Körfez'in Türkiye karşıtı politikalarında yeni sahne Suriye
İstanbul
11 Eylül 2001 saldırılarıyla başlayan ve 2011 Arap ayaklanmalarıyla sona eren on yıllık zaman diliminde Türkiye ile Körfez ülkeleri ilişkileri son derece önemli bir ilerleme kaydetti.
Ekim 2001’de Afganistan’ın ve ardından Mart 2003’te Irak’ın ABD tarafından işgaliyle yeniden şekillenen bölgesel denklem, Körfez ülkelerini Türkiye ile stratejik yakınlaşmaya yönlendirdi. Bu dönemde Türkiye’nin bu ülkelerle ilişkileri hem ikili hem de Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üzerinden çok taraflı olmak üzere siyasi, iktisadi ve askeri alanlarda güçlü bir işbirliği düzeyi yakaladı. 2008’de Türkiye-KİK Yüksek Düzeyli Stratejik Diyalog mekanizması tesis edilerek ilişkiler yalnızca stratejik bir aşamaya geçmedi, aynı zamanda kurumsal bir boyut da kazandı. Ayrıca, taraflar arasında Serbest Ticaret Anlaşması’nın imzalanmasına yönelik görüşmeler de başladı.
Bu amaçla önce terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG temas kuran Körfez bloku, Barış Pınarı harekatı ile bu girişimin akamete uğratılmasının ardından şimdi de Esed rejimiyle yakınlaşmanın yollarını arıyor.
Mısır'daki darbe dönüm noktası
Ancak 2011 Arap ayaklanmalarının yol açtığı bölgesel değişim ortamında daha önce yakalanmış olan işbirliği düzeyi bir süre daha devam etmekle beraber varlığını daha fazla sürdüremedi. Her ne kadar Türkiye ile Körfez ülkeleri başlangıçta Libya ve Suriye’de muhalifleri desteklemek suretiyle ortak hareket ettiyseler de Tunus ve Mısır’da örtülü bir rekabetin karşıt taraflarını oluşturdular. Temmuz 2013’te Mısır’da, demokratik yollarla iktidara gelen yönetime son veren askeri darbe, Türkiye ile bazı Körfez ülkesi arasındaki derin görüş ayrılıklarını gün yüzüne çıkardı ve ilişkilerin bundan sonraki gidişatını tayin edecek önemli bir dönüm noktası teşkil etti.
Suudi Arabistan ile BAE, siyasi ve askeri enerjilerini Suriye’de harcadıkça Türkiye’ye karşı Libya sahasında üstünlük elde edebileceklerinin hesabını da yapıyor.
Mısır darbesi, Türkiye'nin demokratik sürece, Körfez'in politikalarında belirleyici olan ülkelerin ise askeri darbeye destek vermelerinin sonucu olarak taraflar arasındaki kurumsal işbirliğini sona erdirdi. 2013 yılına kadar her yıl gerçekleştirilen Türkiye-KİK Stratejik Diyalog toplantıları askıya alındı. Aynı zamanda Körfez ülkelerinin bir blok halinde hareket etmeyi terk edip, kendi aralarında saflaşmaya gittiklerine tanık olundu. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn Orta Doğu’da birlikte hareket eden ve bölgesel ölçekte Türkiye karşıtı blokun başını çeken Körfez ülkeleri haline geldiler. Türkiye karşıtlığının fikri temellerini hazırlayan, diğer ülkeleri bu konuda yönlendiren ve bu tavrı en sert bir şekilde uygulayan ülkenin BAE olduğu akılda tutulmalı. Geriye kalan Katar, Kuveyt ve Umman ise bu süreçte görece bağımsız ve bireysel tutum sergilemeyi tercih ettiler. Bu gelişmelerin ardından Türkiye de Körfez ülkeleriyle ilişkilerini ikili düzeyde sürdürmeye karar verdi; Kuveyt ve Umman ile ilişkilerin mevcut düzeyi muhafaza edilirken, Katar’la ilişkiler oldukça ileri bir aşamaya taşındı. Riyad yönetiminin, bölgede İran’ın kontrol altında tutulması hususunda ihtiyaç duyduğu ve Suriye’de işbirliği içerisinde bulunduğu Türkiye’yi 2017’ye kadar açıktan karşısına almaktan kaçındığını da not etmek gerekir.
Riyad'ın Türkiye politikasındaki değişimin nedenleri
2017 yılında meydana gelen dört önemli gelişme Suudi Arabistan’ın Türkiye’ye yaklaşımını değiştirdi. Bu gelişmeler aynı zamanda öteden beri Suudi Arabistan’ı Türkiye karşıtlığı hususunda ikna etmeye çalışan BAE’nin de elini güçlendirdi. İlk olarak, Türkiye’nin Suriye iç savaşına siyasi çözüm bulunması hedefiyle Ocak 2017’de Rusya ve İran’la Astana müzakerelerine başlamasıdır. Ankara’nın Moskova ve Tahran’la doğrudan görüşmelere başlaması, Riyad’la Suriye ortaklığının sona erdiği anlamına gelmekteydi.
İkincisi, Haziran 2017’de uygulamaya konulan Katar ablukası sırasında Türkiye’nin müttefiki Katar’ın yanında yer almasıdır. Bu süreçte Türkiye’nin Katar’a kurulması planlanan askeri üssü ivedilikle faaliyete açarak asker konuşlandırması ve Katar’da hayata geçirilmeye çalışılan planın Türkiye’nin diplomatik girişimleri sayesinde akamete uğraması, Suudi Arabistan ve BAE’de büyük rahatsızlık doğurdu.
Üçüncüsü, Ocak 2017’de ABD’de yönetim değişikliğinin yaşanmasıdır. ABD’nin Orta Doğu politikasını yeniden yapılandıran Donald Trump yönetiminin Suudi Arabistan’la ilişkileri geliştirip, İran’ın bölgede kontrol altına alınmasına dair aktif sorumluluk alması, yeni oluşan dengelerde Riyad'ın öne çıkmasına zemin hazırladı.
Dördüncüsü ise, Haziran 2017’de Suudi Arabistan’da Veliaht Muhammed bin Nayif’in görevden alınarak yerine Muhammed Bin Selman’ın (MBS) atanmasıdır. Veliaht Prens Bin Selman’ın Abu Dabi yönetimiyle yakın temas halinde bulunduğu ve Türkiye’yle ilişkilere başından beri mesafeli davrandığı bilinen bir husus. Nitekim Mart 2015’te İkinci Veliaht olarak atanmasından bu yana geçen beş yılda Ankara’yı bir kez bile ziyaret etmemiş olması Veliaht Prens Bin Selman’ın Türkiye yaklaşımının bir yansımasıdır.
Böylece MBS ve BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid (MBZ) tarafından fiili olarak yönetilen Suudi Arabistan ile BAE Orta Doğu’da Türkiye aleyhine politikalarını açıktan uygulamaya koydular. Suriye, Türkiye aleyhine faaliyet alanlarından biri haline geldi. Suriye’de Türkiye’nin nüfuz alanını daraltmaya ve güvenliğini tehdit etmeye yönelik davranışlar sergilediler. Türkiye, terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG’nin siyasi otorite boşluğundan yararlanarak Suriye’de coğrafi ve siyasi hâkimiyet alanı kazanmasının önüne geçmeye çalışırken, Suudi Arabistan ve BAE’nin bu unsurlarla yakın ilişki kurup onlara mali ve askeri yardım sağladığı görüldü. Bu iki ülkenin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kisvesi altında terör örgütü mensuplarına toplamda 1 milyar dolar yardım yaptığı ileri sürülüyor. Bu yardımların yapılması sürecinde ABD ile koordineli hareket edildiğini de bir tarafa kaydetmek gerekir.
Türkiye karşıtı eylemlerin yeni sahnesi Suriye
Yine bu iki ülkeden yetkililerle terör örgütü PYD/YPG üst düzey temsilcilerinin katılımıyla, Riyad ve Abu Dabi’de bir dizi toplantı gerçekleştirildi. Mesela Ekim 2017’de Suudi Arabistan’ın Körfez İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Samir Sebhan, ABD’nin Koalisyon Özel Temsilcisi Brett McGurk’la beraber Rakka’da PYD/YPG militanlarıyla koordinasyon toplantısı gerçekleştirdi. Aralık 2019’da BAE, terör örgütü elebaşlarından biri olan ve Türkiye’nin kırmızı bültenle aradığı Mazlum Kobani kod adlı Ferhat Abdi Şahin’i Abu Dabi’de ağırlanmaktan çekinmedi. Bütün bu temaslar ile Suudi Arabistan ve BAE, PKK kartını kullanarak Suriye’de Ankara’yı köşeye sıkıştırmaya amaçlamaktaydı. Nitekim Haziran 2016’da dönemin Suudi Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr'in, terör örgütü PKK’ya gönderme yaparak “Ankara Suriye’de politika değişikliğine giderse Türkiye açısından ağır maliyeti olur” şeklindeki ifadesi bu düşüncenin tezahürüydü.
Türkiye’nin Suriye’de terör örgütü PYD/YPG’nin hakimiyet sahasını yok etmeyi amaçlayan sınır ötesi harekatları, doğal olarak bu örgütle yakın bir işbirliği içinde bulunan Suudi Arabistan ve BAE’de hayal kırıklığı meydana getirmekteydi. Bu nedenle Türkiye’nin Suriye’de yürüttüğü askeri harekatlara bu iki ülke karşı çıkmaktan geri durmadılar. Ocak 2018’de Suriye’nin Afrin bölgesini PYD/YPG unsurlarından arındırmaya yönelik başlatılan Zeytin Dalı harekâtı, bu iki ülkenin sert tepkisiyle karşılaştı. Bu harekât üzerine Veliaht Prens Bin Selman, Türkiye, İran ve bölgedeki militanları “şer üçgeni” şeklinde tanımladı. BAE’nin Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Gargaş ise Ankara’nın yürüttüğü harekatın Arap ulusal güvenliğini tehdit ettiğini ileri sürerek, Arap ülkelerini Türkiye karşısında birleşmeye davet etti. Bunun ardından Türkiye’nin Ekim 2019’da Fırat’ın doğusunda bulunun PYD/YPG unsurlarına yönelik başlattığı Barış Pınarı harekâtı da Riyad ve Abu Dabi’den sert karşılık gördü. Suudi Arabistan ve BAE, Türkiye’nin bu harekâtının Suriye’nin egemenliğini ihlal ettiğini ve toprak bütünlüğünü tehdit ettiğini gerekçe göstererek kınama yayımladılar. Bu ülkelerin yönlendirmesiyle toplanan Arap Birliği de aynı gerekçelerle Türkiye’yi kınadı. Bu harekâtın daha sert karşılık bulması, terör örgütü PYD/YPG’nin sağlamış olduğu alan hakimiyetinin idari bütünlüğünü ortadan kaldırmaya yönelik öldürücü darbeyi vuruyor olmasından ve dolayısıyla Suudi Arabistan ile BAE’nin bütün çabalarının boşa çıkıyor olmasından kaynaklanmaktaydı.
Yeni plan Esed rejimiyle yakınlaşmak
Türkiye karşıtı Körfez bloku, ABD’nin Suriye’den askerlerini çekme kararı ve Türkiye’nin başarılı askeri müdahaleleriyle terör örgütü PYD/YPG’nin güç kaybına uğraması nedeniyle strateji değişikliğine gidip, Şam rejimiyle görüşmeye başladı. Aralık 2018’de BAE ve Bahreyn, Suriye ile diplomatik ilişkilerini yeniden tesis ederek Şam’daki büyükelçiliklerini açtılar. Her ne kadar Suudi Arabistan henüz bu yönde bir adım atmamış olsa da bu iki Körfez ülkesinin Riyad’la fikir teatisinde bulunmadan böyle girişimde bulunmaları söz konusu olamaz. Bu sırada Suriye’nin Arap Birliği’nde askıya alınmış olan üyeliğinin yeniden aktif hale getirilmesi de gündeme geldi. Şam yönetimiyle siyasi yakınlaşmaya giden ve yüksek miktarda mali yardım tahsis eden BAE’nin de girişimleriyle İdlib’de Türkiye’ye karşı “yıpratma savaşı” devreye sokuldu. Türkiye'nin, Ekim 2017’de başlattığı İdlib Harekâtı ve ardından Eylül 2018’de imzalanan Soçi Mutabakatı ile bölgede elde etmiş olduğu askeri varlığını sona erdirmeyi amaçlayan bu girişimler çerçevesinde Rusya’nın da desteğini arkasına alan rejim güçleri, İdlib’de Türkiye’nin gözlem noktalarını hedef alan saldırılara başladı.
Buna karşılık Türkiye tarafından Şubat 2020’de başlatılan Bahar Kalkanı Harekatı’nın başarıya ulaşması neticesinde Rusya ile Mart 2020’de Moskova Mutabakatı’nın imzalanması Körfez blokunu bir kez daha hayal kırıklığına itti. Türkiye ile Rusya arasında Moskova Mutabakatı’nın görüşmeleri sırasında BAE’nin Şam yönetimiyle irtibata geçtiği, 3 milyar dolar mali yardım yapma karşılığında ateşkes kararına uymamasını istediği ileri sürüldü. Elde ettiği mali yardım karşılığında Şam yönetimin BAE’nin bu talebini kabul etmesi ve yeniden saldırı hazırlığı içerisine girmesi üzerine Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun Suriye’yi ziyaret ederek buna engel olduğu uluslararası basına yansıdı. Öte yandan, Suudi Arabistan ve BAE, siyasi ve askeri enerjisini Suriye’de harcadıkça Türkiye’ye karşı Libya sahasında üstünlük elde edebileceklerinin hesabını da yapıyorlar. Önümüzdeki dönemde de bu ülkelerin, Türkiye’yi Suriye’de köşeye sıkıştırmak uğruna Şam yönetimiyle yakınlaşmayı sürdürüp, ilişkilerde normalleşmeye dönük somut adımlar atmaları tahmin edilebilir.
[Dr. İsmail Akdoğan çalışmalarını Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde sürdürmektedir]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.