Özelleştirme Mi, Güzellleştirme Mi?!..
Gündemde 14 tane şeker fabrikasının özelleştirilmesi konusu var ya, yine her zamanki gibi ortalık toz duman!.. Hükumet bu fabrikaların özelleştirileceğini gündeme getirdi; muhalefet de hemen kendisinden beklenen, aksi olsa ağzımızın açık kalacağı doğal tavrını ortaya koydu: Asla satamazsınız, özelleştiremezsiniz; buna müsaade etmeyeceğiz!..
Efendim biliyorsunuz tanımlanırken, ülkemizin adı, “Türkiye Cumhuriyeti”, yönetim şeklimiz de, “laik, demokratik, çok partili parlamenter sistem” diye tanımlanır. Ya da biz öyle zannederiz!.. Oysa ki ülkemiz, esasında eskiden tıpkı bir KOMÜNİST rejimdeki gibi DEVLETÇİ bir sisteme sahip bir devletti.
Şimdi bu da nereden çıktı, demeyin!.. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri devlet, iğneden ipliğe, aklınıza ne gelirse, her şeyi kendisi üretiyor; posta, telgraf, telefon, ulaşım… hizmetlerini kendisi veriyordu. Bu ülkede, başlangıçtaki adı “İNHİSARLAR İDARESİ” olan, sonradan “TEKEL” adını alan kurumunda, çayı, şekeri, her tür içki ve sigarayı, kibriti, ispirtoyu kendisi üretiyor ve kendi dükkanlarında satıyordu. Tuz bile “Tekel”in elindeydi. “SÜMERBANK” adlı “KİT”inde basma, bez, kumaş, ayakkabı, halı, kilim, porselen, fayans… üretip satıyordu. Devlet bakkaldı, manifaturacıydı, halıcıydı, ayakkabıcıydı… Aynen KOMÜNİST SOVYETLERDE OLDUĞU GİBİ!..
Bu ülkede bir ton “KİT” ve “BİT” adlı kurum ve kuruluş vardı. Bunların hepsi de bu milletin, bu devletin sırtında, deve hörgücü gibi birer kamburdu!.. Neden mi?!. Çünkü tüm bu kamu kurum ve kuruluşları ile kamuya ait iktisadi teşekküller, YÖNETME erki kimin elinde ise, ONUN ARPLALIĞI haline gelmişti. İktidara gelen her parti, seçim sürecinde söz verdiği seçmenlerini bu arpalıklara dolduruyordu. Hem de öyle az uz paraya, asgari ücrete falan değil, eşek yükü para veriyordu bu adamlarına. Üç kişinin yapacağı işi, otuz üç kişi yapıyordu.
Çukurova bölgesinde, pamuk üreticilerinin ürünlerini değerlendirmek ve üreticiye destek sağlamak amacı ile 15.10.1940 tarihinde kurulmuş bir kooperatif vardı: ÇUKOBİRLİK… Balkanlar ve Ortadoğu’nun en büyük entegre pamuk işleme, dokuma ve yağ tesisleri idi. Ne var ki, binlerce ortağı olan bu tesis, iktidarların tam bir arpalığı olmuştu. Binlerce torpilli işçi alındı; bir kişinin yapacağı işi üç kişi yapmaya başladı. Hem de bu işçiler çok yüksek ücretlerle işe alındı. Her yıl milyarlarca zarar eden bu tesis, sürekli devlet bütçesinden desteklenerek; yani senden benden toplanan vergilerle işçilerine maaş ödeyebildi. Sonunda bu büyük kuruluş iflas bayrağını çekti. Adana – Mersin yolunun 14. kilometresindeki devasa binası bugün kiraya verilmiş durumda, o paha biçilemez makinaları da çürümüş durumda.
Şimdi birileri çıkıp da “Efendim, sosyal devlet anlayışında, insanlar işsiz, aç sefil kalmasınlar diye, birtakım kurumların, tesislerin zarar etmesi normaldir. Bakın, devlet şimdi dula, yetime, yaşlıya, özürlüye, hastaya bakana vs. vs. maaş veriyor. Devlet ha bunlara maaş bağlamış, ha insanlar iş sahibi olsun diye üç kişilik işe beş kişi almış, ne fark eder?!..” diyebilir. Ama bu mantık doğru bir mantık değildir; zira bugün devlet, zarar eden böylesi pek çok kurumu olmadığı için, bütçeyi bu tür kamburlardan kurtardığı için sosyal devlet olabilmiştir. Bu sayede o bahsi geçen kişilere aylık bağlayabilmekte, yardım ulaştırabilmektedir. Bu yardımlar eskiden neden yapılamıyordu sanıyorsunuz?!.. Devlet, sırtındaki bu kamburlarla uğraştığı için!..
EĞER DEVLETÇİ SİSTEM, DEVLETİ, MİLLETİ İHYA EDEN BİR SİSTEM OLSAYDI, SOVYETLER ÇÖKMEZDİ!..
Devlet, bir kurumu sattığında, özelleştirdiğinde, bazıları sanıyor ki, bunu alan kimse, bu tesisi cebine koyup ya da arabaya yükleyip başka bir ülkeye götürüyor!.. Bir tesis veya kurum özelleştirilip satıldığında, o yine bu ülkede kalıyor ve işlevlerini aynen sürdürüyor!.. İkincisi, bünyesinde yine bir yığın insan istihdam ediyor. Üstelik bunlara maaş ödüyor, sigorta primlerini, emeklilik tazminatlarını, kıdem tazminatlarını vs. yatırıyor. Devlet, o işçilerin maaş ödemelerinden, sigorta, emeklilik, kıdem tazminatlarını yatırmaktan kurtuluyor. Üçüncü önemli bir husus, devlet hem bu yüklerden kurtuluyor hem de bu kurumlardan veya fabrikalardan, şu bu adı altında bir ton vergi tahsil ediyor. Aldığı bu vergilerle de, sosyal devlet olma görevlerini yapıyor.
Bölgemizde çok önemli bir örnek daha var: İSDEMİR. Eskiden bu tesiste 20 – 30 bin işçi çalışırdı ve sürekli zarar ederdi. Bu gün 3500 işçi çalışıyor ve kar ediyor; çünkü ÖZELLEŞTİRİLDİ, GÜZELLEŞTİRİLDİ. Ayrıca, halkın malları satılıyor diyenlere bir sorum var: ''Halk'' dediğiniz kimdir?!.. İSDEMİR’e ortak olan kaç kişi vardır? Sümerbank’tan kâr payı alan birini tanıyor musunuz? Etibank Metalurji’de hissesi olan bir köylü veya işçi gördünüz mü? Seydişehir Aluminyum’da (ki, İSDEMİR gibi Rus yapımıdır) bir emekçi ortak mıydı? “Halkın malları satılıyor!..” derken, sanki halk buna ortak da, ellerinden alınıp başkalarına veriliyor imajı oluşturmak, doğru bir mantık değildir. Ne yani, bunların zararları sırtına yüklenenler, verdiği vergilerden yan gelip yatanlara yüksek maaşlar ödenenler “halk” değil midir?!.. Yalnızca bu “tosunlar” mı “halk”tır?!..
Ben size bir fıkra anlatayım da işin boyutunu bir de böyle gözlemleyelim: Bir yerde bir “Devlet Üretme Çiftliği” varmış. Mühendisler, bol süt ve et veren bir inek türü geliştirmek istemişler ve çevrede yerli bir ırk araştırması yapmışlar. Nihayet bir vatandaşın çok bol süt ve et veren bir ineği olduğu ihbarını almışlar, adamın yanına gitmişler. Adam, sadece ineği almakla olmaz; bunun tohum babası olan boğayı da almanız gerekir, demiş. Mantıklı bulmuş ve inekle birlikte damızlık boğayı da alıp çiftliğe götürmüşler. İnek, başlangıçta, yediği extra yemlerin etkisiyle, beklenenden de fazla süt vermiş. Ne var ki, günden güne süt verimi azalmış ve nihayet diğer inekler kadar süt vermeye başlamış. Mühendisler ineği sıkıştırmaya, itip kakalamaya başlayınca, boğa hemen atılmış: “Hoop!..” demiş, “Biz artık devletin kadrolu memuruyuz, öyle sıkıştırmaya falan gelemeyiz!..”
İşte bugüne kadarki zarar eden devlet kurumlarında geçerli mantık budur ne yazık ki!.. “Ben devletin kadrolu memuruyum; öyle sıkıştırmaya, zora, zahmete falan gelemem!..” Peki, özel şirket ve kurumlarda böyle midir bu işler?!..
Ben, bir şeyi ters mantıkla düşünmeyi seven biriyim. Bazen ters mantıkla düşünmek, bizi doğrulara götürür. Gelin sizinle bir ters mantık kuralım!.. Nasıl mı?!.. Şöyle: Türkiye çapında dört tane beğendiğimiz kurum alalım. Mesela, benim beğenip takdir ettiğim dört firma: L.C. WAİKİKİ, TORKU, BİM ve A-101… Bu kurumları DEVLETLEŞTİRELİM!.. NE DERSİNİZ?!.. Herkes namuslu bir şekilde yorum yapsın, cevap versin!.. Bu kurumları devletleştirirsek ne olur?!.. “Çok iyi olur, çok daha verimli, çok daha karlı çalışır. Halka daha ucuza, daha kaliteli ürünler sunar!..” diyebilecek aklı başında bir tek kişi çıkar mı acaba?!.. Uyuzluk olsun diye çıkanları da Allah’a ve halka havale ediyorum!.. Rekabetin olmadığı yerde, halka hem ucuz ve kaliteli hizmet sunmak hem de verimli bir işletme oluşturmak imkansızdır.
Şimdi 14 Şeker Fabrikası’nın özelleştirmesine dönebiliriz. Bakınız, önümüzde bir TORKU gerçeği var. Konya şeker fabrikası, yeni adı ile TORKU, BİR DÜNYA devi olma potansiyeli yarattı... Özelleştirildikten sonra, süper bir gelişim sağladı, Türkiye çapında ve hatta dünya çapında başarılara imza attı.
Peki, satışa çıkarılacak onca şeker fabrikası neden aynı şekilde çalışmasın? Koskoca PANKOBİRLİK akıllı olaydı da, kooperatifi dünya devi yapaydı... ŞEKERBANK bir çiftçi kooperatifi bankası olabilir ve PANKOBİRLİK, TORKU'nun yaptığını yapabilirdi. Peki, neden yapmadı, yapamadı?!.. Ne yazık ki, Türkiye'deki tüm çiftçi kooperatifleri, ama YÖNETENLER ama ÜYELER ama İDARECİLER tarafından arpalık olarak görülmüştür... Yılda dört ay, çok yüksek ücretlerle çalış, sekiz ay yan gel yat!.. Bir kişinin yapacağı işi de üç kişi yapsın. Vallahi Nasrettin Hoca’nın göle çaldığı maya tutsaydı, “Nerede bu yoğurdun bolluğu?!..” derdik. Ama tutmadı ne yazık ki!..
Şimdi ben diyorum ki, devlet, tıpkı Ereğli Demir Çelik’te, İSDEMİR’de olduğu gibi, bir lira gibi bir sembolik rakamla, tüm şeker fabrikalarını, işçileri ile birlikte TORKU’ya devretsin!.. Hem onların maaşlarından, primlerinden şusu busundan kurtulsun, hem de vergi alsın bunlardan. Çok kârlı bir iş yapmış olur!..
CARGILL’ın canı cehenneme!.. Devlet, Hükumet asla bu fabrikaları bunlara satmayacaktır; müsterih olun!.. Satarsa, ben de oyumu AK Parti’ye vermeyeceğim!.. Bir diğer husus, pancar ekimi asla yasaklanmayacak, üretimi bugünkünden daha az olmayacak, binlerce çiftçi asla mağdur edilmeyecektir. Bunlar olursa, ben yine oyumu vermeyeceğim!..
Bu fabrikalar, ÖZELLEŞTİRİLECEK, GÜZELLEŞTİRİLECEKTİR!.. Devlet bu kamburdan kurtulacaktır. BEKARA KARI BOŞAMAK KOLAYDIR; bu şartlar altında bu fabrikaların devletin, milletin kocası olması, milletin sırtından yan gelip yatması, kanını emmesi mümkün değildir.
Ha, eğer bu işe CHP, Kılıçtaroğlu ve de Fatih Portakal karşı çıkıyorsa, emin olun, o işte hayır vardır. Ben demiyorum; rahmetli dedem diyor!.. Tecrübe, tecrübe!..
Aksini iddia ediyorlarsa, devlet, yine bir liralık sembolik bir rakamla bu tesisleri bizim müzmin bekarımız CHP’ye devretsin!.. Ben hakkımı helal ediyorum!.. Ama kaytarmak, çamura yatmak yok ha!.. İstediğiniz kadar yandaş, candaş, vatandaş alabilirsiniz bu tesislere. Bir kişinin yapacağı işi üç, beş, on beş kişiye yaptırabilirsiniz. İşçilerin maaşını bugünkü en yüksek değerden ödeyeceksiniz; primlerini, kıdem tazminatlarını, sigorta primlerini muntazaman yatıracaksınız. İşçi çıkarmayacaksınız, şekere zam yapmayacaksınız, zarar ediyoruz, bizi kurtarın diye devletin önüne çadır kurmayacaksınız!.. HODRİ MEYDAN, ŞEKERDEN DÖNENİN KAŞIĞI DA KAFASI DA KIRILSIN!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.