İbrahim Halil Sipahi
İnsan Olmak, İnsan Kalabilmek
Bugün, Dünyada, bölgemizde ve ülkemizde yaşadığımız kargaşalar devam ederken, aslında her gün hatırlamamız, aklımızdan asla çıkarmamamız gereken bir konuyu, insan olmak, insan kalabilmek ve bunun vecibelerini yerine getirebilmenin gerekliliğini hatırlamanın yerinde olacağı düşüncesi ile bir paylaşımda bulunacağım. Biraz da ilahiyatçıların sahasına girmiş olacağız inşallah eksiklerimiz olursa bizi düzeltirler. İnsan ve İnsan olmak konusu ele alınınca itikadı konulara girmeden anlatılmasının da zorluğu bir hakikat.
İnsan nedir? İnsan deyince öncelikle Allah CC.nin insanın yaratılışını bildirdiği yüce kitabımıza bakalım. Kainatın ye insanlığın yegane yaratıcısı Allah CC. yeryüzünde bir halife olarak, Kuru balçığa şekil verip (Hicr, 15/26.) ruhundan üfledi.(Secde, 32/9.) Toprak olan beden o ruh ile canlandı, insan oldu, Âdem oldu. Melekler ona secde kıldı.( Bakara, 2/34.) Ve bu sayede insan, Allah?ın halifesi, izzet ve şeref sahibi bir varlık olarak yeryüzünü onurlandırdı.
Böylelikle her birimiz, Âdem peygamberin neslinden onun ailesinin bir ferdi olarak dünyaya açtık gözlerimizi. Yaratanımız, yemin ederek duyurdu kâinata, en güzel şekilde yaratılmış olduğumuzu, yaratılanların en üstünü olduğumuzu. (Tîn, 95/1-4.) Yaratılış gayemize uygun şekilde yaşayabilmemiz için yol gösterici olarak, rehber olarak Peygamberler gönderildi bizim için, semanın kapıları açıldı, vahiy nâzil oldu. Böylece fıtratımızı ve onurumuzu korumamıza destek verildi. Renk, ırk, dil farklılıkları olsa da saygınlık bakımından aramızda bir fark bulunmadığına, Allah nezdinde en değerli olanımızın O?na karşı gelmekten en çok sakınanlarımız olduğuna dikkatlerimiz çekildi. (Hucurât, 49/13.)
Bütün bu hakikat karşısında maalesef insanlık, asıl onur ve şerefin âlemlerin Rabbine kul, Resulüne ümmet kılınmakta olduğunu idrak sıkıntısı içerisine düşmüştür. Rabbimiz bize böylesine değer vermişken, biz onuru makamla, mevkiiyle, parayla ölçer olduk. Yaratılış gayemizden uzaklaştıkça kendimize ve birbirimize de yabancılaştık. Kendimizi kendi ellerimizle tehlikelere atar hale geldik.
Yaratılış ve kulluk amacından, samimi inançtan, ahlâkî değerlerden her geçen gün uzaklaşmaktayız. Günü birlik telaşlar ve kazanımlar içerisinde bencilliğin, hırsın, açgözlülüğün zindanlarına hapsoluyoruz adeta. Ayrımcılık, ırkçılık, sömürgecilik, şiddet, terör, savaş, istismar, açlık gibi nice küresel sorunların kıskacında yeryüzü sakinleri olarak büyük bir sınavdan geçmekteyiz.
Öncelikle insanın kendi gerçeklerinin farkında olması gerekliliğinden bahsetmek istiyorum. İnsan önce kendi değerinin, yapabileceklerinin ve sahip olduklarının ne kadar değerli olduğunun farkında olmalıdır. Daha sonra ise yaşadığı çevrenin, ait olduğu ailenin ve yaşadığı ülkenin gerçeklerinin farkında olmalıdır. Kendi gerçeklerini net bir şekilde görmeli, kendi gerçeklerinin farkında olmalıdır ki boş hayaller peşinde koşarken aslında sahip olduğu en değerli özelliğini yani insanlığını kaybetmemelidir.
Ve yaşamak, nedir yaşamak? Önce bunu sorgulamalıdır insan. Yaşamak; yemek, içmek, nefes alıp vermek, uyumak ya da cinsellik ten mi ibarettir sadece? Bütün bu saydıklarımız canlı olan tüm varlıklar içinde geçerli değil midir? O halde bizi diğer canlı varlıklardan ayıran nedir? İnsan doğmuş olmak, insan olmak için yeterli midir? İnsan olmak, Allah'ın verdiği zekâyı, aklı, iradeyi doğru kullanmakla, merhametle, şefkatle ve en önemlisi vicdanla insan olunur. Empati duygusu ne kadar gelişmiş ise insan olmaya o kadar yakındır. Kendisini diğer insanların, diğer varlıkların yerine koyabilme yetisini ne kadar arttırırsa, işte o oranda da insan olma yolunda büyük ve değerli bir adım atmış olur.
Günümüz koşullarında evet zor bir şeydir insan olabilmek ve insan kalabilmek. Dürüstlüğün prim yapmadığı, her şeyin kokuşmuş bir çark içinde döndüğü bu düzende insan gibi insan olmakta, öyle kalabilmekte zor iştir. İnsansa yaradılışı itibari ile zayıf bir varlıktır. Kolayı seçer ve farkında olmadan insanlığından her geçen gün bir parça kaybeder.
Bugün dünyanın dört bir yanında insanlık ayaklar altına alınıyor, Dil,din, ırk,mezhep ayrımcılığı emperyalist ve küresel güçlerin güçsüzü ezdiği bir dünyada yaşıyoruz. Her yeni güne insanlığa yapılan zulümle gözlerimizi açıyoruz, her gece yatağımıza girerken gün içinde yaşanan vahşetlerin hatırası ile gözlerimizi kapatıyoruz. Özellikle Ortadoğu, Afrika ve İslam coğrafyasında gelişen insanlığın yok olduğu vahşet karşısında aciz kalmanın vicdani çöküntüsü akıl ve vicdan sahibi insanların içini kemiriyor, Filistin, Suriye, Myanmar, Doğu Türkistan, Afganistan, Irak, 30 yıldır ülkemizde PKK terör?ü daha bir çok bölgede her gün insanlık katlediliyor. Bir yandan kuraklık, açlık ve yoksullukla kıvranan insanlar. Bütün bu olanlara karşı ne kadar duyarlıysak işte o kadar insanız.
Oysa, yüce yaratan bize en güzel bir yaşam sunacak dini, yüce kitabını sunmuştur. Kâinatı bir güneş misali aydınlatan Efendimiz, hayatı onurumuza yaraşır bir şekilde nasıl yaşayacağımıza dair rehberlik yapmıştır bizlere. Birbirimizi hakir görmemizin kötülük olarak yeteceğini, Müslümanın kanı, malı ve onurunun dokunulmaz olduğunu bildirmiştir Efendimiz. (Müslim, Birr, 32.) Kâmil mümin olma ve cennet yolunun birbirimizi sevmekten geçtiğini hatırlatmıştır hepimize.( Müslim, İmân, 22.)
İslâm nazarında, sevgiye ve hürmete lâyık olan varlıktır insan. Siyahı da değerlidir beyazı da, yoksulu da onurludur, hizmetçisi de. Ölüsü de saygındır, dirisi de. Hani, ?Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Araba, beyaz tenlinin siyaha, siyah tenlinin de beyaza takva dışında bir üstünlüğü yoktur.? (Ahmed b. Hanbel, V, 411.) buyurmuştu ya Allah Resûlü veda hutbesinde. İşte bu hikmet ve ibret dolu sözler, asırlar öncesinden ışık tutuyordu günümüze. İnsanları geçici ve izafî değerlere göre sınıflandıranlara adeta ders veriyor.
Acıma duygusunu kaybetmiş, vicdandan yoksun, bencil, çıkar odaklı, ikiyüzlü, nefretle dolu, öfkeli, riyakar bir varlığa insan demek mümkün müdür? İnsan olmak bir onurdur. İnsan bedeni ve onuru her şeyden değerlidir. İşte bunun farkında olan insan hem kendi onuruna ve bedenine sahip çıkacak, hem de diğer insanların onurlarını ve bedenlerini kirletmeyecektir. Böyle bir insan kendisine yapılmasını istemediği hiçbir şeyi bir başka insana yapmayacaktır.
Mevlana' nın bir sözüyle bitirmek istiyorum. "Ne fark eder ki, kör insan için elmas da bir, cam da . Sana bakan kör ise, sakın kendini camdan sanma! " İnsanın kendi değerinin farkında olmasının ne kadar önemli olduğunu çok keskin bir dille ne de güzel vurgulamış.
İbrahim H.SİPAHİ
03.07.2013/www.adanapost.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.