Prof. Dr. Mustafa Alıcı: Din Bilimlerinde Metodolojik Problemler: Çağımızda Yeni Oryantalist, İleri Sömürgeci ve İdeolojik Meyda
Prof. Dr. Mustafa Alıcı: Din Bilimlerinde Metodolojik Problemler: Çağımızda Yeni Oryantalist, İleri Sömürgeci ve İdeolojik Meyda
Din bilimleri açısından çağdaş ileri sömürgecilik döneminde baskın kültürün etkisi altında melezleşen bir takım pasif kültürlerin oluştuğunu ve melez yerel kültür ile üstün ve baskın olan kültür arasında uzlaşı içinde olan yeni bir kültürel hava durumunun ortaya çıktığı ileri sürülmektedir.
1. Batı’nın İslam karşıtlığının sonucu olan İslam’a ve Müslümanlara karşı meydan okumalar, en başından Bizans’la karşılaşan Asr-ı Saadet’ten beri varolmuş tarih boyunca bitmemiş zaman içinde Türk korkusu ve düşmanlığı ile kabuk değiştirerek devam etmiştir.
2. Günümüzde ise bu karşıtlığın fikri, zihinsel ve bilişsel açıdan oryantalizm, postmodern maneviyatçılık, ileri sömürgecilik ve bilinçli ideolojik hedefler meydana getirerek hem form hem de içerik değişimleri içinde hiç bitmeyeceğini kanıtlamaktadır.
3. Greko-Roma gibi şirk temelli birleşik bir pagan kültürden beslenen ve YahudiHıristiyan gibi kökünde Tevhid olan bir kitabi medeniyet anlayışıyla “dörtlü sütun” üzerinde yoğrularak inşa olan Batı’nın çok boyutlu medeniyet kodlarına derin ve çok yönlü katkılar sağlayan Müslümanlar da unutulmamalıdır.
4. Söz gelişi uzun soluklu tarihsel ilişkiler boyunca her iki tarafın askeri açıdan en güçlü olduğu dönemlerde bile kronolojik sırayla Bağdad, Kahire, Şam, Kurtuba, Granada, Palermo (Sicilya) İstanbul, Saraybosna gibi irfan merkezleriyle Müslümanlar, Hakk’ı üstün kılıp izhar eden, tüm insanların fıtratlarını “korumak”, batılları düzeltmek ve benzerleri tasdik etmek maksadıyla tıpkı Kur’an-ı Kerim’in “tasdik edici” ve “müheymin” oluşu gibi insanlığa Hak yolda rehberlik edip aydınlatmaya çaba gösterdiler.
5. Bilhassa 12. Yüzyılda kendilerinden gördükleri ve “Müslüman Avrupa” adını verdikleri Endülüs ve Akdeniz havzasındaki İslam medeniyeti sayesinde Avrupa milletleri, büyük dönüşümler yaşayıp sırasıyla Rönesans, Reform ve Aydınlanma gibi büyük zihinsel, teolojik ve entelektüel gelişmeler gösterdiler.
6. Aydınlanma’nın en büyük kazanımı olarak modern dönemi başlatan 18. yüzyılla beraber genel anlamda Batı’nın en yeni ve en aktüel Müslüman korkusunu ifade ederken daha derin anlamda Batı’nın inkâr tarihinin İslam’a ve Müslümanlara yansıtılan ve tüm dünyaya olağan gösterilmek istenen psikolojisinin tezahürü olarak Şarkiyatçılık (Oryantalizm) faaliyetlerine başladığını görmekteyiz.
7. Bu kavramsal değişim sayesinde Batı entelektüel alemi münferit olmayan, son derece sistematik ve planlı, örgütlü, ciddi finans kaynakları olan, medyatik, akademik, siyasi uzantılara sahip, sivil toplum ayakları olan ve Batı’nın “birincil seviyedeki öteki” olarak ihtiyaç duyduğu zihinsel kimlik tanımlamasına karşılık gelen çok işlevsel bir kavram oldu.
8. Ortadoğu kökenli bir Hıristiyan olan Edward Said, 1978’de yazdığı ve 1993’e kadar pek çok baskısı yapılan Orientalism (Şarkiyatçılık) adlı eleştirel eserinde sömürgecilik ve ileri sömürgecilik sonrası dönemlerde sosyal ve kültürel antropologlar başta olmak üzere batılı bilim adamlarının oynadıkları etkin rolleri geniş olarak anlatmaktaydı. Edward Said, Doğu adını verdiği İslam özellikle Arap dünyası ile Batı dediği özellikle sömürgeci İngiliz ve Fransız bilgi geleneğini karşılaştırır. Said’e göre Oryantalizm ve Batılı emperyalizm arasında derin bağlar bulunur. Batılı Doğu bilimcileri isteyerek (ideolojik açıdan) veya istemeyerek (bilinçaltından) Batı sömürgeciliğine ileri boyutlarda akademik dolayısıyla zihinsel açıdan katkılar sağlamaktadır.
9. Ona göre Oryantalizm, Batı kaynaklı metinlerdeki basit bir Doğu algısı değil aksine bu sömürgeci bir ideoloji olup daha çok, Batılılara ait Doğu hakkındaki jeopolitik bir bilincin, estetik, akademik, ekonomik, sosyolojik, tarihsel ve felsefi metinler içinde yayılmasıdır.
10. Bu açıdan Oryantalizm, yığınsal ve sistematik olmayan doğuya düzen vermek ister.
11. Ölü veya kayıp veyahut ihmal edilmiş ve gelişmemiş bir doğuyu yeniden ve kendine göre inşa etmek istedi.
12. Oryantalizm, bilimadamlarını, askerleri, yöneticileri ve bürokratları dizayn ederek Doğuda yeni bir dünya inşa etmek istemiştir.
13. Son tahlilde Said’e göre içerden ve batılı teorisyenlerin oluşturduğu Batı yanlısı fikirler, Doğulu dilin, kültürün, sosyal kurumların ve siyasetin içine iyice yerleştirilmelidir.
14. Batılı akademisyenler, bilinçli veyahut kendiliğinden batı kültürünün çıkarlarına hizmet eden bir Doğu İmajı yaratmak istemektedirler.
15. Oryantalizmin zihinsel olarak katkı sağladığı klasik sömürgecilik ise askeri ve siyasi güç kullanarak, ekonomik açıdan hammadde ve ucuz işgücü kazanılabilecek yabancı bir toprağa girmek ve buna uygun şartları yaratıp bu durumun idamesi için çaba göstermekti.
16. Sömürgecilik terimi aynı zamanda yabancı işgal güçleri ile yerli halklar arasında sürekli artarak devam eden “temas noktaları” ortaya çıkararak sömürgeci güçler lehine kültürler arası alışverişi, batı lehine olacak interaktif etkileşim ve karşılaşmaları da içermektir.
17. Dolayısıyla, sömürgeciliğin, oryantalizm gibi zihinsel ve kültürel şartlara katkı sağlayan maddi ve manevi kuvvetlere dayalı kültürel formları, söylem ve uygulamaları, teknik ve stratejileri hep mevcuttu ve bunlar, sömürge durumunun oluşması için bütünleştirici ve hayati roller üstlendiler.
18. Buna bağlı olarak Avrupalı kaşifler, tüccarlar, işgalciler, antropologlar, sömürge yöneticileri, hem kendi alanları açısından toprağa dayalı ekonomik bir genişleme peşinde oldular.
19. Hem de onlar, doğuyu bir bütün olarak öğrenerek Avrupa tarzı düşünme ve yaşam biçimine uyumlu olmalarını sağlayan kültürlerarası etkileşim için çabaladılar.
2. “Yeni Oryantalizmin İlahiyat Anlayışı: Teolojik Postmodernizm
Çağımızda bilhassa Batı’da revaç bulmaya başlayan postmodernizmin dini ilimlerin metodolojisine etki ettiği üç önemli tartışma konusu bulunmaktadır:
Birincisi postmodernizmin tüm dinlerin evrensellik ve evrensel hakikat iddialarını dogmatik olarak görmesinin sonucu ortaya çıkan farklı ilah, insan ve evren görüşleri etrafında gelişen şüpheci meydan okumalardır.
İkincisi, postmodernizmin dinlerin bütünlük, tamlık ve eşsizlik iddialarını rölatif kılarak ret ve inkar etmesidir. Bu anlayış, dini iddiaları tamamen kültürel, siyasal ve sosyal tezahürler görmektedir.
Üçüncüsü postmodernizm, mutlaklık ve evrensellik peşindeki modernizmin aksine “parçalanmış din” yani çok farklı dini görüş, fırka veya mezhepten oluşan sentetik veya “açık büfe tipi dini unsurlara” yönelmektedir.
Klasik ve modern olan din adamı için din alanındaki bu postmodern tanımlamalar, meydan okuma veya tahribat olarak anlaşılırken postmodernist din adamı için ciddi alan kazanmak veya genişletme anlamına gelecektir.
Dine karşı kayıtsız veya en olumlu haliyle tarafsız kalmaktan yana olan seküler postmodernizm, din ile sentetik bir ilişki içine girince bile en “az konuşan bir yaklaşım” formuna girecektir.
Bu bağlamda postmodernizmi benimseyen bir din bilimcisinin dinin evrensel ve mutlak hakikat arayışını “terketmesi” bunun yerine alabildiğine “parçalı yerel kültürel değerlerin önemsemesi” sıradan dindarların yarattığı sınırsız yaşam arzusunu kamçılayabilecektir.
Böylece yeni ve ters bir durum daha ortaya çıkacaktır: “tüm mutlak hakikat yorumların yerelleştirilmesi”.
Burada hemen belirtelim ki dinin geçerli veya geçersiz olması postmodern dini araştırma anlayışında alabildiğine anlamsız olduğundan daha çok ampirik ve pragmatik faydaların gözetildiği dini unsurların anlamlı ve değerli olduğu gözlemlenecektir.
Bu anlamıyla ilahiyat için en büyük etki postmodernizmin egemen olduğu bir din anlayışında “yeni bir çağın dinamik bir aydınlanması ideal olarak beklendiğinden dine ait her şeyin (dogmaların, ilkelerin) yeniden ele alınması ve aktüelleştirilmesi gibi dinamik bir algı oluşunca ortaya çıkacaktır.
Bu postmodernist bir ilahiyatçının olumlu anlamıyla postmodernizm, din bilimcisi için en son modernlik durumu, yüksek teknolojiden faydalanma gayreti, tele-teolojilerle yaşama, tele misyonerliklerin ortamında olmak, özgür din pazarlama alanı, sınırsız dindarlıkların ve çoğulcu teolojik kültürel bir cemiyette olduğunu hissetmek, çoklu ortamlarda dini anlamak, milenyumlar çağında yaşamak ve dini ihtiyaçların anında görülmesi demektir.
Bu yaklaşım, din bilimcisi için eski aydınlanmacılığın tüm kesinliklerinin ve aksiyomlarının yeniden gözden geçirilmesi, güncellenmesi veya şekil değiştirilip iyileştirilmesini ifade eder.
Bir akademisyen gözüyle, geleneksel, modern ve postmodern din anlayışları genel olarak birbirleriyle süratli bir şekilde ilişki içinde ve etkileşim içinde bulunmakta ve bu durum zorluk çıkarıcı bir özelliktedir.
Ancak geleneksel teoloji bilhassa rasyonel bireysel teoloji ile postmodern epistemoloji arasında tarihsel akrabalıklar bulunmaktadır.
Bu noktada postmodernizm, tıpkı Rönesans döneminin önceki dönemleri hepten “karanlık devirler” olarak silmesi veya Aydınlanma’nın eskileri “cehalet ve hurafe çağları” kabul etmesi gibi, modern perspektifleri lekeli, kirli veya geçersiz olarak aşağılayabilecektir.
Her türlü dini ilerleme ve gelişme postmodernizme göre düz bir çizgide olduğundan fenomenolojik anlam bazen teleolojik veya eskatolojik terimlerle ifade edilebilmektedir.
Ancak ilahiyat literatürü bu çağda kronolojik bir anlamda “post-endüstriyel”, “postkapitalizm” veya post-yapısalcı eklere sahip olduğunda onların gündemlerini kendine mal edecek ve böylece kendisini daima “en sona ait bir anlayış olarak sunacaktır.
Belki bu durumun en olumlu yönü postmodern bir çağda yaşadığını savunan bir araştırıcının dinlerin değerlerini teolojiden ziyade sosyo-kültürel açıdan öne çıkarmasıdır.
Söz gelişi bu yaklaşıma göre hıristiyan teolojisindeki teslis artık sosyo-kültürel bir teslistir ve yaratmadaki ilahi kasıt, bireysellik ve karşılıklı ilişkiye dayanmalıdır. Bu yüzden hıristiyan kutsal metinleri, rasyonellik ötesinde yorumlanmalı ve insanların içinde yaşadığı toplulukların bağlamında iyileştirici ilişkileri olan vefa ve dostluk gibi beşeri duygulara sahip bireysel insana hitap etmelidir.
3. “Disneyland-Din” Geleneksel Dine Karşı: Postmodernist Akademisyenin Geleneksel Dindarlık Eleştirisi
Postmodernizm, nesnel hakikatlerin sergilenmesi yerine daha öznel yapılara odaklanmasından dolayı sürekli dine karşı yorumlayıcı eleştiriden yana tavır koymaktadır.
Buna bağlı olarak postmodernizmin etkisindeki din araştırmaları da “dinin salt beşeri unsurlarına”, “bir iletişim sistemi olarak dine” ve “bilinç ve bilinçaltına ait inanç konularına” daha fazla ilgi duymaktadır.
Postmodern toplumlarda her şey tüketicilik esasına bağlı değerlendirildiğinden dinle uğraşan bazı akademisyenlerin din olgusunu “bir sinai unsuru” ve “tüketim kültürü aygıtı” olarak düşündükleri rahatlıkla görülebilmektedir.
Reklama konu olan, gittikçe medyatik bir tarza bürünen dinin temel unsurları, artık her yerde yeni bir vizyon ve dinamik bir jargon ile sanal stüdyoya dönüşen siber mabetlerin odağında olmakla büyük alışveriş merkezlerine benzer bir şekilde yeniden modellenmesine veya “yedi gün açık olan oditoryuma dönüşmesine izin vermekte; böylece dinin teolojik din diline kapitalist tüketici bir tarz katılmaya zorlanmaktadır.
Bu noktada en büyük meydan okuyucu tavır dinin “Disneyland” haline dönüşmesi krizidir. Teolojik formdaki “disneyland-din”, metafizik huşu ve sükûnet yerine heyecan verici her türlü eğlendirici sektöre sahip olan, yeni moda mega mabet dini olarak en yüksek teknolojilerle donanmış tüketimi, modayı, güncel ajandayı, film ve popüler müzik ile içli dışlı bir karakterdedir.
a). Özellikle doğuya ait inançlarla batının normatif dinlerini parçalayarak sentezleyen yeni dinî hareketler (kültler) çok popüler hale dönüşerek insanları ve onları inceleyen araştırmacıları gittikçe ana akım geleneklerden uzaklaştırmaktadır.
b.) Ortaya çıkan yeni maneviyat biçimleri, muğlaklaşan, grileşen ve çoğulcu hale dönüşerek sadece ikili beşeri doğayı kuşatan “postmodern” maneviyatlar” kategorisine dahil olmaktadır.
c.) Postmodern maneviyatlar, hem geleneksel dinî sistemlerin etkisini rolünü azaltarak “dinden ve kutsallarından arındırılmış alan” içinde eritilerek doğrudan sekülerleşme, çoğulculuk, bireyselleşme, özelleştirme, ticarileştirme ve tüketimciliği teşvik eden sosyal durumun hayati parçası olmaktadır.
d.) Geleneksel dinin somut kurumsal yapıları,onların sosyo-kültürel tezahür ve anlamlandırma biçimleri, gittikçe postmodern bir renk kazanarak radikal değişimlere uğramaya başlamakta ve sonunda güven, barış esenlik ve huzur veren yapı olarak dinin güvenilirliğinde nispileşmeler, kuşkucu krizler, bizzat dindarından sorgulamalar baş göstermektedir.
e.) Bu somut dönüşümlere aşına ve alışık hale gelen “postmodern mümin” ve onun medyatik vaizi formuna gelen din adamı inandığı ve savunduğu din olgusunu, bu hayatın deneyimler alanını “doğrudan” meşrulaştırıcı, onay verici, değişmez kılıcı hatta genelleştirici bir araç haline sokacak ve onu tek bir ifadeyle postmodern hayatta bir karşılığı olan “öznel, kişisel normatif kurallar setine” dönüştürecektir.
f.) Postmodern formundaki “yeni maneviyat”, kendini herhangi bir dini oluşuma, kuruma, mezhebe veya bir cemaate bağlı olarak tanımlamayan kişilerin inancı olarak “manevi ama dinsiz” olarak tanımlanmaktadır.
g.) Postmodern inanca göre bireysel maneviyatların, kültürel açıdan geleneksel dinden kopması ve bağımsızlığını kazanması kaçınılmazdır. Zira postmodern dönemde inanç, liberal, esnek ve çoğulcu bir dünyanın dini ekonomisinde bir “tercih kültürü”, “kişisel bir hayat stili”, “ticari mallar etiketi” veya “emtia fetişler toplamı” olarak yaftalanabilmektedir.
h) Son olarak postmodern dindarlık formu olarak maneviyat, ölümden sonraki yaşam yerine bu dünyaya ve dinamik hayata alabildiğine odaklanmak istemektedir.
Çağdaş maneviyatın temsilcisi olan dindarlar ise Tanrı'yı insanda ve bu dünyada içkin varlık kabul ederken bu alemin dışındaki bir hayatta meydana gelebilecek her türlü sonsuz ceza (mesela cehennem inancı) ve ebedi sürecek bir ilahi lanetlenme fikrini reddetmektedirler.
4. Din Araştırmalarında İdeolojik Krizler: Post-Oryantalizm veya İleri- Sömürgecilik
En basit tanımla ideoloji, bir dünya inşası olarak daha çok zihinsel ve bilince ait bilişsel alanda etkindir.
Postmodern filozof Feyerband ideoloji konusunda “bilimi kültürel cinayetler uğruna suiistimal eden ideolojilere karşıyım” demektedir.
İdeoloji, en anlaşılır haliyle baskın bir düşünce gündemine sahip olan batının genel fikir şemsiyesi altındaki dili, kültürü ve hegemonyacı düşüncesi etrafındaki birleştirici, evrenselleştirici, mutlaklaştırıcı, meşru kılıcı, rasyonelleştirici ve doğallaştırıcı gücüdür.
Bu açıdan bakıldığında ideolojik dayatmalarıyla Batı, adeta kendi yöntemlerine ve disiplinlerine tapınılmasını, “metodolatri” diye yeni bir putperestlik icat etmektedir.
Yine bir başka betimleyici tanımla dinler bile postmodern dönemde birer “beşeri ideolojileri” olarak görülmeye başlamıştır.
Bunun anlamı, dinler artık Batı’ya ait ideolojik hedefler uğruna yeniden tasarlanmak istenmektedir.
Bu ideolojik hedef uğruna, sonsuzluk, kutsallık boyutları yerine dinlerin beşeri, fani yanları, dünyevi otorite yönleri ve güçleri daha fazla vurgulanmakta böylece batılı hegemonyacı yayılmacılığı uğruna dinler yeniden tanımlamak istenmektedir.
Daha akademik ifadeyle söylersek Batı, ideolojiyi üçüncü dünya ile kendisi arasındaki muhtelif sosyo kültürel farklılıkları kendi lehine olmak üzere en aza indirgemekte; bilişsel açıdan ve düşünce sistemleri bağlamında küresel bir homojenlik, tekdüzelik ve bütünlük sağlamak için kullanmaktadır.
Bu anlayışla ideoloji aynı zamanda dini olan ile seküler olanın uyumunu sağlayarak, Batının yeniden dizayn edilen dinamik postmodern sömürgeciliğine hayati katkı yapmakta; böylelikle ideoloji, batının kendisi dışında kalanlar açısından daima teori ile pratik veya fikir ile gerçeklik arasındaki boşlukların mevcut olduğunu farz etmektedir.
Bu yüzden Batı’nın üçüncü dünya milletlerine baskın ve dayatmacı ideolojik şekillendirmesi, onların hassasiyetlerini ihmal ve inkar etmek hatta onları tahkir eden yöntemlerle yaklaşan batı yanlısı metodolojiler icat etmekle sistematik hale gelmektedir.
İkinci önemli safha ise konular açısından ortak dini duygu kavramı” kategorisi olup öteki dinler ve kültürler Hıristiyan ve batılı kültürel değerlere göre dizayn ve inşa edilmeyi ifade etmektedir.
Dini alanda akademisyenlerin bilişsel haritasına yön veren diğer bir yorumlama aracı da batılı ideolojiye bağlı işleyen yeni veya ileri sömürgecilik kavramıdır.
Basit bir tanımla klasik sömürgecilik, askeri ve siyasi güç kullanarak, ekonomik açıdan hammadde ve ucuz işgücü kazanılabilecek yabancı bir toprağa girmek ve buna uygun şartları yaratıp bu durumun idamesi için çaba göstermekti.
Bu terim, ise aynı zamanda yabancı işgal güçleri ile yerli halklar arasında sürekli artarak devam eden “temas noktaları” ortaya çıkararak sömürgeci güçler lehine kültürler arası alışverişi, temas noktaları keşfetmeyi, interaktif etkileşimi ve karşılaşmaları da içermekteydi.
Dolayısıyla, sömürgeciliğin, maddi boyunun yanında aynı zamanda oryantalizm gibi zihinsel ve kültürel şartları yani bilginin ve gücün kültürel formları, söylem ve uygulamaları, teknik ve stratejileri hep mevcuttu ve bunlar, sömürge durumunun oluşması için bütünleştirici ve hayati roller üstlendiler.
Avrupalı kaşifler, tüccarlar, işgalciler, antropologlar, sömürge yöneticileri, hem kendi alanları açısından toprağa dayalı ekonomik bir genişleme peşinde oldular.
Onlar, aynı zamanda doğuyu bir bütün olarak öğrenerek Avrupa tarzı düşünme ve yaşam biçimine uyumlu olmalarını sağlayan kültürlerarası etkileşim için çabalamaktaydılar.
Günümüzde mesela din bilimleri alanında da çoğunlukla antropolojik araştırmalarla üretilen din hakkındaki Batı menşeli küresel bilgiler, klasik sömürgeci güçlerin güncellenmiş yeni kollarıyla yakın ilişki içinde bulunmaktadır.
Bu yüzden batılı ileri sömürgeciliğin arzuladığı bilişsel ve düşünsel yapılar, “tebaaya dönüşmeden hizmetkar olma” ideolojisi altında batıya uygun olarak hayatı ve hayata anlam veren unsurları ( mesela dini ve kültürü) anlamlandırma olarak belirlenmişti. Oksidentalizm ise (Garbiyatçılık), Doğu’ya ait bir icat hiçbir zaman olmayacaktır.
Zira Müslümanlar için insana ve aleme yönelik art niyet, ideoloji ve sömürge kavramları yaşam sözlüğünde yoktur ve olamayacaktır. Bu bakımdan “Oksidentalizm” kelimesi bile ilk kez bir batılı tarafından, Latin Amerika’da Venezuela’lı Antropolog Fernando Coronil tarafından, icat edilmiş yeni bir kavramdır.
Ona göre Garbiyatçılık, oryantalizmin karşıtı değil aksine olabilme ihtimali, aynada görülmeyen karanlıkta kalmış yönüdür.
Bilhassa Coronil gibi Latin Amerikalı düşünürler için de oksidentalizm, kendi içinden batının gene kendisini, karanlıkta kalan yönleriyle tanımlaması bilhassa bu konuda kendisini geride hisseden Latin Amerikan kültürlerin Batı’yı tanımlamasıdır.
Netice olarak çok gelişmiş bir oryantalizm olan “ileri sömürgecilik”, sömürülenlerin verdiği yanıtlarla (mesela, kendi kendini kontrol ve yönetebilme çabaları, baskın sömürgeci dilin hakimiyetinin onaylanması veya benimsenme eğilimleri, mekan, zaman, tarih, ırk ve etnik köken temsil sorunları ile mücadeleler, kendi mahalli gerçekliklerini, sorunlarını küresel bir kitleye ulaştırma çabalarla), yine efendi sömürgecinin yerel etki ve eleştirilerini devam ettirmektedir.
Bu bakımdan ileri sömürgecilik, öncelikle birinci muhatabı yani sömürülenler için vahim bir durumdur yani sömürgeci, bağımsızlık kazanan sömürgesinin durumunu başıboş bırakmaz.
Zihinsel açıdan çağdaş dönemde ileri sömürgecilik, din, modernite ve bilhassa entelektüel sömürge üçgenindeki Batılı menfaatleriyle uyumlu hale getirilişini bize anlatır.
Bu açıdan ileri sömürgecilik veya yeni oryantalizm, bir anlamda teorik açıdan emperyalist metodolojiyle donanarak sistematik modern sekülerizm ve batılı değerler lehine olmaktadır.
Din bilimleri açısından çağdaş ileri sömürgecilik döneminde baskın kültürün etkisi altında melezleşen bir takım pasif kültürlerin oluştuğunu ve melez yerel kültür ile üstün ve baskın olan kültür arasında uzlaşı içinde olan yeni bir kültürel havanın durumun ortaya çıktığı ileri sürülmektedir.
Son tahlilde ileri sömürgecilik, eski sömürgeciliğin sert, tavizsiz ve süpürücü emperyalist zorbalığı yerine yerel kültürlerin batı dünyasında onay kazanması, diyaspora kimliğini teşvik etmek, saflık veya öze dönüş yerine karma veya melez olma, farklı olma, hatta farklılıkların bileşkesi ve birleşimi, kültürel karışım şiddetle dayatılır.
Bu gelişmiş planlarla ileri sömürgecilikte din daima esneklik, açık görüşlülük, akıcı bir söylem zenginliği ve karşı kültürlere açık olarak yeniden ve sürekli tanımlanacaktır.
Kaynak:Adanapost
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.