İrfan Küçükköy

İrfan Küçükköy

Mücadele Birliği Hareketi Sanat Önderlerinden Yusuf Ziya Özkan

Yusuf Ziya Özkan’ı Pınar Dergisi’nin açtığı hikaye yarışmasında ikincilik aldığında gördüm. Akşamına toplantı vardı. Gündüzünde Cağaloğlu yokuşunda gördüm. Bu yarışmada mansiyon seviyesinde derece alanlarla birlikte gezmeye çıkmışlardı. Derecelerini sordum. Hepsi mansiyon demişlerdi. Sarışın lise iki öğrencisi, ikincilik dedi. Dikkatimi çekti. Hikayesi ile ilgili bir iki soru sordum. Hem nezaketi, hemde sesinin yumuşaklığı dikkatimi çekti. Onun bir zaman sonra TRT sipikeri olacağını ve bu sanatta zirveyi yakalayıp sanatıyla şöhret olacağını hiç bilemezdim.

Mücadele birliği çalışmalarından uzakta kaldığımda bile, onun radyo ve televizyonda sunuculuğunu izler, bizden biri olarak ilgimi çekerdi. Özel seslendirdiği sohbet kitapları olurdu. O tarihte böyle bir gelenek vardı. Sonra Rahatsızlandığını duydum. Sanırsam bir yıl kadar hastalık çekti. Sonra televizyondan ünlü Tv. Spikerinin vefatı haberini gördük. Tabiiki üzüldük. Allah rahmet eylesin. Ahiret yurdu Cennet olsun. Amin…

YUSUF ZİYA ÖZKAN ARKADAŞIMIZ

Mustafa Ertek

Rahmetli Yusuf Ziya Özkan ile yetmişli yılların ortalarında tanıştık.Tarih bölümündeydim, o da benden bir devre önce, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünde ikinci sınıftaydı.

Sanat Okulundan Mücadele kökenli olarak geldiğimiz için ve “İlim ve Kültür Derneği”nde haftalık cumartesi seminerlerine devam ediyor, farklı fakültelerden ve değişik meslek gruplarından birçok arkadaşla burada tanışıp kaynaşıyorduk.

Bu seminerlerde oldukça canlı geçen sunumlar dinlerdik, zaman zaman bu sunumlara ilave programlar yapılırdı. Kısa skeçlerle de olsa bu programlarda bizim de görev aldığımız olurdu.

Yusuf Ziya ağabey, bu ilave programlarda;“Bizim Hicabettin bir gün” diye başladığı mizahi hikâyelerinde kullandığı “Hicabettin” tiplemesi ile tüm dikkatleri toplarken Hicabettin üzerinden inancımızın ve davamızın temel mesajlarını, yer yer kullandığımız klişe mesajları sloganlarla donatarak gençlere aktarırdı. Örnek vermek gerekirse: “Ya Hicabettin bilmez misin Allah bizimledir” diye kahramanıyla konuşurdu.Başka bir ortamda -senaryosu gereği- bir mazlum zalime galebe çaldı diyelim; Hicabettin’e, “Zafer Hakkın ve Hakka İnananlarındır” dedirtirdi. Dedirtmesiyle, salon hep bir ağızdan aynı sloganla coşar coşardı.

Bir keresinde seminer bitti, gençler dağıldı, aşağı odaya inip birkaç arkadaşla baş başa kaldığımızdaYusuf abinin; “Allah affetsin, bugün de Hicabettin üzerinden bir sürü yalan uydurduk.” dediğini hatırlıyorum. Oysa biliyorduk ki senaryodaki samimiyet ve hasbilik tartışılmazdı. Yalandan kastı; kurmacada/hikayede zaman zaman hayal unsurlarına yer vermesiydi. (Yazının başlığı bu sebeple Hicabettin oldu)

Yine bir kış günü; kaldırımlar buz tutmuş, yolda rastlaştık, selamlaştıktan sonra;

“Yan bakayım demeyin, ayakkaplarım çivili, kaymıyor. Tekvandom da var. Savulun!”

diye şakalaştıktan sonra hal hatır edip ayrıldık.

Sanatsal çalışmaların yapıldığı “Set-Der” yıllarında “Han Buyruğu”nu sahneledik. Başrolde oynadı. Rahmetli Musa İşleyen de vardı. Ben Afganlı rolündeyim. Rolünü unutan olur, o sözü alır, gayet güzel toparlar, unutanın yolunu açıp devam ederdi.

Yazıyı hazırlarken Yusuf abiyi iyi tanıyan iki arkadaşımın anlattıklarını yazmalıyım. Bunlardan biri Erzurumlu şimdilerde emekli Tarih öğretmen Kasım Kula, diğeri, Adanalı şimdi emekli Edebiyat öğretmeni Mahmut Dündar. Kasım Kula’nın söyledikleri:

“Ankara İmam Hatip Lisesi mezunu olan Yusuf abi, on parmağında on marifeti olan birisiydi. Babası, sanırım Biga İmam Hatip’te hizmetliymiş, malum hizmetlilere “efendi” denilirdi. Babasına da böyle hitap edilmesinden etkilenmiş olmalı ki insanlara efendi denilmesinden hoşlanmaz, rahatsızlık duyardı. Onun TRT yıllarında kendisiyle görüşmelerimiz oldu. İstanbul Radyosunda iken TRT çalışanı olarak bıyığının Günaydın gazetesinde haber olduğunu hatırlıyorum.Sonra Samanyolu Televizyonu’na geçti. Bir süre sonra o televizyon ile yolları ayrıldı. Neler yaşandı bilmiyorum; Topkapı’da kendisiyle karşılaştığımızda o televizyondan ve sahibi olan cemaattan dert yandı.

Samanyolu’nda çalışırken Erzurumlu Mehmet Kırkıncı Hoca ile ilgili belgesel hazırlamaya çalıştığını duymuştum. Yazdığı kısa piyeslerin sahnelerinde kullanılan paravanların yanında ahşap kılıç vs.leri bizim mobilya atölyesinde yapardık. Bir piyeste de dedemin hakiki kılıcını getirmiştim.”

Kendisiyle telefonla görüştüğüm Mahmut Dündar da şunları söyledi:

“Erzurum sorumlusu Mustafa Avcı, merhum Dr. Hamdi Kalyoncu, Sivaslı Kemal Dalgın, Iğdırlı Hatem Ötgün ve merhum Yusuf Ziya Özkan’la aynı evde kalıyorduk.Duygulu bir arkadaşımızdı. İyi kitap okurdu, kalemi sağlamdı, güçlü hitabete sahipti. Temizlikte titiz olduğu kadar güzel yemek yapardı. (Yemeği eve erken gelen yapardı.) Ara ara lokma tatlısına benzer tatlı yapardı ki Yusuf’un tatlısı koymuştuk adını.

Rahmetli, çok yönlü, pozitif, naif bir kişiliğe sahipti. Arkadaşlar arasında, onu tanıyan bazı Erzurumlu aileler arasında, üniversitedeki arkadaşları arasında (hep yakınında olunmak) istenen bir insandı. Nihayetinde, bir yere kadar, o da insandı. Bazen köşesine çekilir, kimseyle görüşmek istemediği zamanlar olurdu. Güzel sesiyle çok güzel Kur’an ve ilahi okur, güzel saz çalar, türkü söylerdi. Erzurum’da musiki derneklerine devam eden arkadaşlar çoğu zaman (ud, keman, ney, kemençe, tambur, gitar gibi) çalgılarını bizim eve emanet bırakırlardı.Rahmetli, az çok, hemen hepsinin dilinden anlardı. Bir dönem Türk Sanat Müziği eğitimi veren derneğin çalışmalarına devam ettik.

Türk Edebiyatı dergisinin açtığı hikâye yarışmasında (yanılmıyorsam) ikinci olmuş, ödül olarak Ahmet Kabaklı hocanın elinden bir daktilo almıştı. Muhabir olarak çalıştığı yerel Haksöz gazetesinde (aynı zamanda yazdığı) köşe yazıları ile hikâye denemelerini bu daktilosu ile yazardı. Osmaniyeli Şükrü Ünal (sonra milletvekili oldu) ve Eskişehirli (merhum) Ahmet Ulusoy arkadaşlarımız da Aziziye adlı yerel gazetede muhabirlik yaptılar, yazılar yazdılar.

Hafta sonları üniversitenin üst tarafındaki toprak sahada yaptığımız futbol karşılaşmalarının müdavimi olan Yusuf Ziya Özkan, düzenli olmasa daTekvando antrenmanlarını ihmal etmezdi.”

Arkadaşların aktarımlarından sonra devam edeyim.

1977’de Türkiye genelinde yüzlerce kişi TRT sınavlarına girdik. Tek tük kazanan oldu. Yusuf abi spikerlik sınavını kazanmıştı. Böylece onunTRT serüveni başladı.

Ankara’da yedek subay askerim.TRT;Kavaklıdere’de. Onu ziyaret ettiğimde bazı sıkıntılarının olduğunu gördüm. Ankara’da birçok kurumun lavabolarında; “burada ayak yıkamak yasaktır” yazısı vardı. O kurumda da varmış. (Abdest almayı önlemeye yönelik tabi)

“Benimle uğraşıyorlar. (Memurların lavabosunda) Abdest almamı yasakladılar.” dedi.

Üzülüyordu, sözünü hayıfla tamamladıktan sonra:

“Ben de müdür katının lavabosunda abdest alıyorum” diye ekledi, o kendine has gülümsemesiyle.

Sonraları, Güvenpark dolmuş durağında rastlaştık;evde örgü işi yaptıklarını söyledi.

O yıllarda (seksenlerin başları), geçim zorluğundan, memurlardan ek iş yapanlar çoktu… İstanbul Radyosu’nda olduğu yıllarda morali daha iyiydi. Harbiye’de radyo binasına ziyaret için gittiğimde onu daha neşeli buldum. Ayaküstü konuşurken, herkesle merhabalaşıyor, herkes hatırını soruyordu.

Ordan geçen birine:

“Şakir abi!” diye seslendi, seslendiği adam döndü, görüştüler, ben tanır gibi oldum; benimle tanıştırdı. Halk müziği sanatçısı Rahmetli Şakir Öner Günhan’mış.

Herkesle diyaloğu iyi diye sevindim.

Onu televizyondan takip etmeğe çalışırdık. TRT’den özel televizyona (Samanyolu) geçti. Özele geçtikten sonra pek diyaloğumuz olmadı.

Vefatından bir yıl kadar önce telefonla konuştuk. Helalleştik.

Hastalığı ve vefatı bizi üzdü.

Yusuf abiden çok şey öğrendiğimiz vakidir.

Allah, ona ve ebediyete uğurladığımız diğer arkadaşlarımıza gani gani rahmet eylesin.

Mekânları cennet olsun.

********************

YORUMLARDAN NAKİL

Adil Şahin

Mekanı cennet olsun. 3 yıl tanışıklığımız ve İlim ve Kültür Derneği çalışmalarında beraber olduğumuz abimizde. Tanıdığım naif insanlardan biriydi Bir gün Cumhuriyet Caddesinde karşılaştık. Hal hatırdan sonra ne yapıyorsunuz dedi. Biz de sınavlara hazırlanıyoruz dedik. Ya bu akşam vefat ederseniz çalışma boşa gidecek. En iyisi yatın sabah çalışın. Diye espri yaptı. Unutmak mümkün değildir

*******

Mehmet Yaralioglu

Yusuf kardeşimle Erzurum'da aynı dönemde okuduk.Rahmetlinin seslendirdiği Meali defaatle dinleyip ona dua ettim. İstanbul'da TRT'de abimle birlikte görev yaptı.Mekanı cennet olsun İnşâAllah

***********

Selami Kaytancı

Ben Erzurum Edebiyat Fakültesi 2. sınıfta iken, Yusuf kardeşimiz 1. sınıfa başlamıştı. Zaman zaman 3. yurttaki bizim odada kalırdı. On parmağında on marifet olan, nev i şahsına münhasır bir arkadaşımızdı. Üç yıl birlikte olduk. TRT sınavına ben o gün hasta olduğum için katılamadım. Bizim sınıftan iki kişi (Mehmet Alkaş ve Hülya Korucuklu) ve Yusuf Ziya Özkan sınavı kazanıp TRT spikeri olarak Erzurum'da yeni açılmış olan Televizyonda stajyer spiker olarak göreve başladılar. Allah mekanını cennet eylesin inşallah çok değerli bir insandı...

*********************

Bilal Arıoğlu

İlk karşılaşmam muhtemelen Ankara Çubuk'ta oldu. Sanıyorum M. Ruhi Şirin, Recep Vidin ile beraber gelmişlerdi. O zaman Lise 1. Sınıf öğrencisi idim. Belki bizim TRT hayalimiz de o zaman başlamıştı. Biz yaklaşık 10 sene sonra İstanbul Televizyonunda başlamıştık. 90 lı yılarda ve 2000'li yılların başlarında yaptığımız belgesellerin Hayri Küçükdeniz ile değişmez seslendirmecileri olmuştu. Tanıdığım en naif insanlardan biri idi. Rabbim rahmet eylesin.

Mehmet Tutar

Mekani cennet yurdu olsun. Bir yil beraber ayni evde kalmıştik

Vefatindan bir sure önce aradim. Allaha hamdediyor. Iyiyim Abi diyordu

O son görüşmemiAbdurahman Zeynel

2- YUSUF ZİYA ÖZKAN'IN ARDINDAN

70'li yıllar. Terör ve anarşi kol geziyor. Ölüyor, öldürüyor, kardeşi kardeşe düşman ediyordu. İşte bu yıllarda Aykut Edibali, Yavuz Aslan Argun ve arkadaşlarının kurduğu "Yeniden Millî Mücadele Hareketi" on binlerce insanı kardeş yaptı. Bir kutlu dava, bir kutlu sevda ile buluşturdu.

Yusuf Ziya bu kutlu davaya inan, sevdalanan yiğit bir Çanakkaleli idi. Ortaöğrenimini Ankara'da yapmış, üniversiteyi ise Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde tamamlamıştı.

Ankara'da okuduğu Tevfik İleri İmam Hatip ve Mücadele Birliği kültürü birikimi ile Erzurum'a geldi. Cumhuriyet Caddesindeki İlim Kültür Derneğinde arkadaşlarıyla tanışıp pek çok insana Türk Milletinin taşıdığı maddi ve manevi bilgileri anlattı, öğretti.

Türkçeyi güzel telaffuzu, davudi sesiyle dinleyenleri mest eder, onları etkiler Mücadele Hareketine katılmaya ikna ederdi. Tiyatroyu çok severdi. Arkadaşlarıyla birlikte kurduğu "Doğu Tiyatrosu" ile pek çok gence yaz tatillerinde oyunculuk kursu verirdi. Yine Erzurum'un kurtuluşu olan 12 Mart gecelerinde sahnelenecek piyesleri sahneye koyar, bugün binası yıkılmış olan Halk Eğitim Salonunda dadaşlara doyumsuz bir gece yaşamalarına öncülük ederdi.

1975 yılında kendisinin yazdığı bizim oynadığımız "Vatan Böyle Kurtulur" piyesi sahneye koymuş, seyirciler arasında yaşlı dadaş, Ermeni rolündeki Adanalı bir arkadaşımızı sahnede görünce “tutmayın beni bu bize zulümler etti” diye sahneye doğru koşması hala gözümün önündedir.

"Han Buyruğu, Sancaklar Düşmeyecek" ve diğer piyesleri sahneye koymuş, Erzurum, Aşkale, Ağrı, Eleşkirt'te kapalı gişe oynamıştık. Sonra SET-DER ve Dadaş Öğrenci Yurdunda sanat ve edebiyat faaliyetlerimize öncülük, gönüllü hocalık yapmağa devam etmişti. Palandöken dağ tırmanışları, Serçeme deresindeki günübirlik piknikler, Pasinler gezileri ve kampında ekip hep onunla renklenirdi.

Yusuf Ziya Özkan'ın nöbetçi olduğu İlim Kültür Derneğinde sanırım Ekim ayıydı. Bir gurup oturmuş Yusuf Ağabeyi dinlerken orta yaşlı tıknaz ve tanımadığımız biri gelmiş, söz arasında “Türkiye'nin yakın gelecekte anarşi ve teröre boğulacağını” söylemiş, “kendinizi savunmak istiyorsanız size silah satayım" diye de devam edince; tekvandoda siyah kuşak sahibi Ziya ağabeyi ayağa kalktı ve adama hiddetle "şu anlattıklarını sen söylemedin biz de duymadık. Kalk defol buradan, defol..! Yoksa seni merdivenlerden yuvarlarım !" deyip kovmuştu.

Arkadaşlarımız gençtiler. Meraklıydı ve spor yapmak istiyorlardı. Yusuf Ziya tekvando hocasıydı. Arkadaşlarımızı toplayarak kapalı spor salonunda onları tekvando çalıştırması ayrı bir özellikti.

1975 yılında Pınar Dergisi bir hikâye yarışması düzenledi. Bu yarışmaya "Kasım Göçmenoğlu" mahlasıyla Yusuf Ziya Özkan'da katıldı. "Selim" adlı hikayesiyle ikinci oldu. Hikayesinde işlediği konu ve üslup fevkalade bir özellik göstermişti. Yine o yıllarda Erzurum yerel medyasında yazarlık, sayfa düzenlemecisi olarak çalıştı.

1977 de TRT'nin açtığı sınavı kazanmış, fakülteyi bitirip Ankara'ya gitmişti. TRT'nin haber spikerleri arasında o naif sesiyle yer almış, güzel işlere imza atmıştı. Sonrasında İstanbul Radyosuna tayini çıkmıştı. Harbiye'deki binaya giderek kendisiyle görüşme fırsatı bulmuş, o sıkıntılı dönemlerinde epey dertleşmiştik. TRT'de yayınlanan bankaların reklamlarında faizle ilgili bölümlerini seslendirmesini istemeleri Yusuf Beyin zoruna gitmişti.

Özallı yıllardı. O yıllar birilerinin önü açılıyor, Mücadeleciler bir yerlere transfer ediliyordu. Ziya ağabey de onlardan biriydi, savrulmadan O da nasibini almış, kendini başka ortamlarda bulmuştu. Fakat Ziya Ağabeyi gittiği yere uyum sağlayamamıştı .

Yusuf Ziya Bey özel televizyonların açıldığı dönemde TRT'den ayrılmış özel bir televizyon olan STV ye geçmişti. Çemberlitaş'taki Fırat Kültür Merkezi bu iş için tahsis edilmiş, Yusuf ağabeyi bizzat şahit olduğum şekliyle panoların malzemelerini sırtıyla taşıyarak değişik dekorlar oluşturmuştu. Yani STV yiyi sırtında taşımış, tırnaklarıyla kurmuştu. Bütün bu hizmetlerine karşılık Ziya Ağabey gittiği yerde rahat edememişti. Epey sıkıntılar çekti. Günümüzün moda ifadesiyle sürekli "mobing"lere uğradı. Bunun sonunda 1998 yılında istifa dilekçesini İstanbul'dayken F.G'nin masasının üstüne koyarak "hakkımı size helal etmiyorum" deyip kapıdan çıkıp gitmişti. Sonrasında biz yanlış yaptık. Gel masanda otur diyerek ikna etmeye çalışmışlardı. Fakat "o" onlardan biri hiç olmadı. Ziya Beyin deyimiyle "Ne yani iki tane mücadelecimi bizi yönetecek" diyerek onlar tarafından dışlandığını hüzünle anlatmıştı.

2000'li yıllardı. Ziya beyin oğlu Erzurum'a üniversite okumaya geldi. Fakat oğlunun sağlık sorunları nedeniyle kendisi de Erzurum'a geldi. Tam üç ay bir otelde kaldı. Bu arada dertleştik. Dertlerini anlattı. Sarıkamış Hareketiyle ilgili senaryoyu yazmaya başladığında bizde hep yanında olduk. Alan bilgimizle, tarihsel okumalarımızla kendisine katkı verdik. STV'den gereken çekim ekibinin gönderilmesini istemesine karşılık istekleri asla kabul edilmedi. Bundan dolayın Allahuekber Şehitleri’ni filme alamamaktan son derece müteessir oldu.

Ondan sonra da gerek TV kanallarındaki spikerliği ve gerek değişik yapımlardaki seslendirmeleriyle hep gıyabında izledim ve her zaman ki halet-i ruhiyeyi yaşadım. Gerçekten insanın içine işleyen ve etki hasıl eden bir kadife sesi vardı. Karıncayı incitmeyecek duruşu, söylediğini yürekten söyleyen bir anlayışı ve inandığı davasını anlattığı zaman herkesi mutlu edecek bir yapısı vardı.

Elmalılı Hamdi Yazır’ın Kur’an Meali için yaptığı seslendirmenin yanı sıra "Kabirden Mektuplar", "Ahiretten Mektup", "Sevgiliye İtiraf" gibi albümleri ile gelecekte de anılmayı hak edenler arasında yerini aldı.

Sonra babasının rahatsızlığı dolayısıyla Biga'ya yerleşti. Kendisi de böbrek yetmezliğine yakalandı, epey çekti. Bir gün müjdeli haberle sevindik. Böbrek nakli gerçekleşmiş, sağlığına kavuşmuştu. Biraz rahat etmişken olacak buya bu sefer de günün illetine yakalandı ve koronadan son nefesini hastane odasında Rabbine teslim etti. Kabri nur, mekânı cennet olsun. Biz ondan razıydık, Allah da razı olsun.

Evet dostlar Yusuf Ziya Özkan'dan başka Erzurum ekibinden Dr. Hamdi Kalyoncu, Prof. Dr. Şahin Yüksek, Ahmet Ulusoy, Hüseyin Emin Öztürk, Musa İşleyen, Mehmet Kazancı, Abdulkadir Er, Fevzi Ömür, Cemal Güler, Dr. Melih Zeynal Hakkın rahmetine kavuştu. Makamları Cennet olsun. Peygamberimize komşu olsunlar. İnşallah bizler de ötelerde onlarla buluşur Yüce Allah'ın lütfuna uğrayanlardan oluruz.

Yanıtlaz oldu.

**********

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Küçükköy Arşivi