Çin’in Doğu Akdeniz’deki güvensiz limanı İsrail
İstanbul
İsrail-Çin ilişkileri 1990’lı yıllardan günümüze sürekli pozitif yönde ivme kazanarak gelişti. İki ülke arasında yıllık 15 milyar dolar civarında seyreden ticaret hacmi ilişkilerin temel dinamiklerinin başında geliyor. İsrail-Çin ticareti, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını öncesinde hem dünyadaki dış politika uygulayıcılarının söylemlerinde hem de uluslararası ilişkiler literatüründe sık sık görmeye alıştığımız Çin’in “Kuşak ve Yol Projesi” kapsamında da önem arz ediyor. Bu bağlamda İsrail’in, Çin’in Akdeniz’e açılan kapısı konumunda bulunması ilişkilerin güncel seyrinin dinamizmi hususunda en somut örneği teşkil ediyor.
Çin yatırımlarının İsrail’in dış ticaretini canlandırdığı ve yüksek teknoloji ihtiyacına cevap verdiği açık. Böylelikle İsrail, Çin için ideal bir ortak görünümünde. Fakat tarihsel referans ve uluslararası sistem içerisindeki bağımlılık açısından ABD-İsrail ilişkilerinin terazinin öbür kefesinde ağır bastığı da bir diğer gerçek. Öyle ki bu ağırlık İsrail iç siyasetinden kolayca ortak da bulabilmekte.
İki ülke arasındaki ilişkiyi İsrail’in çıkarları doğrultusunda örneklendirecek olursak; İsrail’in yüksek teknoloji firmaları Çin pazarında her geçen gün etkinlik kazanıyor. İsrailli eğitim kurumları Çin’de teknolojik işbirliği ve kampüs açma fırsatları elde ettiler. İsrail’in altyapı, lojistik ve sulamayla ilgili projelerine Çinli firmalardan epey cömert teklifler yağıyor. Böylelikle son on yıl içinde tarım, çevre temizliği, altyapı, yüksek teknoloji, biyo-teknoloji, eğitim, yazılım vb. birçok alanda milyarlarca doları bulan işbirliği iki ülkenin birbirine olan bağımlılığını da arttırdı. Kısacası ekonomik temellere oturtulmuş ve verileri dikkate aldığımızda kazan-kazan prensibine dayalı bir etkileşim ortaya çıkıyor. Peki, iki ülkenin ilişkileri bu verilerle değerlendirilebilir mi? Toz pembe tablonun çok daha ötesine bakmak, İsrail-Çin ilişkilerinin geleceğinin aslında iki ülkeye de bağlı olmadığını gösterecektir.
Zira, İsrail-Çin ilişkisinin ekonomik temellere dayanan pozitif seyrine rağmen ilişkilerde, iki devletin de üstünü hemen kapatmak istedikleri, üçüncü tarafların etkisinde ve bölgesel siyaseti değiştirecek seviyede, yol kazalarının yaşandığı bir gerçek. İsrail-Çin ilişkileri çerçevesinde ABD tarafından gerçekleşmesi engellenen Phalcon askeri uyarı sistemi transferinden tutalım da İsrail’in Nahal Sorek bölgesinde inşa edilecek, bölgenin ikinci, dünyanın en büyük “su arıtma tesisinin” yine ABD baskısıyla Çinli firmalara verilmemesine kadar iki ülke ilişkilerini perde arkasında etkileyen gelişmeler silsilesi Çin-ABD rekabetinin Ortadoğu boyutunu anlamamız için titizlikle ele alınmalı.
Çin ile İsrail birlikteliğinin sınırları
Son iki yıl içinde dünyanın gündeminden düşmeyen Çin’in İsrail’deki yatırımları, Şanghay Liman işletmelerinin İsrail’in Hayfa limanını 2021 yılından itibaren 25 yıl boyunca işletecek olmasıyla başladı. Fakat geride kalan 10 yıla baktığımızda devlet destekli Çinli firmaların İsrail’de yapmış olduğu onlarca proje görebiliriz. Tel Aviv-Kudüs hızlı treni, Tel Aviv şehri ve çevresinde hafif raylı sistem inşası, tren vagonu ve lokomotif ihracatı, Eliyat-Hayfa, Eliyat-Aşdot ticari demir yolu nakil hattı, Sorek 1 ve Ölü Deniz su arıtma/seviye artırma çalışmaları, otoyol inşaatları, Hayfa ve Aşdot limanları işletmeciliği ve inşası gibi konularda pek çok İsrail yatırımını yöneten devlet destekli Çinli firmalarının İsrail’e yapmış oldukları yatırım ve gelecek projeleri tasarlamaları da yeni gelişmeler değil. Ayrıca, Çinli şirketlerin İsrail ve İsrail ekonomisi ile ilişkisi sadece sanayi ve inşaat sektörüyle de sınırlı değil. Çin’in İsrail ticaretinin tam kalbine yani yüksek teknoloji şirketlerine büyük bir ilgisi ve yatırımı bulunmakta. İsrail menşeli ekonomi analizi kuruluşu IVC’ye göre Çinli firmalar İsrail’deki yüksek teknoloji üreten şirketlere 2018 yılı itibarıyla 400 milyon dolar, 2019 yılında ise 243 milyon dolar yatırım yaptı. Bu yatırım seyri incelendiğinde Çinli firmaların bir sonraki adımının İsrail’in 5G teknolojisine geçişi ve uyumu için altyapı yatırımı olacağı aşikâr. Öte yandan Çin’in bu kadar önemli yatırımlara sahipken bunları daha da ileriye boyuta çıkartabilecek şansa sahip olup olmadığının ise İsrail-Çin ilişkilerinin üçüncü tarafı olan ABD’nin bu denklemdeki yeri ve tutumuna göre değerlendirilmesi gerekiyor. İki ülke arasında 30 yıldır sürekli gelişen ilişkilerin ciddi güven buhranı ile sarsılması ise ABD’nin hem küresel siyasetteki konumundan hem de İsrail ile olan müttefikliğinden bağımsız düşünülemez.
İsrail siyasetinin tüm kapıları ABD’ye mi çıkıyor?
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Kovid-19 pandemi sürecinde, ülkeler arası dolaşımın risklerine rağmen, 13 Mayıs 2020 tarihinde tüm dünyanın da dikkatini çeken bir İsrail ziyareti gerçekleştirmişti. Ziyaretin içeriğinin tamamen İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak planının hızlandırılmasına yönelik ve Kasım 2020’de yapılacak ABD Başkanlık seçimleri öncesi Başkan Donald Trump ve ABD’deki Yahudi lobisi desteğine ilişkin olduğu düşünülürken görüşmeler sonrası yapılan açıklamalar ise akıllara Trump’ın eski Milli Güvenlik Danışmanı John Bolton’un bir buçuk sene önceki İsrail ziyaretini getirdi. Pompeo ile Netanyahu-Gantz hükümeti arasında gerçekleşen görüşmelerin bir diğer önemli başlığı ise İsrail-Çin ilişkilerinin seyri oldu.
Pompeo’nun İsrail’den ayrılmadan önce verdiği demeçlerde “Biz Çin Komünist Partisi’nin İsrail’in altyapı ve iletişim ağlarına erişmesini istemiyoruz. Bu tarz şeyler İsraillileri ve ABD’nin İsrail ile olan işbirliği kapasitesini tehlikeye atmaktadır” gibi keskin ve müdahaleci cümleler kurması ABD tarafından uzun süredir dile getirilen İsrail-Çin yakınlaşmasının bir an önce sonlandırılması isteğini yansıtıyordu. Dahası, Pompeo’nun Çin karşıtı söylemleri sadece İsrail’de yapmış olduğu açıklamalarla da sınırlı kalmayarak Haziran ayında düzenlenen Amerikan Yahudi Komitesi toplantısında da devam etti. İsrail-Çin yakınlaşmasını eleştiren Pompeo, ABD’deki İsrail lobisinden de destek arayışında bulundu.
Mike Pompeo’nun İsrail’i İsrail’de tenkit etmesinden sonra Çin’in Tel Aviv Büyükelçisi Du Wei’nin 17 Mayıs 2020 günü konutunda ölü bulunması, Gündemdeki Sorek 2 projesine 1,5 milyar dolarlık teklif veren Hong Kong menşeli CK Hutchison firmasının ihalenin finalinde kaybetmesi gibi gelişmeler ise kafalarda hem soru işaretleri bıraktı hem de İsrail’in gelecekte Çin’e karşı alacağı tavır hakkında kamuoyunda ciddi fikir ayrılıkları oluşturdu.
Bu tartışma çerçevesinde ABD eksenli dış politika ve ABD eksenli teknoloji transferini savunan İsrail kamuoyunun ağırlığı da göz ardı edilmemeli. Devlet kurumlarındaki yöneticilerden büyük okur kitlelerine sahip gazetelere kadar Çin yatırımları son birkaç yılda yer yer eleştirilmekte. İsrail İç İstihbarat Servisi Şin-Bet (Şabak) Başkanı Nadav Argaman’ın Çin yatırımlarını kast eden eleştirileri sonrası Çinli firmaların Kudüs havaalanı projesinden men edilmesi çok da uzak bir geçmişte yaşanmadı. Dahası, İsrail basınında yer yer çıkan haberler Çin yatırımlarını örtülü istihbarat faaliyeti amacı taşımakla suçlamakta. Nahal Sorek bölgesinde bir yenisi daha inşa edilecek olan su arıtma merkezi ihalesine CK Hutchison’ın katılmasını Haaretz gazetesi 2019 Nisan ayında ciddi bir biçimde eleştirmişti. İsrail’in uzun zamanlı arıtılmış deniz suyu ihtiyacını karşılamanın ötesinde proje sahasının Sorek Nükleer Araştırma Merkezi, nükleer silahların bulunduğu iddia edilen Tel Nof askeri hava üssü ve Palmachim askeri fırlatma üssüne olan yakınlığına ilaveten projede yer alacak 50 metrelik tesis bacasının Çinli firma tarafından gözetleme amacıyla kullanılacağı yine aynı gazete tarafından iddia edilmekte.
Çin yatırımlarının İsrail’in dış ticaretini canlandırdığı ve yüksek teknoloji ihtiyacına cevap verdiği açık. Böylelikle İsrail, Çin için ideal bir ortak görünümünde. Fakat tarihsel referans ve uluslararası sistem içerisindeki bağımlılık açısından ABD-İsrail ilişkilerinin terazinin öbür kefesinde ağır bastığı da bir diğer gerçek. Öyle ki bu ağırlık İsrail iç siyasetinden kolayca ortak da bulabilmekte.
ABD’nin İsrail-Çin ilişkilerinin gelişimine karşın kendi dışişleri bakanlığının her kademesini İsrail’i uyarmak için kullandığı aşikâr. Çin ile ilişkileri geliştiren bakanların hükümette pasif görevlere çekilmesi ise ABD etkisinin göz ardı edilemeyeceğinin bir göstergesi. Altyapı ve istihbarat bakanlığı döneminde pek çok Çinli firmanın İsrail’de büyük projelere imza atmasını sağlayan, geçici bir süre dışişleri bakanlığı yaptıktan sonra finans bakanı olarak pasifize edilen Yisrael Katz, ABD’nin Çin’le ilgili uyarılarını kulak ardı etmiştir. Fakat yeni hükümet ortağı olan Mavi-Beyaz Partisi tarafından idare edilen Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve İletişim Bakanlığı gibi bakanlıklar genel çerçevede ABD eksenli politikaları terk etmeyecekleri izlenimini vermekteler. Binyamin Netanyahu’nun ve ona bağlı bakanların ABD’den istediklerini alabilmek için Çin merkezli yaklaşımlarla Trump yönetiminde kaygı oluşturmalarının aksine Gantz’ın kendi döneminde sınırsız bir ABD desteği almak için Trump yönetimi talimatları ekseninde hareket etmesi bekleniyor. Hatta Batı Şeria işgalini dahi bu minvalde kabullenen Gantz idaresi, Çin-İsrail ilişkilerinin ne şekilde seyredeceğine dair ipuçları içeriyor.
2000 yılında Çin’e satışı için anlaşılan fakat ABD baskısıyla iptal edilen Phalcon erken uyarı savunma sisteminde olduğu gibi Sorek 2 projesinin de Çin’e verilmemesiyle tekrar sorgulanan İsrail-Çin ilişkileri, geleceğe dair muğlak bir tablo ortaya koyuyor. Çin’in Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki “ekonomik hacmini” ve “yumuşak güç kapasitesini” artırmak istemesinden ötürü tolere ettiği bu krizlerin her geçen sene tekrarlanmaya devam etmesi ise Çin’i orta vadede stratejik bir hamle değişikliğine yöneltmesi muhtemel.
[Yüksek lisansını Kudüs İbrani Üniversitesi İsrail Çalışmaları bölümünde tamamlayan Selim Han Yeniacun, Şanghay Üniversitesi Küresel Yönetişim Araştırma Merkezi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.