Türkiye kazandıkça Libya'da uluslararası rekabet kızışıyor
İstanbul
Türkiye ile Libya hükümeti arasında 27 Kasım 2019’da imzalanan anlaşmaların Türkiye açısından iki temel amacı vardı. Birincisi Doğu Akdeniz’deki jeopolitik kuşatılmışlığı yarmak ve enerji alanlarının güvence altına alınması, ikincisi ise Libya hükümeti için de darbeci general Halife Hafter güçlerinin Nisan 2019’da Trablus’a yönelik başlattığı harekâtın durdurulması idi. Bu anlamda ilk hedef ise Libya’da sahadaki çatışma dengesinin Libya hükümeti lehine şekillenmesiydi. Nitekim altı ay içinde Türkiye Doğu Akdeniz’de Antalya kıyılarından Libya’ya kadar uzanan bölgede varlık ortaya koymuş ve Libya hükümetinin Türkiye’den aldığı destekle Libya’daki kontrol alanları hızla genişlemiştir.
Batıda Trablus’tan Tunus sınırına kadar olan bölgenin, akabinde de Vatiyye askeri üssü ve Terhune’nin hükümet güçlerinin kontrolüne geçmesi bu anlamda dikkat çeken gelişmeler. Böylece Trablus'un güvenliği sağlanmış, Türkiye’nin Libya hükümetine yönelik askeri işbirliği imkanları artmış ve Hafter güçlerinin doğu-batı eksenindeki hareketliliği de engellenmiş oldu. Bunlar önemli adımlar olmakla birlikte sahada 5 Nisan 2019 öncesine dönülmesi için Sirte’nin de kontrol altına alınması gerekiyor. Dolayısıyla Sirte'ye doğru başlayan hamle ile Hafter’e destek veren Rusya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi uluslararası aktörler telaşa kapılmış ve harekete geçmişlerdir.
Türkiye’nin Libya hükümeti ile gerçekleştirdiği işbirliğinin etkisi ve oluşturduğu sonuçlar Libya ile sınırlı kalmadı. Bunun böyle olacağı anlaşmaların imzalandığı 27 Kasım 2019 tarihinden itibaren belliydi. Nitekim Türkiye’nin bu hamlesi, Libya’daki güç mücadelesinden Kuzey Afrika jeopolitiğine, Avrupa Birliği (AB)-Afrika ilişkilerinden Doğu Akdeniz’deki enerji ve jeopolitik rekabete kadar geniş bir yelpazede etkili oldu. Bu alanlarda etkin olan birçok uluslararası aktörün de stratejisini gözden geçirmesi beklenen bir gelişmeydi. Nitekim Türkiye’nin Libya ile imzaladığı anlaşmalardan doğrudan etkilenen ülkeler bile bu anlaşmaların ne anlama geldiği hususunda önemli ipuçları barındırıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Libya Başbakanı Serrac ile haziran ayının başında bir araya geldi
Rusya, Fransa, İtalya, Yunanistan, Mısır, Tunus, Cezayir, BAE ve İsrail, Doğu Akdeniz’deki enerji rekabeti ya da Libya’daki çıkarları dolayısıyla Türkiye’nin hamlesinin ardından yeniden pozisyon almak zorunda kaldı. Dolaylı olarak etkilenen ülkeler ise en az iki düzine. İşin ilginç tarafı, bu ülkelerin önemli bir kısmı Türkiye’nin hamlesinden rahatsız oldular. Fakat Türkiye’yi geriletmek bakımından hiçbir ülke ne somut bir adım atmak için gerekli koşulları oluşturabildi ne de bir ittifak cephesi kurmayı başardı. Zaman zaman kendi aralarında gerçekleştirdikleri ikili ya da çoklu diplomatik görüşmeler de bir sonuç üretebilmiş değil. Bu anlamda Yunanistan’ın Mısır, İsrail, BAE ve İtalya nezdinde gerçekleştirdiği görüşmeler de akim kaldı. Örneğin Türkiye’nin devre dışı bırakıldığı “East-Med Doğalgaz Boru Hattı Projesinin” hayata geçirilmesi konusunda herhangi bir somut ilerleme sağlanamadı. İtalya ile imzalanan deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması ise Türkiye’yi yakından ilgilendirmiyor. Libya’ya yük taşıyan Türkiye’ye ait kargo gemilerini üç gün arayla taciz eden Yunan ve Fransız savaş gemileri “küçük” bir uyarı sonucunda geri çekilmek zorunda kaldı.
Terhune’nin Libya hükümeti tarafından kontrol edilmesiyle birlikte özellikle Rusya ve Fransa’nın tavırları dikkat çekmeye başladı. Rusya sahadaki dengeleri etkilemeye, Fransa ise Türkiye’yi diplomatik alanda sıkıştırma amaçlı çeşitli hamleleri devreye soktu.
Rusya’nın tehlikeli oyunu
Rusya’nın daha önce Hafter’e Wagner üzerinden yolladığı 2 bin-2 bin 500 civarındaki savaşçı ile sağladığı destek daha sonra hava savunma sistemi Pantsirler ve MIG tipi savaş uçaklarına yedek parça temini noktasında yoğunlaşmakta. Bu destek Hafter’in Libya hükümetine karşı hava üstünlüğü sağlamasında önemli bir rol oynadı. Son dönemde ise Hafter güçlerinin daha fazla geriletilmesini engellemek amacıyla Suriye’den yaklaşık 5 bin militan ve 14 adet Mig-29 savaş uçağını Libya’ya göndererek çatışmanın tırmanmasına yol açacak bir hamle yaptı. Aynı amaç doğrultusunda müzakere sürecini de yeniden gündeme getirdi. Türkiye nezdinde yeni girişimlerde bulunurken, Mısır’da düzenlenen konferansı destekledi ve sonuç bildirgesinin yeni bir yol haritası olabileceğini dile getirdi. Rusya’nın hem sahada hem masada attığı bu adımların temel amacı, Hafter’in daha fazla gerilemesini önlemek ve müzakere sürecinin ağırlığını Mısır-BAE-Hafter ekseninde tutmaktır.
Stratejik/jeopolitik düzeyde ise Rusya, Libya’daki ağırlığını koruyarak Avrupa’ya yönelen enerji hatlarında belirleyici rolünü korumak ve Avrupa’yı güneyden de çevreleyerek Avrupa kıtasını uzun vadede kendine mahkûm bırakmak istemektedir. Rusya’nın en büyük açmazı ise bu stratejik hedefleri bağlamında ABD ve Türkiye ile karşı karşıya gelmiş olmasıdır.
Macron’un açmazları
Libya’da her dönemde etkin bir rol oynamak isteyen Fransa’nın açmazları ise daha büyük. Hafter sonrasında Birleşmiş Milletler (BM) inisiyatifine destek vermiş ancak Hafter’in darbe girişiminden sonra hem Libya hükümeti hem de Hafter’le ilişki kurarak ikili oynamıştır. Her iki aktörden farklı alanlardaki çıkarlarını iki aktörü ve aralarındaki çatışma/müzakere sürecini kontrolü altında tutarak garanti altına almaya çalışmıştır. Örneğin petrol arzı konusunda Libya hükümetiyle, mültecilerin Avrupa’ya geçişini engellemek amacıyla Hafter’le iş tutmuştur. Ancak sahada ilerlemesi ve özellikle Nisan 2019’dan itibaren Trablus’u kuşatmasıyla birlikte Hafter’e destek vermeyi tercih etmiştir. Ancak Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya’daki etkinliği karşısında Türkiye karşıtı bir pozisyon almıştır. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un NATO’yu devreye sokma söylemi ise çaresiz çırpınışlarının en somut örneği oldu. Bu anlamda Fransa’nın Türkiye karşıtı söyleminin dört önemli açmazla karşı karşıya olduğu ifade edilebilir.
Birincisi, kısa bir süre önce NATO’nun “beyin ölümünü” ilan eden Macron’un NATO’yu kullanma çabasıdır. İkincisi, NATO’yu birincil düşman olarak gördüğü Rusya’nın hizasına çekmek istemesidir. NATO’nun Macron’un pozisyonunu benimsemesi demek, Rusya’ya destek vermesi anlamına gelecektir. Üçüncüsü, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de zayıflaması, Rusya’nın Avrupa’yı güneyden de kuşatmasının anahtarı olacaktır. Ayrıca Doğu Akdeniz’deki potansiyel enerjinin Avrupa’ya akışında Rusya’yı daha fazla söz sahibi kılacaktır. Dördüncüsü ise Macron’un Türkiye’yi BM nezdinde mahkûm etme çabası, Hafter’in işlediği savaş suçlarına ortak olması anlamına gelecektir. Bu tablo Fransa’nın sadece tutarsızlığını değil, çaresizliğini de gözler önüne seriyor.
Türkiye’nin eli gittikçe güçleniyor
Son günlerde yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya’da elinin gittikçe daha fazla güçlendiğini açıkça göstermektedir. Sahada Libya hükümetinin kontrol alanları genişlerken, 13 Haziran’da Türkiye’nin tek başına 17 hava aracı, 8 firkateyn ve korvetle düzenlediği tatbikat, Mısır’da askeri bürokrasinin Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’ye Türkiye ile anlaşması için yaptığı baskı, Yunanistan ve Fransız medyasının kendi hükümetlerine yönelik eleştirileri, Hafter güçleri arasındaki çözülme, güven bunalımı ve temsil karmaşası bu anlamda dikkat çekiyor.
Çok daha önemlisi 17 Haziran’da Türkiye’den dışişleri ve ekonomi bakanları ile MİT başkanından oluşan üst düzey bir heyetin Trablus’a gerçekleştirdiği ziyaret, Libya’da yeni bir aşamaya gelindiğini gösteriyor. Bu ziyaret Trablus’un güvenliğinin sağlandığını ve Libya hükümetinin de uluslararası arenadaki meşruiyetini ve gücünü ortaya koymuştur. Dahası Libya’daki gelişmelerin sahadaki ilerleme ile sınırlı kalmayacağı ve iç savaş dolayısıyla altyapı, üst yapı ve kurumsal anlamda çöküşün eşiğine gelen Libya’nın yeniden inşa sürecinde Türkiye’nin oynayacağı role işaret ediyor.
Libyalı yetkililerden gelen açıklamalar da Türkiye ile Libya hükümeti arasındaki söylemsel ve politik uyumu açıkça gösteriyor. Libya Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Halid el-Mişri’nin “Türkiye ve Rusya arasındaki Libya” konulu müzakerelerin hükümetin de kabul ettiği prensipler üzerinden devam ettiğini ifade etmesi, Başbakan Fayiz es-Serrac’ın Türkiye’nin petrol ihtiyacının karşılanması ve Türkiye’ye Libya kıyıları ile ülke içinde verilmesi planlanan yeni imtiyazlar konusundaki yaklaşımı bu anlamda önemli bir gösterge.
27 Kasım’da Libya ile imzalanan anlaşmalardan sonra Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya’da attığı adımlar çok net sonuçlar doğurmuştur: Yunanistan, GKRY, İsrail ve Mısır’ın Türkiye’yi devre dışı bırakan anlaşmaları neredeyse tamamıyla akim kalmış, bu anlaşmalarla ortaya çıkması muhtemel jeopolitik kuşatmayı yarmış, Doğu Akdeniz’deki enerji arama alanlarını genişletmiş, Libya ile stratejik düzeyde bir ilişkinin eşiğine gelmiştir. Bu gelişmeler Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Libya ve Kuzey Afrika konusunda stratejik üstünlüğü anlamında önemli avantajlar sunuyor. Uluslararası rekabetin tırmandığı bu süreç Türkiye’nin lehine işliyor. Türkiye çıkarlarını tahkim ederken, Türkiye karşıtı bloğun ise stratejik davranma kabiliyeti zayıflamış ve tutarsızlıklarla malul bir davranış girdabına girmiştir. Bundan sonra da Türkiye devre dışı kalmadığı uluslararası müzakerelere açık bir şekilde ve fakat kendi çıkarlarını merkezde tutarak adım atmaya devam edecektir.
[Orta Doğu'da otoriteryenizm, demokratikleşme, asker-sivil ilişkileri alanlarında çalışan İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Veysel Kurt aynı zamanda SETA Stratejik Araştırmalar Direktörlüğü'nde görev yapmaktadır]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.