İbrahim Halil Sipahi

İbrahim Halil Sipahi

DARBELER VE DEMOKRASİ


 

Son zamanlarda Başbakan R.T. Erdoğan?ın ve AKP?lilerin Mısır?daki askeri darbelere neden olan sokak hareketleri ile Gezi Parkı olaylarını birbirine bağdaştırmak sureti ile. Bir takım güçlerin Türkiye de darbe provası yaptığı iddiasını dile getirmesi. Özellikle muhalefet partileri mensupları eylem ve söylemlerinin bu şekilde değerlendirilmesi nedeni ile ?darbe ve demokrasi ? hakkında biraz beyin cimlastiği yapalım.

Esas itibariyle  ?Darbe?  ve ?Demokrasi?  kelimeleri yan yana gelmemesi gereken iki sözcüktür. Demokrasi, esas itibariyle darbelerin olmadığı, yani   ?Monarşi ve Oligarşi Darbeler Dönemi?nin bitişi ile başlar.

Geçmişte Osmanlı döneminde 1512?de Yavuz Sultan Selim?in babası II. Beyazıt?a karşı yapmış darbe ve saltanatı ele geçirmesi ile başlayan monarşi dönemi darbeleri. 1622 yılında II.  Osman (Genç Osman), 1807 yılında III. Selim, 1808 yılında IV. Mustafa, 1876 yılında  Abdülaziz , 1909 yılında II. Abdülhamit?e yapılan darbelerle devam etmiş nihayetinde 1922 yılında VI. Mehmet (Vahdettin) saltanatın kaldırılmasıyla tahttan indirilmiş ve Türkiye?de  Cumhuriyet idaresi (Halk İdaresi) başlamıştır.

Birinci Dünya Savaşı ve sonunda Osmanlı Devleti?nin dağılıp yıkılması ile Türk Milleti hem yurtsuz hem devletsiz,. Millet de dağılmış, çaresiz ve sahipsiz kalmıştı. Mustafa Kemal?in önderliğinde başlatılan Türk İstiklâl Savaşı ve sonunda erişilen zafer,  Türk Milleti?ni yeniden devletine ve yurduna kavuşturmakla kalmadı, dağılmış olan milleti de toparladı ve yeni bir anlayışla meydana getirdiği Cumhuriyet idaresinin onurlu vatandaşları yaptı.  Bu açıdan bakıldığında en haklı dayanağı olan büyük İHTİLÂL budur. Bunun adı da  ?Türk İnkılâbı?dır.

Türkiye Cumhuriyeti böyle bir dünyaya gözünü açmıştır. Yaklaşık 23 yıl sonra da daha ileri bir adım atarak çoğulcu demokrasiye geçmiştir. Fakat şunu hemen belirtmek lazımdır ki,  Türk demokrasisi, monarşi dönemlerinden kalma bir takım alışkanlıklarını bırakamamıştır. Demokrasinin bir ?Uzlaşma?  rejimi olduğunu bu gün dahi idrak edememiş ya da hazımsa yamamış çok sayıda siyasetçimizin olduğunu görmekteyiz.   Demokrasinin eseri ve sonucu olan ve demokrasiyi yaşatmak için herkesten çok çaba harcaması gereken siyasal partilerimiz, kendi iç bünyelerinde bile demokrasiyi uygulamakta güçlük çekmektedir. Siyasal Partiler, demokrasinin çoğulculuk ve katılımcılık özelliğinin bir gereği olarak Halk Hareketi olması gerekirken böyle olmayıp parti genel başkanlarının iktidarda da muhalefet de de  tek olma gayreti içinde olduğunu görmekteyiz. Bu zihniyetinde anti demokratik monarşi zihniyetinden farkı yoktur.

Cumhuriyetin kuruluşu ile başlayan yeni demokratik genç Türkiye Cumhuriyeti 1945 de siyasi partilerin kurulması ile tek partili demokrasiden çok partili demokratik parlamenter sisteme geçilmesi ile 21 Temmuz 1946 tarihinde de  Cumhuriyet döneminin ilk çok partili genel seçimi yapılmıştır. Artık TBMM?de İktidar ve Muhalefet, parti örgütü biçiminde vardır ve Türk demokrasisi artık çağdaş bir demokrasi olmuştur. 22 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Partinin seçimleri kazanması ile böylece Cumhuriyet döneminde ilk defa ikinci bir parti iktidara gelmiştir. Fakat ne yazık ki, siyasal parti yönetici ve mensupları yeni doğmuş demokrasiyi yaşatacak, güçlendirecek, geliştirecek tedbirler alamamışlar ve hatta ona iyi bakamayarak hastalanmasına sebep olmuşlardır.

Demokrasi bir ağaç gibidir, onu koruyup kollamak gerekir. Bünyesinin güçlü olması için gerekli gübre ve ilaçlamanın zamanında yapılması yani gıdasının zamanında verilmesi ve onu hastalıklardan korumak gerekir. Eğer bünye hasta olmuşsa bunda şüphesiz insanın hatası vardır.  Böyle bir durumda suçu hastalıkta aramamak gerekir.  Demokrasi de böyledir. Eğer Darbe hastalığı ona musallat olmuşsa hatayı kendimizde aramalıyız. Demokrasinin gıdası ÖZGÜRLÜKLERDİR.  Özgürlükler demokrasiyi besler, güçlendirir.

Maalesef Türkiye?nin son atmış yılı demokrasi ve darbeler üzerine yapılan tartışmalarla geçti. Siyasal yaşam, demokrasi ve darbe ikilemi ile belirlendi. Bunun en önemli nedenleri, Siyasal yöneticilerimiz uzlaşma kültüründen mahrum olmalar, İktidar ve Muhalefet ilişkileri bozukluğu, demokrasin tam anlamı ile sindirilememiş, özgürlüklerin geliştirilememiş, hatta kısıtlanmış olması, halkın eğitilmemesi, cehalet ve gelir adaletsizliği en başta gelen sebeplerdir.

Kuşkusuz demokrasi en güzel idaredir. Öyleyse Darbelerin sorumlusu (Suçlu) kimdir?: ?Darbe yapan askerlerdir? diyerek kestirip atmak sanırım haksızlık olur. Asıl suç darbeyi yapanlarda mıdır? Yoksa darbe zemin hazırlayanlarda mıdır? Bu da bir anlamda darbe yapanları meşru gösteriyor gibi görünse de, darbelere meşruluk kazandırmaz elbette. 1960 ve 1980 darbelerini ele alacak olursak.

27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980?den önceki 2 yıllık süreyi, yani 1958-1960 ve 1978-1980 kısa dönemlerini incelersek, zamanın iktidarına göre ülkede her şey normal ve güllük gülistanlık olduğunu söylemeleri mümkün değil. Fakat suçlusu kendileri değil muhalefetin tutumudur. Muhalefete göre de iktidar kifayetsizdir. Özellikle 1977-1980 dönemi ülke sendikaları, öğretmenleri, polisine kadar sağ sol diye bölünmüş kardeş kardeşe düşman olmuş her gün kan dökülüyor, üniversiteler, liseler hatta ora okullar da anarşi kol geziyor sokağa çıkmak cesaret istiyordu. Halkın mal ve can güvenliği kalmamış şerhlerde ?kurtarılmış bölgeler? oluşturulmuştu.

Demokratik meşruiyetin iki kuralı vardır. Birincisi, halktan alınan onaydır. Yani ?Sandık?. Halkın oyuyla iktidara gelen partilerin yönetimleri meşrudur. Bu konuda olabilecek hırs ve siyasi hazımsızlıklar demokratik ilkelerle bağdaşmaz. Demokratik meşruiyetin İkinci kuralı ise, yönetimlerin, hak ve özgürlüklerine uyması ve muhalefetin çalışmalarına katlanma zorunluluğudur. Demokrasilere karakterini veren temel ilke budur.

Darbeler, demokratik meşruiyetin birinci kuralını ihlal eder. Bu nedenle şartlar ne olursa olsun darbelere karşı çıkılması, darbeye bahane aranmaması gerekir. Demokratik meşruiyetin ikinci kuralının ihlali ise yönetimlerin otoriterleşmesi, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin bastırılması biçiminde ortaya çıkar.

Darbeler ne denli gayri meşru ise, Çoğunluğun onayıyla iktidara gelen yönetimlerin, devlet gücünü kullanarak vatandaşın hak ve hukukunu çiğnemesi, muhalefeti susturmaya çalışması da o kadar gayri meşrudur. Nitelik olarak ikisi de gayri meşrudur.

Türk siyasi hayatında neredeyse onar yıllık aralarla iktidara müdahale gereği duyuluyor. Milletin seçtiği temsilciler iktidardan uzaklaştırılıp, yerine ?Askeri idarenin talimat almaya uygun? sözde siyaset adamları getiriliyor. Belli bir süre sonra Askeri iradenin kontrolü altındaki sivil iradeye yaptırdığı ve halk oyuna sunulan yeni bir anayasa ile yeniden iktidar yapılan seçimler ile sivil inisiyatife bırakılıyor.

1960 darbesinden sonra yeniden toparlanmaya başlayan demokrasi dönemi Mart 1971 muhtırası ile kesintiye uğratmış, demokrasilerin olmazsa olmazı olan siyasi partileri ülkenin sorunlarını çözmek noktasında etkisizleştirilmiştir. 12 Eylül  darbesi ardından 1984 de başlayan demokrasi süreci bu seferde, Askerlerin ağırlıklarını koyarak hazırlattığı 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik bildirisinin arkasına sığınarak TBMM?sindeki dengeleri değiştirerek mevcut hükümeti iktidardan düşüren siyasilerin oyunları ile demokrasimiz tekrar yara üstüne yara almıştır.

Şu çok iyi bilinmelidir ki, ister sivil, ister askeri darbeler ile demokrasi bir ülkeye getirilemez. Çünkü darbeyi yapanların kendilerini koruma, darbeye maruz kalanların intikam içgüdüsü, darbenin arkasındaki emperyalist ülkelerin menfaatleri, demokratik anayasanın yapılmasında her zaman engeldir.

Darbeler, kime karşı yapılmış olursa olsun, demokrasiye yönelik müdahaleleri onamak asla mümkün değildir. Darbeler yönetimlere karşı yapılıyor gibi gösterilse de asıl darbe millete ve millet iradesine yapılmaktadır.

 

İbrahim Halil SİPAHİ

11.08.2013/adanapost.com

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Halil Sipahi Arşivi