İrfan Küçükköy
Mücadele Birliği Hareketi'nde Prof. Dr. İrfan Çağlar
Mücadele Birliği Hareketi'nde
Prof. Dr. İrfan Çağlar
Kendi Kaleminden
1954 yılında Çorum İlinin İskilip İlçesine bağlı Karaören Kasabasında doğdum. İlkokul tahsilini bu kasabada, Ortaokul ve Lise tahsilini ise, Çorum İmam Hatip Okulunda tamamladım. 1972-73 döneminde Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesine kaydoldum. 1977 Yılında, Atatürk Üniversitesinden mezun oldum. 1978’yılında Erzurum Meslek Yüksek Okuluna Öğretim Elemanı olarak atandım. Yine aynı yıl, Üniversitede de ise, İşletme Doktorasına başladım. Ders aşamasını bitirdiğim sırada, memleketim olan Çoruma tayinim çıktığı için Doktora Programını yarıda bırakmak zorunda kaldım. İşletme alanında Sırasıyla; Yüksek Lisansımı Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetiminde, Doktora eğitimimi ise, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme alanında yaptım.
26 Yaşında genç bir delikanlı iken Çorum Meslek Yüksekokuluna İdareci (Yüksek okulu Müdürü) olarak görevlendirildim. Bu görevim 29 yıl sürdü. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olan Yüksekokullar Yeni YÖK Yasası ile Üniversitelere bağlanınca, akademik Çalışma dönemi önem kazanmaya başladı. Yönetim Organizasyon Ana Bilim Dalında; 1993 yılında Yardımcı Doçent, 2000 Yılında Doçent ve 2007 yılında ise, Profesörlüğe atandım. Halen Hitit Üniversitesi İİBF İşletme Bölümünde, Öğretim Üyesi olarak çalışmaya devam ediyorum.
Mili Mücadele Hareketiyle yollarım 1969’da Merhum Mustafa Yiğit vasıtasıyla kesişti. Böylece, 3,5 yıl Çorumda Mücadele Hareketine gönül verdim ve bu davanın içinde yer aldım. 1972-73 döneminde Atatürk Üniversitesine kaydolduğum için, Çorumdan ayrılarak gönül bağımı Erzurum’a taşımış oldum.
İller anlamında hareketin norm ve standartları aynı olsa da, geçerli olan yönetsel tarz ve iklim, farklılık arz ediyordu. Merhum Mustafa Yiğit’inyönetsel ikliminin temelinde; otoritenin öncelenmesi yer alıyordu. Yani bireysel insiyatifin kullanılmasına izin verilmiyen bir yönetsel yapı ve yaklaşımdan bahsediyorum. Bana göre böyle bir yaklaşımın, insanlar açısından iki tür etkiye sebep olabileceği söylenebilir. Birinci etki, insanların hayatın rutinine teslim olması ve detaylarda boğulup kalmasıdır. ikinci etki ise, birincisinin aksine, iç dünyamızda derin düşünce kulvarlarının oluşumu şeklinde kendisini gösterebilir. Bu durum zamanla; duygu, düşünce ve niyetlerin sıklıkla yazılı metin haline dönüşmesine ve yazma eğiliminin ya da kültürünün oluşmasına neden olur. Yönetsel yapı ve iklimden etkilenme biçimi insandan insanagöre değişebilir. Şahsen ben de bu etki, içe dönme ve yazma eğilimi şeklinde biçimlendi. Böylece kendi çapımda ve kendi dünyamda başkalarıyla paylaşmadığım yazı, şiir, deneme ve makale gibi edebi metinler yazdım. Tabii ki yayınlanmayan bu metinlerin fazlaca bir kıymeti harbiyesi yoktu.
Öte yandan önemli bulduğum bütün yazıları ve kitapları tabir yerinde ise ezberliyordum. Ezberlediğim bu metinleri kendi yorum gücüm ve ifade ediş üslubumla arkadaşlarıma veya hedef kitleye aktarıyor ve seminerlerde bu bilgileri arkadaşlarımıza sunuyordum
Hareketin Erzurum boyutuna gelince, Erzurum’daki yönetsel iklim çok farklıydı. İlkeler, kurallar ve standartlar aynı olmakla beraber, zaman içinde oluşmuş kültürel kodlar bireysel gelişmeyi destekliyor ve Çoruma göre bireyin hareket alanını genişletiyordu. Söz konusu bu reel pratiğin oluşumunun temelinde, üç farklı kişilik ve karakter yapısının varlığı vardı. Bunlar; Mustafa Avcı, Osman Karataş ve Merhum Hamdi Kalyoncu olarak ifade edilebilir. Bu üç faklı liderin karakter yapısının yönetime yansıması, yukarıda da ifade edildiği gibi, okuma ve yazma faaliyetlerinin önemsenmesine ve yazı yazmanın teşvikine katkıda bulunuyordu. İyi hatırlıyorum. Ermeni katliamını anlatan bir tiyatro eserini Mustafa Avcı Abi ile birlikte yazmıştık.
Aslında kişinin kendini yazması veya anlatması zor bir durumdur. Çünkü kişinin kendini anlatmasında objektif olması ya da objektif kalması mümkün değildir. Aynı zamanda kendini anlatan insan, kendisi açısından başarıyı abartma ve başarısızlığı ve nedenlerini örtme eğilimine başvurabilir. Bu yazıda ben bunu net bir şekilde yaşıyorum. Hareketin çoşkusunu İki yıl boyunca fazlasıyla yaşadım. Hareketin bu safhasında seminerciliğim ön plana çııktı. Su Dami sokaktaki dernek binasında hatırı sayılır gencin katıldığı seminer faaliyetlerinde, Çorum da kazandığım müktesebat bana güç veriyordu. Temel kotlarına ve hedeflerine öylesine adapte olmuştum ki, söz konusu bu adaptasyon, okulumu olduğu gibi bırakmama neden olmuştu. Bu yüzden derslere doğru dürüst katılmıyor, okula gitmiyor, dernek faaliyetlerine daha fazla mesai harcıyordum. Bütün arkadaşlarımızın yaptığı da üç aşağı beş yukarı buydu. Mutlak itaat, bağlılık ve adanma. Bu argümanlar üzerinden hayata ve topluma meydan okumak kolaydı. Ancak uzaktan kulağa hoş gelen davulun sesi, yakına gelince kulağı tırmalıyordu. Gariban Anadolu’nun çocuğu hep bedel ödemek zorunda kalıyordu. Bu durumun sorgulanması ise, sizin merkez dışında kalmanıza neden oluyordu. Bu kaderi fiilen yaşayan birisi olarak, asla Milli Mücadele hareketine karşı yanlış yapmadım. Yani sessizliğimi bozmadım ve kendimi yeniden okuluma ve derslerime verdim. Yeniden okula dönmem, okuldaki başarı çıtamın birden yükselmesine vesile oldu. Aynı zamanda kendi çapımda yazı yazmaya da devam ettim.
1- İlk çalışmalarımın büyük bir kısmı akademik yayınlardan oluşuyordu. Örneğin; Yönetimin önemli bir alanı olan Örgüt Geliştirme ile ilgili kitabım, akademik anlamda ve ders kitabı formatında yazıldı (593 sahife).
2- İkinci kitabım da çağımızın önemli problemlerinden birisine yani değişimin yorumlanması ve yönetimine aitti. “Değişim ve Değişim Yönetimi” adlı bu kitap, değişim olgularını kapsayan çalışmalardan oluşmaktaydı. Bu kitap, ders kitabı olmaktan çok, sosyolojik ve felsefi yorumları esas alan bir konsepti temsil ediyordu.
3- Yine mesleki anlamda “ Genel, Teknik ve Etkili İletişim” kitabına ek olarak “Kalite Güvence Standartları ve “Pazarlama” Kitaplarını da çalışmalarımın listesine ekleyebiliriz
4- .Bir diğer çalışma ise, yıllardır kafamı meşgul eden bir sorunun cevabını bulmaya yönelik bir çalışmadır. Bu soru, “bize ait bir yönetim algısının olup olmadığıyla, diğer soru ise, böyle bir algınınyeniden inşa edilip edilemeyeceği ile ilgiliydi. ” “Tarihten Günümüze Türk Yönetim Algısı” adlı bu çalışma, Nobel Yayıncılık tarafından Kasım 2022 tarihinde yayımlandı. Çok şükür ciddi anlamda bir okuyucu kitlesinin ilgisine mazhar oldu.
5- Basım aşamasına getirdiğim bir diğer taslak çalışma ise, “Sosyal Medya Yazıları “ adı altında yayımlanması düşünülen kitap çalışmasıdır. Bu çalışmada, sosyal olayların irdelenmesi, yorumu ve analizi; asimetrik etkileşimin ironik boyutta ele alınmasına ve tahlilinin yapılmasına dayanıyor.
6- Yayın aşamasına gelen bir diğer çalışma da, “Konjonktürün Çocukları” başlığı altında planlanan kitap hazırlığıdır. Henüz yayımlanma aşamasına gelmeyen bu iki çalışma, yönetimdeki ilişkiler sisteminde rasyonaliteyi bozan yanlış davranışları ve bu davranışların sahiplerinin abartı, yalancılık ve keseri kendine yontmayı esas alan bir yaklaşım tarzını ele almaktadır. Pragmatizmin dayanılmaz hafifliğine teslim olan faydacı tiplerin mevcut konjonktürle biat ilişkisini yönetme çabalarıda bu çalışmanın üzerinde durduğu bir başka konudur.
7- Sonuç olarak kendimi bir başkasının benimle ilgi yaptığı kısa bir tahlili cümlesi ile ifade etmek istiyorum. TEPAV OAS Direktörü, Prof. Dr. Hilmi Demir'in editörlüğünü yaptığı Turgut Şahinin kitabının başında yazdığı tanıtım yazısında Editör Prof. Dr. Hilmi Demirin Çorum ve bizler hakkındaki tespitlerini buraya özellikle almak istedim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.