Ali Geçioğlu: Yaşayan bir inkılaptı..

Ali Geçioğlu: Yaşayan bir inkılaptı..
1987 seçimlerinde Karaisalı'nın köylerinin yarıdan fazlasını birlikte gezdik. Ziya Abi, daha az konuşup daha çok köy gezelim, dedim. O da “Gardaşım, bak o köye anlattık bu köye de anlatmazsak haksızlık olur. Yanlışı doğruyu herkese göstermemiz gerek” dedi

Rahmetli Ziya abinin bir motosikleti vardı, onunla her pazar ava giderdi. Her gidişinde, ava beni de götürmek isterdi. Abi dedim, benden avcı olmaz. Onun dışında nereye istersen gelirim.

Cumartesi günleri sabah erkenden tıraşını olmuş, kravatını takmış, ütülü pantolonla inerdi. Eğer kış günü ise kaşkolunu boynuna takar, bir de sürekli giydiği meşhur pardesüsünü giyer, (şu an gözümün önüne aynen geldi. Zaten o ikinci katta, ben de birinci katta oturuyordum) yanıma gelirdi. Ben onun yukarıdan inişini duyardım, hazır vaziyette beklerdim.

Bir gün öncesinden istediğin kadar geç yat, yorgun ol, sabahleyin onunla hazır olacaksın. Cumartesi sabah erkenden dergi abonelerini ziyarete, abone yenilemeye çıkardık. Ben Planet motorun arkasına binerdim. Akşama kadar gezerdik.

Sabah namazı için saat kurmama gerek kalmazdı. O ikinci kata otururdu; Kuran okuduğu salon, tam bizim yatak odasının üstüydü. Kışın belki biraz derinden gelirdi ama yazın pencereler de açık olduğu için çok rahat duyardım. O zaten erken kalkardı, namazdan önce Kuran okumaya başlardı. Sabah hem onun okuduğu Kuran’ı dinler hem de namaza vaktinde kalkıp namazımızı kılmış olurduk. (Allah Rahmet Eylesin) Aksatmadığı bir şeydi, her gün belli bir saatte kalkar, çok tatlı bir nağme ile kuran okurdu.

Ben onu yaşayan bir inkılap diye tabir ediyorum. Ben Ziya Abiyi öyle tabir etmek istiyorum, o yaşayan bir inkılaptı.

Çok değişik anılarımız oldu ama ben iki tanesini hassaten aktarmak isterim.

1987 seçimlerinde beraber gezdik. Rahmetli ile Karaisalı'nın köylerini hemen hemen yarıdan fazlasını birlikte gezdik. İki kişiye de hitap ettiğimiz yerler oldu, 100 kişiye de. Beni o kadar dikkatli dinlermiş ki bir sonraki köye gittiğimizde -hani milletin dinleme durumuna göre kısa keserdim, o devam ederdi- kendi konuşmasında önceki köyde söylediklerimizi burada da aktarırdı. Dedim ki bir gün, ya Ziya Abi, daha az konuşup daha çok köy gezelim. O da “gardaşım, bak o köye anlattık bu köye de anlatmazsak haksızlık olur. Yanlışı doğruyu herkese göstermemiz gerek.” dedi. Peki abi, sen nasıl istiyorsan öyle, dedim.

Sabah hareket saatimiz 6.30 - 7.00. Kasım ayı, soğuk, akşama kadar kaç kişi bulduysak konuşuyoruz. Bir gün, zannediyorum yenge hanımın köyüne doğru gidiyoruz. Pat diye durdu, ne oldu abi, dedim. Bir dakika dedi, camı açtı: İneklerini otlatan çobana; Heeey, beri gel gel! Üç dört tane dananın başında duran çoban çocuk, koşarak geldi. Hemen benim milletvekili adayı olduğumu gösteren kartı çıkarttı, “Bak canım dedi, bu Ali Geçioğlu, milletvekili adayımız. Bak bu minareli parti, Islahatçı Demokrasi Partisi” dedi. “Babana, dayına amcana selam söyle, (4-5 tane kart çıkardı) bu kartları al, onlara ver.” dedi. Çocuk Ziya abinin her söylediğini çok dikkatli dinliyordu. “Hep beraber bu minareli partinin altına mührü basacağız, tamam mı?” Tamam. “Unutma bak, kartları tek tek vereceksin ve benden de selam söyleyeceksin.” Çocuk Ziya abinin söylediklerini bir emir gibi başını sallayarak onayladı, tamam dedi.

Tekrar yola devam ederken bir şeyi merak etmiştim. Çocukla o kadar samimi, içli dışlı konuşmuştu ki, sanki önceden çok iyi tanıdığı birisi zannettim ve “Abi, çocuk akraban mı olur?” dedim. “ Yooo, ben nereden tanıyayım gardaşım,” dedi. Onun insanlara etkili propaganda sitili beni çok etkilemişti. Siyaset akademisinde okumuş bir insandı sanki. Siyaset onun ruhuna işlemişti. Çünkü o siyaseti bir ibadet huşusu içinde yapıyordu. Milleti, devleti yükseltmeyi şiar edinmişti.

Yine bir gün Maraşlı köyüne gittik. Akşam namazı vaktiydi. Namazımızı kıldık. Köyde kahve yokmuş. Camiden çıkan 5-6 kişiyle konuştuk. Oradan Haytalı Köyüne geçtik. Reno vardı, Reno ile çıktık gidiyoruz.

Ben o zaman araba kullanmayı bilmiyorum. Arabayı Ziya abi sürüyordu.. Çok yorulmuşum, içim geçmişti. Öğle yemeği yememiştik. (Denk gelen yerlerde bir bisküvi alıyoruz, içine de lokum koyuyoruz, yiyoruz ama üstüne bir de su içtin mi aç karnına daha kötü ediyor. Başka çaremiz yok. Vardığımız yerde biz açız falan deme imkanımız olmuyor. Soruyorlar ama şimdi biz sofraya otursak bir saatimizi alacak. Gideceğimiz 3-4 köy daha var. Zamanı değerlendirmemiz lazım.) Hafiften ketirmişim. Yanında oturuyorum, dizime öyle bir vurdu ki,” tüh tüh tüh” diye. Ben birden sıçradım, Abi n’oldu? Uçtuk mu kaza mı yaptık? “Yok kardeşim yaa, tavşan geçti. Tüfeği getirseydim keşke” dedi. Ben tabii avcılık merakını çok iyi biliyorum. Öbür köye de uyanık götürmek istedi. Belki gerçekten tavşanı görmüştür, ama uyuduğumu hissedince beni köye yaklaşmadan uyandırmak istedi.

Onun pazar gününki avını ertelemesinin bir tek şartı var. Hak ve millet davası için (seçim olabilir, kongre olabilir ya da bir yere gidilecekse) onun Pazar günü avı yoktur. İptal. Onun dışında av programını aksatmaz.

En çok etkilendiğim bir anım da şu oldu. Vakıfta sohbet programı sırasında rahatsızlanmıştı. Hataneye kaldırdık.

Birgün hastaneye ziyaretine gittim. Yoğun bakımda. Allah razı olsun oğlu Mehmet içeriye aldı beni. Abi dedi, sen gel. Her gün bir kişiyi alıyorlarmış, kendi yerine beni görüştürdü. Hastanede çok fazla kalınmaz, dışarıdan geldim, mikrop kapar düşüncesi ile ben kısa kesmeye çalışıyorum ama o, o haliyle bir şeyler söylemeye çalıştı. Eğildim, hal hatır sordu, arkadaşlarımızı sordu. “Çalışıyorlar mı, ne kadar deri topladık.” dedi. Kurban Bayramının ikinci günüydü. O canıyla cebelleştiği hasta yatağında bile düşündüğü davasıydı. Allah’ın rızası idi. Çünkü kurban derisi topladığınız zaman bu deriler maddiyata dönüşüyor. Bu maddiyatla biz öğrencilere, davaya hizmet edeceğiz.

Ben, onun deri ile yaptığı bütün çalışmalarda bulundum. Kurban Bayramı’nın yaz aylarına denk geldiği yıllarda Sümer Mahallesi'nde kendisi önce çalışmasını yapar, deri bağışlayanların yerlerini tespit ederdi. Ondan sonra beraber bu adreslere gideriz. Beni onlarla tanıştırır, adreslerini alırız. Kendisi yaylaya gider, ben de derileri toplardım. Ondan sonra da hesap verirdik.

Şunu da söylemeden geçmeyeceğim. Evladı yaşında sayılırdım, O’ndan küçüktüm. Ama o faaliyetlerde çalışmayı da bilirdi, itaat etmeyi de bilirdi. Maddi konularla daha çok ben ilgilenirdim. Burada İl Başkanlığı yaptığı dönemlerde, -sürekli para istemesi yanlış olur, yorulmasın diye- abi dedim şu miktar parayı alın, ihtiyaçlara harcayın, daha sonra hesaplaşırız. Elindeki para eksildiği zaman hissederim zaten, hemen ilavesini yaparım. Kuruşuna varıncaya kadar hesabını sağlam yapardı. Yazın ta yayladan telefon eder bana, kardeşim şu şu aboneleri yaptım, şu kadar para var, şu kadar da öşürüm var. Metinlerin oraya gönderiyorum, hemen al, derdi. İşini de takip ederdi. Aldıktan bir süre sonra tekrar arar, aldın mı almadın mı diye sorardı. İşini de sağlama alırdı.

Hülasa-i kelam, o yaşayan bir inkılâptı. Biz öyle tanıdık. Her insanın kendine göre kabiliyetleri vardır ama o gücünün yettiği her şeye her yere koşmayı kendine görev bilen bir insandı.

Rabbim mekânını cennet eylesin. Peygamberimize komşu eylesin.

ALİ GEÇİOĞLU

Millet Derneği, ‘Hadimül Kuran Ziya Yürekli’yi

Anma Programı’nda yapılan sohbet;

24 Ocak 2020..

Ali Geçioğlu'nun kaleme aldığı bu yazı, Mustafa Yürekli'nin henüz yayınlanmamış, baskıya hazırlanan 'DAVA ADAMI, Hadimül Kuran Ziya Yürekli' kitabından alııntılanmıştır..

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.