Stefan Zwieg: “Bir sabah kalktım, baktım elli iki yaşındayım” derken geçip giden ömür hakkında aslında bizlere mesaj vermektedir. Hayat denen ve ölçüsü zaman olan ömür dediğimiz şey, her gün eksiltiyor bizi. Uğrunda durmadan koştuğumuz maddi amaçlar ve idealler o kadar dinamik ki zaman yanımızda akıp giderken bizler temelsiz yarınları inşa etmenin telaşındayız.
Bitmeyecek bir ömrümüz varmışçasına sarılıyoruz bu dünyaya.
Hayat denen bu esrarengiz sürece çok şey sığdırmak için çabalıyoruz.
Yıllar bir nehir gibi akıp giderken geriye baktığımızda bazen bir "hiç" bazen de anılar toplamından öteye gitmeyen bir geçmişle yüzleşiyoruz. Yarına dair beklentilerimiz canlılığını korusa da bazen bir yalnızlık çıkıp geliyor bir yerden.
Anlamlar anlamsızlaşır, anlamını yitiriyor, yılların yorgunluğu düşüyor umutlarımızın hayallerimizin gölgesine.
Bu anlamlandırma çabası, aslında bir nevi hayatın kendisidir. İnsan, hayatı istese de istemese de anlamlandırmak zorundadır.
Bazen de özenle büyüttüğümüz umutların, hüzne dönüştüğüne şahit oluyoruz.
Son yıllarda zaman ne kadar da çabuk geçiyor. Cahit Sıtkı Tarancı’nın da dediği gibi, ‘Hangi resmime baksam ben değilim. Nerde o günler, o şevk, o heyecan. Bu güler yüzlü adam ben değilim; Yalandır kaygısız olduğum yalan’.
Saatler zamanı ölçmekte yorgun düşüyor. Koparıp atıyoruz günbegün takvim yapraklarındaki yaşanmışlıkları.
Tüketiyoruz zaman denen meçhulü. Eskiden hayatın daha yavaş aktığını ve insanların başarılarını o kısa ömürlerine sığdırabildiklerini görüyoruz.
Oysa birçok insan uzun yaşasa da arkasında sadece bir matematiksel sayı bırakıp bu veda ediyor bu dünyaya.
Yorgun yıllara inat, sevginin denizinde yarınlara mutlu bir gelecek inşa etmek çok mu zor acaba?
Daha çok yükselme, daha çok kazanma endişesi insanları sağlık başta olmak üzere birçok alanda olumsuz etkiliyor.
Kalın sağlıcakla
Sait ÖZDEMİR
Uzman Psikolojik Danışman
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.