İrfan Küçükköy
Mücadele Birliği’nin Fikriyatı Milliyetçi Mukaddesatçı Kültür - 4
Kitap Çalışması
Mücadele Birliği’nin Fikriyatı Milliyetçi Mukaddesatçı Kültür - 4
Sahabeler Gibi Yaşamak
Sahabeler gibi yaşamak... Bu bir slogan değil, Mücadele Birliği mensupları için bir amaçtı. Hatta ilk devirleri itibariyle bir hayat tarzı idi. Bazı yönleri ile zor bir hayattı. Darlık, sıkıntı içinde süren bir hayat... Dünyalık hiçbir gayretin, hedefin, çabanın programlanmadığı bir hayat. Fedakarlığın, feragatin zirvede olduğu bir hayat. Mensuplarının, birbirlerine bağlılıklarının, vefanın doruk noktada ıvazsız, garazsız yaüşandığı bir hayat. Mücadele Birliği’nin mensuplarının yaşamakta olduğu zor hayatı yaşamayı denemeye kimse cesaret edemezdi. Onların yaşayış tarzlarını yakından tanıyıp da onlara gıpta etmemek mümkün değildi. Hele davalarına bağlılıklarındaki samimiyetleri ve ihlasları tarif ve tavsif edilemezdi.
İslam’ı ibadet olarak tam, hatta sünnetlere menduplara riayet ederek yaşamaya çalışıyorlardı. Namazları bulundukları evlerde, yurtlarda cemaatle ifa ediyorlardı. Vakit namazlarını muntazam kılmak ilk ve temel şart idi. Konyalı ilkler olarak bizler her an abdestli olmayı prensip edinmiştik. Hatta bunun için özel bir baskı usulü bile uyguluyorduk. Nafile olarak Pazartesi, Perşembe oruçları tutuyorduk.
1. Liderimiz Aykut Edibali Konya’ya ayda bir gelir, biz ilklere kültür çalışmaları yaptırırdı. Bu esnada çalışmalarımız sabahlara kadar sürerdi. Bazen gece ortasında cemaatle yatsı namazı kılınır evlerimize dağılırdık. Bazen toplantımız sabah namazına kadar sürerdi. O tarihlerde ikinci liderimiz Yavuz Aslan Argun’un ibadetlere dikkati bizi ayrıca cezbederdi. Biz ilklerin gözünde her iki liderimiz de çağımızın velileri idiler. Özellikle Kemal Yaman bu değerlendirmeyi zaman zaman dile getirirdi. O tarihlerde liderlerimizin ve biz ilklerin dînî hayata düşkünlüğümüz herkesin dikkatini çekerdi.
Hele genç arkadaşlarımızın (15-22 yaş) üzerlerindeki değişiklikler görülmeye değerdi. Biz ilkler, bu değişikliklerde özel bir haz alıyorduk. Bahçıvanın fidanı ektikten sonraki ilk sürgünü gördüğündeki sevinci gibi derûnî bir haz duyuyorduk.
Mücadele Birliği mensuplarının hiçbir kötü alışkanlıkları yoktu. Sigara içmeleri yasaktı. Sigara tiryakileri bile mensupları ile tanıştıktan, davaya gönül verdikten sonra hemen bırakıyorlardı. İçki, kumar, eğlence gibi alışkanlıklara kapılmalarına zaten imkan yoktu.
Ancak herkesi imrendiren özellikleri sadece dînî yaşayışlarındaki itina değildi. Asıl dikkati çeken özellikleri fedakarlıkları ve feragatleri idi. Mücadele Birliği mensupları davaları ile bütünleşmişler idi. Hiçbir şey davalarından önde, davlarından önce olamazdı. Hiçbir siyasî, ekonomik sosyal hedef, makam, mevki, şan, şöhret, maaş, gelir, davalarından daha önde olamazdı. Adeta davaları için yaratılmış gibi idiler. Esasen “Yaşayışları sahabe hayatı gibi” dedirten sebep de bu idi. Bu hallerini kelimelerle ifade etmek mümkün değildir. Birkaç çarpıcı örnek arz etmek istiyorum. Hemen bütün Türkiye’deki teşkilat binalarımızda, mecmua binasında, Otağ’da, gazete binasında arkadaşlarımızın öğle yiyecekleri zeytin, peynir mevsimine göre üzüm veya kavun, karpuzdan ibaretti. Bekar evlerinde arkadaşlarımız kendilerinin hazırladığı bir kap yemekle iktifa ediyorlardı. Bunlar anlı şanlı üniversiteleri bitirmiş gençlerdi. Bunların içlerinden ileride, öğretmenler, müftüler, profesörler, milletvekilleri hatta bakanlar çıkacaktır. Bu hayata acziyetlerinden değil samimiyetlerinden katlanıyorlardı. Samimiyetlerinden ihlaslarından katlanıyorlardı. Bazı arkadaşlarımız daha önce memuriyet görevleri yapmışlar ve fakat teklif üzerine görevlerinden ayrılarak hizmete talip olmuşlardı.
Necmettin Erişen ile sabahın bir saatinde buluşuyorduk. Mensuplarımıza eğitim çalışmaları (seminerler), konferans hazırlıkları, miting hazırlıkları ile meşgul oluyorduk. Bazen menüsü belli öğle öğünü yiyorduk. Çok defa karnımız aç, akşam saat 21.00-22.00 hatta 24.00’e kadar davamızı anlatmak için dolaşıyor, toplantılar ev toplantılarını takip ediyorduk.
Resmî görevlerimizden ayrılırken hiç birimiz bir an bile tereddüt etmedik. Askerliği bitirip gelmiştim. Rahmetli Mehmet Çetin Abi “İstanbul’a Mecmua’ya tayin oldun” diye espri yollu teklif etti ve her şey bitti. Tası tarağı toplayıp hemen İstanbul’a taşındım. Diğer ilk arkadaşlarımız aynı tarzda görevlerinden teklif üzerine tereddüt etmeden ayrıldılar. Bazı arkadaşlarımız heyecanla fakültelerini bitirdiler, diplomalarını aldılar. Bir kısmı diplomalarındaki mesleği icra etmeyi teklif bile etmediler. Ne büyük feragat.
İstanbul’daki arkadaşlarımızın ev kiraları ve aylık vapur kartları genel bütçeden karşılanırdı. Sonra bu arkadaşlarımıza evlerinin pazar ve diğer yiyecek masrafları için haftada yüz lira ödeniyordu. (En aşağı derecedeki memurun 1200-1500 lira aylık aldığı bir dönemde). Herkes evinin iaşesini bununla karşılamak zorunda idi. Asla şikayetçi değildik. O günlerdeki mütevazi hayat tarzlarımızı hatırlarken buruk bir haz duyuyorum. Demek ki evlerimizi, ailelerimizi, çocuklarımızı gerçekten sıkıntıya sokmuşuz. Buna hakkımız var mıydı bilmiyorum, ama o günlerdeki ekonomik şartlarımız bunu gerekli kılıyordu.
Bekar arkadaşlarımız teşkilat evlerinde kalıyorlardı. Ev kiraları genel bütçeden karşılanıyor, vapur kartları veya otobüs kartları alınıyor ve sonra harcamaları için haftalık on lira (yaklaşık 5 dolar) bir harçlık veriliyordu. Tekrar ifade edeyim bunlar anlı şanlı üniversiteleri bitirmiş gençlerdi. Hatta bir kısmı memuriyet görevlerinden teklifler üzerine ayrılmış gençlerdi. Bu konuda önde birkaç arkadaşın sorumluluğu var. İlk sorumlular olarak daha güzel bir yaşayış tarzı programlamamız gerekiyordu. Biz idarecilerin bu zor hayatı yaşayan bütün arkadaşlarımızdan bir özür borcumuz var.
Anadolu’daki teşkilatlarımızda da durum hemen hemen aynı idi. Hemen her il sorumluları, sattıkları Otağ yayını kitapların, Mecmua’ların paralarını çoğu zaman üzerindeki fiyattan gönderiyorlardı. Ayrıca istediğimiz zaman imkanlarına göre hemen etraflarından derleyip para gönderiyorlardı. Gazete çıkarmak pahalı bir olaydır. Hele içinde matbaa işletmeciliği de varsa. İlgili bölümünde açıklama yaptım. Sık sık illerdeki teşkilatlarımıza ziyaretler yapıyordum. Aynı hayat tarzlarını onlarda da görüyordum.
Biz bu hayatı sahabelerin yaşayış tarzı sanıyorduk. Bir davaya samimiyetle inanmadan bu hayatı yaşamak, yıllarca yaşamak kolay değildir. Mücadele Birliği’ni yakından tanıyanlar, mensuplarının yaşadığı dervişane hayatı belki biraz acıyarak ama mutlaka gıpta ile seyrediyorlardı. Arkadaşlarımızın yaşadığı bu hayat, davalarına samimi inancın, ihlasın işaretidir. Arkadaşlarımızın imanî heyecanları, bu zor hayatı istekleri ile tercih etmelerinin amilidir. Fedakarlıklarının karşılığında bekledikleri davalarını başarıya ulaştırmak ve ahirette cennete kavuşmaktır. İşte sahabeler gibi yaşamak...
*****
Samimî bir itirafta bulunmamı arkadaşlarım lütfen anlayışla karşılasınlar. Mücadele Birliği dağılma sürecine girdiği zamandan itibaren bu inançta, samimiyette, ihlasta büyük nispette zayıflama olmuştur. Mücadele Birliği’nin büyük davasını başarma ümidi azaldıkça güven azalmış, güven azaldıkça da heyecan ve hırs azalmıştır. Bunun sonunda gerek dînî yaşayıştaki özende ve gerekse yaşamaya devam ettiğimiz sıkıntılı hayattaki derunî hazda büyük nispette zayıflama olmuştur.
Bu zayıflamada iki liderimizden başlamak üzere, biz İlklerin büyük sorumluluğu vardır. Ardından "parçalanma" değil, "dağılma", daha isabetli bir ifade ile "savrulma" başlayacaktır. (Bu konuyu Mücadele Birliği kitabımda ayrıntılı anlatmıştım.)
İrfan Küçükköy
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.