Trump’ın şahin Almanya büyükelçileri ve ABD’nin Balkan-Doğu Avrupa politikası
İstanbul
Şahin çıkışları nedeniyle Almanya tarafından “istenmeyen kişi” ilan edilecek kadar tasvip edilmeyen bir diplomat olan ve aynı zamanda Sırbistan-Kosova görüşmelerini yürütmekle görevlendirilmiş ABD’nin eski Berlin Büyükelçilisi Richard Grenell’in yerine emekli albay ve Fox News yorumcusu Douglas McGregor ABD Başkanı Donald Trump tarafından Almanya Büyükelçisi adayı olarak gösterildi. NATO’nun Sırbistan’a müdahalesinde bir subay olarak görev almasına rağmen bugün bu müdahaleyi doğru bulmadığını ifade etmekten çekinmeyen McGregor bununla yetinmeyip Kosova’yı küçümseyici sözler beyan etmekten de geri kalmadı. Atanması durumunda Sırbistan-Kosova görüşmelerini yürütmemekle görevli olup olmayacağı henüz belli olmasa bile, bugünden bu tür açıklamalarda bulunması, ister istemez ABD’nin Balkan politikasında yeni bir safhaya geçtiğinin işaretini veriyor.
ABD, Rusya ve AB arasında Balkanlar ve Doğu Avrupa merkezli bir güç mücadelesi her geçen gün daha somut gelişmelerle kendini göstermeye başladı. Türkiye ise hem Balkanlardaki tarihsel ve stratejik üstünlüğü hem de Doğu ile Batı arasında kara ve deniz bağlantısına sahip tek ülke olması hasebiyle bu denklemin en önemli ülkesi olarak öne çıkıyor.
Yunanistan ile Makedonya arasındaki isim sorunun çözülmesinin ardından, belki de Balkanlardaki en temel sorun olan Sırbistan-Kosova uzlaşmasının sağlanması hususunda Avrupa Birliği (AB) ve ABD’nin kendi politik çıkarları doğrultusundaki girişimleri devam ediyor. ABD adına bu görüşmeleri takip eden Grenell’in iki ülkenin uzlaşmaya varması hususunda Sırp tarafına yakın olan toprak değişimi modelini benimsemesi, McGregor’un atanmasıyla bir üst aşamaya geçmiş olacak. Kosova’daki Sırp bölgesinin Sırbistan’daki Arnavut bölgesiyle mübadelesini öngören bu model, kömür ve su kaynaklarını kaybedecek olan Kosova tarafından kesinlikle reddediliyor.
Kosova’yı “köşeye sıkışmış, düşmanca davranışlarda bulunan Sünni Müslüman bir mafya devleti” şeklinde tanımlayan McGregor’un bu açılımı, başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri tarafından da çok yakından takip edilecektir. “Hıristiyanları Sünni gangsterler yüzünden bombaladılar” diyen McGregor’un Sırbistan-Kosova sorununu dini boyuta taşıması ayrı bir tehlikenin başlangıcı. Diğer taraftan, Avrupa içinde mukimleriyle birlikte toprak mübadelesi yoluyla bir uzlaşma girişimi, gelecek dönemde içinden çıkılmaz sorunların başlangıcı demektir. Uluslararası hukukun hiçbir şekilde çözmekte yeterli olmayacağı bu sürecin, başta Balkanlar olmak üzere bütün Avrupa’da bir sorun yumağı haline gelmesi kaçınılmaz. Hatta konu biraz daha ileriye taşınıp ülkelerin tek taraflı şekilde kendi etnik yapılarıyla bütünleşme arzularına doğru yönelirse, Arnavutlar Yunanistan’ın Çamriya bölgesinde, Macarlar Voyvodina’da hak talebinde bulunabilirler. Bu örnekleri ziyadesiyle artırmak mümkün.
Arnavutları küresel politikalarda sıkıntıya sokan gelişmelere genel olarak bakmak gerekirse, dikkati çekecek ilk husus ABD’nin Rusya’yı Balkanlar ve Doğu Avrupa’da sınırlama çabasıdır. Almanya’dan çekilecek bir kısım ABD askerinin Polonya’ya yerleştirilme girişimi, Bulgaristan ve Belarus’ta devam eden muhalif hareketler bunun bir sonucu olarak değerlendirilebilir. İkincisi, ABD’nin Türk Akım ve Kuzey Akım-2 doğal gaz projelerinden duyduğu rahatsızlıktır.
McGregor’un söyleminin esasen sağlam bir tarihsel altyapısı bulunuyor. Osmanlı’nın Balkanlardan çekilme sürecinde Batılı ülkelerin en hassas olduğu husus, bölgede halkı Müslüman olan müstakil bir devletin kurulmamasıydı. Sultan Abdülhamid ise bunun farkında olan bir devlet adamı olarak, Osmanlı’ya sadık kalması suretiyle, kurulacak bağımsız bir Arnavutluk’a destek olunması kanaatine sahipti. Balkanlar’da Türkler ve Boşnaklar muhtelif devletler içinde varlıklarını sürdürürken, Arnavutlar her türlü bölünmüşlüklerine rağmen bağımsız bir devlet kurmayı başarmışlardı. Bunun bir handikap olduğunun bilincinde olan Batı, ilk aşamada Osmanlı bakiyesi Bektaşiliği Arnavutlar içinde yeni bir mezhep veya “din” olarak gündeme getirdi; bunun yetmeyeceğini düşünerek akabinde Enver Hoca gibi birinin iktidarına göz yumdu. Bugün Kosova ile iki devlete sahip olan Sünni Müslüman Arnavutlara yönelik aşağılayıcı ifadelerin kullanılmasının ardındaki çarpık anlayış, Balkanların 19. yüzyılın sonlarında dizayn edildiği döneme kadar gider.
Fakat buna rağmen uluslararası politikanın gerçekliğini de unutmamak lazım. Balkan politikasında Arnavutların öneminin farkında olan ABD, NATO bünyesinde Sırplara karşı gerçekleştirdiği operasyonlarla Arnavutları koruma altına aldı. Bu müdahale günümüze kadar ABD-Arnavut dostluğunun temeli oldu. ABD Arnavutlarla olan ilişkilerini küresel ve bölgesel politikalar olmak üzere iki farklı düzlemde yürütüyor. Bu durum doğal olarak bazı noktalarda Arnavutlara yönelik çelişkili politikaların ortaya çıktığını gösterse de, bunun Batı diplomasisi içinde “realite” olarak değerlendirildiğini biliyoruz. Zira analiz düzeylerinde her üst sistemin kendi altındaki sistemlerle çelişkiye düştüğünde nasıl davranması gerektiği açıktır. Bu kapsamda Sırplar ABD’nin küresel politikalarının bir parçası haline dönüşmüşken Arnavutların bölgesel politikalar içinde kaldığını görüyoruz.
Böylesi bir dönemde ABD, Arnavutları kendi küresel değerlerine saygı duyacak bir çizgiye çekmeye çalışıyor. Bu nedenledir ki Kosova’daki muhafazakâr Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) mensuplarının tasfiyesini hedefleyen önemli bir süreç yaşıyoruz. Batı diplomasi geleneğinde bu yaşananlar, ABD’nin Sırpları Arnavutlara tercih ettiği şeklinde algılanmayacağı gibi, McGregor’un Arnavutları aşağıladığı, Sırpları mazlumlaştırdığı şeklinde de tasavvur edilmeyecektir. Bu süreçte Arnavutların bu kadar gerçekçi politikaları nasıl değerlendireceğini de zaman gösterecek. Ya bölgesel politikalar içindeki dengelere boyun bükecekler ya alternatif ortaklarını güçlendirecekler ya da kendilerine küresel politikalar içinde bir yer bulmaya çalışacaklar. Ama her halükârda yerel dengelerde gözetilmeye devam edileceklerdir.
Arnavutları küresel politikalarda sıkıntıya sokan gelişmelere genel olarak bakmak gerekirse, dikkati çekecek ilk husus ABD’nin Rusya’yı Balkanlar ve Doğu Avrupa’da sınırlama çabasıdır. Almanya’dan çekilecek bir kısım ABD askerinin Polonya’ya yerleştirilme girişimi, Bulgaristan ve Belarus’ta devam eden muhalif hareketler bunun bir sonucu olarak değerlendirilebilir. İkincisi, ABD’nin Türk Akım ve Kuzey Akım-2 doğal gaz projelerinden duyduğu rahatsızlıktır.
ABD Bulgaristan’dan başlayarak Baltık denizine kadar olan hatta kendine müttefik devletler oluşturma gayreti içinde. Bu süreçte Sırbistan ile iyi ilişkilerin kurulması büyük tablo için önemli bir politika. Sırbistan ve Rusya’nın etnik, tarihi ve mezhepsel yakınlıkları, ABD’nin Sırbistan’ı bir üst kategoride değerlendirmesine sebep olmuştur.
Diğer taraftan, ABD’nin Rus gazına karşı ortak politika içinde bulunmak istediği Almanya’ya verdiği mesajları da dikkate almak lazım. Bütün dünyanın ekonomik sorunlar yaşadığı bir dönemde, ABD’nin Almanya’daki askerlerinin bir kısmını çekmesi, Almanya’nın savunma harcamalarını artıracak, diğer taraftan ABD’nin güvenlik hattını Doğu Avrupa’ya kaydırmış olmasıyla stratejik önceliğini zayıflatacaktır. Bundan sonraki dönemde ABD, güvenliği temel alan kalkınma ve yatırım harcamalarını Doğu Avrupa hattına yoğunlaştıracaktır.
AB ise bu süreçte Balkan ülkelerini kendi kontrolünde tutabilmek adına genişleme politikalarını yeniden gözden geçirecek, belki de Balkanlardan birliğe toplu katılımları sağlayacak politikaları düşünmeye başlayacaktır. Sırbistan’ın AB’ye katılım süreci, Kosova ile uzlaşma sürecindeki göstereceği tavra göre değerlendirilecek. Sırplar ya toprak mübadelesini tercih edecekler ya da AB’ye girmeyi. Bu ikisi arasında çözüm yok mu? Diplomasi elbette bunun için var.
Sonuç olarak ABD, Rusya ve AB arasında Balkanlar ve Doğu Avrupa merkezli bir güç mücadelesi her geçen gün daha somut gelişmelerle kendini göstermeye başladı. Türkiye ise hem Balkanlardaki tarihsel ve stratejik üstünlüğü hem de Doğu ile Batı arasında kara ve deniz bağlantısına sahip tek ülke olması hasebiyle bu denklemin en önemli ülkesi olarak öne çıkıyor. Almanya’nın Atina Büyükelçisi Ernst Reichel’in sosyal medya üzerinden yaptığı Yunanları kızdıran Ali Paşa açıklamasını da sanırım bu açıdan değerlendirmek lazım.
McGregor ABD’nin Doğu Avrupa ve Balkanlar siyasetindeki şahin çıkışların elçisi olmaya aday oldu. ABD bu politikasıyla bir taraftan doğuda Rusya’yı, batıda Almanya’yı kontrol altına almaya, diğer taraftan da Rusya, Almanya ve Türkiye üçgeninde kalmış Balkanları daha da karmaşık hale getirmeye çalışacaktır.
[“Korsanlıktan Siyasal İslam'a: Cezayir'de Sosyal ve Toplumsal Değişim” ve “Kalanlara Gurbet Gidenlere Memleket Rumeli (Makedonya Türkleri)” kitaplarının yazarı olan Ali Maskan çalışmalarını sömürgecilik ve Afrika ile Balkanlar alanlarında sürdürmektedir]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.