tatlıcı. Tatlılara baktı, Mehmet Bey, böyle pırıl pırıl bakıyorlar bunlar, dedi. Bunlara bilezik mi denir, kolye mi denir; bunlar boğaza mı takılır, boğaza mı geçer, ne olur dedi. Gel dedim Ziya Bey, boğaza geçsin olmazsa. İki tane aldık, yedik.
Yalanı sevmezdi. Dedikodu yapmaz, yaptırmazdı. Davamızı konuşalım, milletin davası nasıl iktidar olacak? Bu milletin davasına nasıl sahip çıkacağız? Bunları konuşalım, derdi.
Aykut Edibali’nin (abinin) şu sözünü tekrarlardı; ‘’En büyük görevimiz uyuyan kalpleri uyandırmaktır. Millet, canlı uyuyan ölü haline getirildi. Bu millet, uyuyan kalpleri tekrar uyandırıldığı zaman kurtulacaktır.“
KONUŞMACI: HAFIZ MEHMET DEMİR
YER: MİLLET DERNEĞİ
TARİH: 24 OCAK 2020
Kaynak:Adanapost
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.