Doç. Dr. Yeşiltaş: Çatışmalar salgına rağmen hız kesmiyor
İstanbul
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının küresel bir kriz haline dönüşmesine ve ABD başta olmak üzere bütün küresel oyuncuları sarsmasına rağmen silahlı çatışmalar ve terör saldırıları hız kesmeden devam ediyor. Mali’den Filipinler’e, Afganistan’dan Kolombiya’ya, oradan Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne, dünya genelinde daha birçok çatışma bölgesinde son haftalarda yeni saldırı haberleri artmış görünüyor. Birleşmiş Milletler (BM), çatışmaların devam ettiği bölgelerde ateşkes çağrısında bulunsa da Orta Doğu’nun en sıcak çatışma alanlarının başında gelen Libya, Suriye ve Yemen’de kan akmaya devam ediyor. Lübnan’da ekonomik sıkıntıların ve yolsuzlukların neden olduğu gösteriler yeniden alevlenirken, Irak’ta da hükümet petrole bağımlı ekonomisini bir türlü düzeltemiyor. Özellikle Libya, Suriye ve Yemen korona salgınıyla mücadele etmek yerine iç çatışmaya teslim olmuş durumdalar. Bu ülkelerin hiçbirinde Kovid-19 salgınının ulaştığı boyutlarla ilgili gerçek rakamlara ulaşmak pek mümkün değil. Söz konusu çatışma bölgelerinde salgınla iç çatışma iç içe geçmiş görünüyor. Uluslararası kurumlar ise “uyarıdan” öte bir pozisyon almış görünmüyorlar.
Mevcut durum iki sorunun cevabı konusunda merak uyandırıyor. Birinci soru Kovid-19 salgınının mevcut çatışmaların yoğunluğunu ve şiddetini etkileyip etkilemediğiyle ilgili. Bazı çatışma bölgelerinde ateşkes ilan edilmiş olsa da genel kanı, silahlı grupların salgının neden olduğu belirsizlik ve hareketsizliği bir fırsat olarak gördüğü yönünde. İkinci soru ise cevabını henüz tam olarak vermenin mümkün olmadığı bir soru olarak görünüyor: Salgın devlet-dışı silahlı grupların ve terör örgütlerinin dahil olduğu çatışmaların geleceğini nasıl etkileyecek?
Suriye
Orta Doğu’da yaşanmakta olan dönüşümün Kovid-19’la hızlanma ihtimali epey yüksek. Bu sadece bölgenin iç-yerel dinamikleriyle ilgili değil aynı zamanda küresel güç rekabetinin nasıl şekilleneceğiyle de doğrudan ilgili.
Suriye’de en az dört farklı bölgenin farklı bağlam ve stratejilerle Kovid-19’la mücadele etmeye çalıştığını söylemek mümkün. Rejim kontrolünde olan bölgelerde Kovid-19 virüsüne yakalanmış kişi sayısı sadece 45 olarak açıklandı. İdlib bölgesinde ise Ramazan ayının başlamasıyla birlikte camilerde teravih namazlarına katılımın yüksek olduğu görülüyor. Bu İdlib’de salgının olmadığı anlamına gelmiyor. İdlib’in yoğun nüfusu, devam eden çatışma dinamikleri ve mülteci kamplarındaki yoğunluk düşünüldüğünde korkutucu bir tabloyla karşılaşmak an meselesi. Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) kontrol ettiği bölgelerde ise Türkiye’nin yardımıyla salgını sınırlandırmak için yoğun bir çaba olduğu görülüyor. Amerikan destekli terör örgütü YPG/PYD’nin kontrol ettiği bölgelerde ise kaydedilen vaka sayıları oldukça az görünüyor. Kim bilir belki de 10 yıldır iç savaş girdabından çıkamayan Suriye’ye Kovid-19 salgınından uzak olmak kaderin bir lütfu olabilir.
Bütün bölgeyi salgın kaygısı sarmasına rağmen Suriye’de çatışmalar yer yer devam ediyor. En dinamik bölgelerden biri, salgın öncesinde de sıcak bir çatışma noktası olan İdlib. İdlib sadece çatışmanın yer yer devam etmesi ve yeniden patlak vermesi bakımından değil muhtemel bir salgının hızlı bir şekilde çok sayıda insana ulaşması bakımından da en riskli bölgeler arasında yer alıyor. Kovid-19 tedirginliğine rağmen İdlib ölçekli yerel çatışma dinamikleri her an patlamaya hazır bir bombaya dönüşmüş durumda. Türkiye İdlib’de asli aktör olarak konumunu ise giderek konsolide ediyor. Rusya ile Moskova’da varılan uzlaşıdan sonra Ankara M4 ve M5 karayollarının kuzey bölgesinde askeri gücünü artırmaya halen devam ediyor. Milli Savunma Bakanlığı Bahar Kalkanı harekâtının misyonunun sona erdiğine dair resmi bir açıklama yapmadı. Aksine, bölgeye hem asker hem de kritik savunma ve saldırı sistemleri konuşlandırmaya devam ediyor. Bunlardan biri olan Hisar-A Alçak İrtifa Hava Savunma Füze Sistemi TSK unsurlarını muhtemel bir saldırıdan korumayı hedefliyor. Söz konusu hareketlilik salgın sonrası yeni bir oldu-bittinin önüne geçmek için alınmış bir önlem gibi görünse de Ankara bundan daha fazlasını yapacağa benziyor. Muhtemel bir güvenli bölgenin oluşturulması, Ankara’nın gündeminden hiç düşmüş değil ve yakın bir zamanda bu konuda daha fazla adımın atılacağı bir sürecin başlatılması bir olasılık olarak güçlenmiş durumda. Ne var ki sahadaki radikal unsurlar bu durumdan pek hoşnut görünmüyorlar. Bazı silahlı gruplar M4 Karayolu üzerinde Türk-Rus ortak devriyelerine sık sık saldırılarda bulunuyor. Bu Türkiye’nin başta Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) olmak üzere bölgedeki silahlı unsurlara yönelik işinin hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Muhtemelen bu durum Türkiye’nin korona salgını sonrası HTŞ’ye yönelik daha sert bir tavır takınmasını beraberinden getirecektir. Rejimin saldırılarıyla İdlib içinde yerinden edilen 1 milyona yakın insan ise İdlib’in kuzeyine sıkışmış durumda. Yer yer rejimin hava saldırılarının devam ettiği düşünüldüğünde İdlibliler için evde kalmak korona salgınından korunmak için pek mantıklı bir seçenek değil.
Öte yandan Türkiye destekli SMO’nun kontrol ettiği bölgelerde PKK-YPG, terör saldırılarına devam ediyor. Özellikle Barış Pınarı harekâtı bölgesi olarak adlandırılan Rasulayn ve Tel Abyad arasındaki bölgeye sızma girişiminde bulunan YPG’li unsurları sık sık kayıp veriyor. En son yaptıkları bir sızma girişiminde 20 kayıp verdikleri Milli Savunma Bakanlığı tarafından yapılan bir açıklamayla duyuruldu. YPG bu bölgelerde kırsal bir terör savaşına devam ediyor, sivilleri hedef alıyor ve şehrin güvenli olmadığı izlenimini uyandırarak istikrarın sağlanmasını engellemeye çalışıyor. Afrin’de ise PKK-YPG daha farklı bir yönteme başvurmuş görünüyor. 28 Nisan tarihinde bomba yüklü bir araçla yapılan saldırı neticesinde 40’dan fazla sivil hayatını kaybetti. Türkiye’nin kontrol ettiği bölgelerde terör saldırılarına devam eden PKK’nın başı Suriye’nin kuzey doğu bölgelerinde ise derde girmiş durumda. Zira bu bölgelerde DEAŞ’ın son haftalardaki terör saldırılarında ciddi bir artış söz konusu. DEAŞ özellikle Suriye ve Irak sınırları boyunca uzanan çöl alanlarında saklanarak terör saldırılarına devam ediyor. Bazı verilere göre DEAŞ 15-21 Nisan arasında 34 saldırı gerçekleştirdi. 2019 yılında elindeki bütün toprakları kaybeden DEAŞ çöle dayalı yeni bir stratejiyi hayata geçirmek için yeni taktikler benimsemiş durumda. Kovid-19 salgını bu yeni strateji için bulunmaz bir fırsat sağlamış durumda. ABD destekli YPG’nin kontrol ettiği hapishaneler ve kamplar, DEAŞ’lı tutukluların ayaklanması için de başka bir fırsat sunabiir. Tıpkı Irak’ta yaptıkları “duvarları yıkın” kampanyasındaki gibi DEAŞ Suriye’yi yeni bir çıkış stratejisi olarak kullanabilir. Bu ister istemez ABD öncülüğündeki koalisyonun YPG’ye daha fazla yardım yapmasını da beraberinde getiriyor. Kovid-19 salgınını örtbas eden Suriye rejimi ise büyük bir ekonomik tükenmişlikle karşı karşıya. Petrol fiyatlarının düşmesi ve devam eden yaptırımlar, Rusya ve İran’ı ekonomik olarak bezdirmiş durumda. Kovid-19 sonrası Suriye’de yeni bir süreç başlar mı bilinmez ancak bütün taraflar bu süreci yeniden pozisyon almak için bir fırsat olarak göreceğe benziyor.
Libya
ABD’nin Kovid-19 sonrası küresel sistemde oynadığı rolün değişme ihtimali bölgeyi en yakından ilgilendiren unsurların başında geliyor. Öte yandan bölgesel ölçekli rekabet de Kovid-19 sonrasında kendisini daha yakından gösterecek.
Libya’da ise durum daha kritik görünüyor. 22 Mart’ta BM, salgın nedeniyle ateşkes çağrısı yapsa da Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından desteklenen darbeci general Halife Hafter ateşkese uymayarak saldırılarını devam ettirmeyi tercih etti ve salgınla mücadele etmekte zorlanan Trablus’ta bilinçli bir şekilde sağlık komplekslerini hedef aldı. Ancak Ulusal Mutabakat Hükümetine (UMH) bağlı Libya Ordusu sivilleri korumak adına askeri pozisyonunu değiştirerek savunmadan saldırıya geçti ve Hafter’in başkent Trablus’u düşürmesine izin vermedi. Daha da önemlisi Hafter şehrin güneyinde yer alan bazı önemli bölgelerden geri çekilmek zorunda kaldı ve ağır kayıplar verdi. Harekât kapsamında, Hafter milislerine ait 3 Rus yapımı Su-22 savaş uçağı ile çok sayıda tank, top, zırhlı araç, ağır silahların yanı sıra milislere ait tesislerin imha edildiği söylendi. Yine de Hafter’in Trablus’un bazı güneydoğu mahallelerinde kontrolü elinde tuttuğu görülüyor.
İstediğini alamayan Hafter yeni bir strateji deneyerek bu sefer de 27 Nisan tarihinde Libya'daki “siyasi geçiş sürecinin çerçevesini çizen BM’nin kabul ettiği Suheyrat Anlaşması'nın geçerliliğini yitirdiğini” ifade ederek kendisini bütün Libya’nın devlet başkanı ilan etti. Bu bir nevi yeni bir darbe girişimiydi. Ancak buna ilk tepki Rusya’dan geldi. Moskova’dan yapılan açıklamayla Hafter, attığı adımın bir işe yaramayacağını gördü. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Hafter’in söz konusu girişimini “doğru bulmadıklarını” açıkladı. Öte yandan Hafter’i hem askeri hem de siyasi olarak destekleyen Fransa da Moskova’nınkine benzer bir açıklama yaparak, Hafter’in kendisini başkan ilan etmesinin Libya’da çözüme katkı sağlayamayacağını belirti. Krize karşı çözüm üretmekte zorlanan AB ve ABD de Hafter’in hamlesini boşa çıkaracak açıklamalarda bulunmayı tercih ettiler. Kendisini köşeye sıkışmış hisseden ve Kovid-19 salgının fırsata çevirmek isteyen Hafter, böylece BAE ve Mısır hariç başka hiçbir aktörden kendisinin başkanlığı konusunda destek bulamadı. Bu iki aktör de açıktan destek vermek yerine bu konu üzerinde açık bir yorumda bulunmaktan kaçındılar.
Uluslararası ve bölgesel oyuncular bir kenara bırakılsa bile Hafter’in bu hamlesi, etkin olduğu Libya’nın doğu bölgelerinde de güçlü bir destek görmemişe benziyor. Başkanlık ilanından önce kendisine bağlı gruplar destek gösterilerinde bulunmuştu. Hafter’in propaganda aygıtı konumunda bulunanlar hariç, doğudaki halkın yeni bir Kaddafi istemediği çok açık. Bingazi halkı ve meclisi de bu durumdan hoşnut olmadıklarını, yeni bir Kaddafi istemediklerini gösteren ve zayıf da kalsa itiraz niteliğinde açıklamalar yaptılar. Nitekim Hafter yanlısı Tobruk Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih’in sunduğu Suheyrat Anlaşması’nı yeniden formüle etmeyi içeren yeni bir uzlaşı teklifi Hafter’in hamlesinin karşılık bulmasının pek de mümkün olmadığını gösterdi. Neticede Hafter istediğini alamayan, giderek zayıflayan bir aktör konumuna düştü. Ancak bu Libya’da işlerin iyi gittiği anlamına gelmiyor. Kovid-19 salgını, çatışma, petrol fiyatları, çöp krizi, elektrik sıkıntısı derken Libya genelinde toplumun direnci giderek kırılmış durumda. Bu toplumsal huzursuzluğu hızlıca tetikleyecek bir basınç oluşturmuş durumda. Uluslararası anlaşmaların öngördüğü hiçbir yol haritası ise hayata geçirilebilmiş değil. Bu nedenle Libya’da işler daha da karmaşık bir hale bürünmüş durumda.
Yemen
Yemen ise salgın öncesinde de kamu sağlığı olarak en kötü durumda olan çatışma alanlarından biriydi. Şimdilik sadece 1 vaka ile dünyadaki en düşük sayının bildirildiği ülkeler arasında yer alıyor. Suudi Arabistan’ın ilk sıraya Kovid-19 salgınıyla mücadeleyi koymuş olması Yemen’deki askeri hareketliliği bir süreliğine de olsa dondurmuş görünüyor.
Ancak bu, askeri çatışmaların sona erdiği anlamına gelmiyor. Daha da kötüsü diğer bölgesel konularda ortak hareket eden Körfez’in iki huzursuz aktörü Suudi Arabistan ve BAE, Yemen üzerinde ayrılık noktasına gelmiş durumdalar. Öte yandan İran’ın da sahayı terk etmek gibi bir niyetinin olmadığı anlaşılıyor. Salgın, kıtlık, can kayıpları ve ekonomik darboğaz Yemen’i bir girdaba doğru sürüklüyor.
Yeni bir düzen mi?
“Kovid-19 salgını Orta Doğu coğrafyasında çatışmaları durduramamasına rağmen en azından yönlerini değiştirmeye aday bir dinamik mi” sorusu ise bütün bölgesel oyuncuların kendilerine sorduğu en temel soruların başında geliyor. Korona sonrası dönemde hiçbir çatışmanın sona ermesi pek mümkün değil. Zira çatışmaların altında yatan kök sebepler ortadan kalkmış görünmüyor. Ancak zaten tarihsel bir süreçten geçen Orta Doğu’da yaşanmakta olan dönüşümün Kovid-19’la hızlanma ihtimali epey yüksek. Bu sadece bölgenin iç-yerel dinamikleriyle ilgili değil aynı zamanda küresel güç rekabetinin nasıl şekilleneceğiyle de doğrudan ilgili.
ABD’nin Kovid-19 sonrası küresel sistemde oynadığı rolün değişme ihtimali bölgeyi en yakından ilgilendiren unsurların başında geliyor. Öte yandan bölgesel ölçekli rekabet de Kovid-19 sonrasında kendisini daha yakından gösterecek. Kimse bölgesel ölçekli jeopolitik rekabetten kendini geriye çekmekten yana tavır almayacak. Tam tersine Kovid-19 salgınını bir fırsat olarak görme eğilimleri artmış durumda. Ancak söz konusu salgınla ilintili riskleri de hesaba katmak gerekiyor. Bunların başında zayıf devlet olgusunun Orta Doğu ölçekli jeopolitik sarsıntıları tetikleme riskinin Kovid-19 sonrası için daha fazla artmış olması. Öte yandan devlet-dışı silahlı grupların korona dönemini fırsata çevirme olasılıkları, bölgenin Arap Baharı ile sarsılan düzenini daha fazla istikrarsız hale getirebilir. Güç hareketliliği belki de bundan sonra en riskli güvenlik sorunlarının başında geliyor.
Netice olarak Kovid-19 belki Orta Doğu’yu değiştirmeyecek, fakat Arap Baharı ile tetiklenen değişim sürecini hızlandıracaktır.
[Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Doç. Dr. Murat Yeşiltaş aynı zamanda SETA Güvenlik Araştırmaları direktörüdür]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.