Anlayış Genişliği
Bir Hatıra
Anlayış Genişliği
Yalova Esenköy dindarların ilk yazlık köylerindendir. Bu yazlık köyünün dindar kalmasında etkili olan en önemli faktör, muhtar Hacı Osman Efendi, Arap Hoca diye maruf Ahmet Muhtar Büyükçınar hoca ve vaiz milletvekili Feyzullah Değerli hocadır. Kaymakam Ahmet beyin hizmetlerini de anmak gerekir. Köyün kültürel dindarlığa ulaşmasında, benim de azıcık etkim oldu desem abartılı bir şey söylemiş olmam.
Muhtar Osman Efendi dindar bir kişi, İstanbul'a müftülüğe gelmiş 1980.. Müftü de Fetvahaneye göndermiş. Yazlık semtinde bir cami yaptırıyorlarmış. Caminin arsasını o bağışlamış. Kıblenin doğru tespiti gerekiyordu. Sonradan meşhur Prof. olan Abdülaziz Bayındır hoca Arşiv şefi ve gayr-i resmi olarak Fetva Kurulu başkanı idi. Bu konuda mahir imiş. Muhtarla sözleştiler. Sonra bir gün gidip kıble tayinini yaptı,
Ben Muhtara Cami yapma işinin zor olduğunu bayağı gayret gerektirdiğini söyledim. Muhtar Osman Efendi, Ahmet Muhtar Büyükçınar Hocadan bahsetti. Cami inşaatına onun sahiplendiğini, çok gayretli bir hoca olduğunu, taraftarlarının çok olduğunu anlattı. Sonradan gördüm anladım ki muhtarın anlattıklarının fevkınde gayretli bir hoca.
Ben de 1984'te aynı köyden Muhtar Osman Efendiden yazlık arsası satın aldım ve bir yıl içinde bir kat ev yaptırarak yazları kalmaya başladım.
Kaymakam Ahmet beyin gayretiyle evlerde başlattığımız dini sohbet toplantılarını, evler almaz olunca Caminin altına bir çay ocağı ve toplantı salonu kurduk. Orada yazın haftada iki sefer halka açık toplantılar yapmaya başladık. Konuşmacı bulmakta zorluk çekmedik. Artık İstanbul, Ankara ve çevre illerden dindar aydınlar köye aktılar.
Liseli gençlerle benim rehberliğimde duvar gazetesi çıkardık. Bir de küçük kütüphane kurduk. Hatta kurdum desem yeridir. Çay ocağı halinde olunca Çay ocağının ön tarafında gece geç vakitlere kadar süren dini sohbetler başladı.
1995'dan sonra yazlığa gelenler fikriyat olarak çeşitlendi. Yazlık köyüne siyasiler ve tarikatçılar gelmeye başlayınca, ihtilaflar başladı. Tartışmalar başladı. Bazen sohbetler, tartışmalar sabahlara kadar sürüyordu. Hafta sonlarında uykusuz sabahlıyorduk.
Cami avlusundaki Çay ocağında cemaatten bir kişi ile konuşuyorum. Yanımıza iki dost daha geldi. Onlar konuya girmediler. Konuştuğum kişi, Bir arkadaşı tenkit etti. O arkadaşı İslamdan sapma yapmış gibi gösteriyor, tenkit ediyordu. Hâlbuki ben o kadar sert olmayı uygun görmüyordum. Benim bu görüşümü partisine ters gibi görmüş olmalı ki tenkit etti. Bana yanlış fikirli kişilere daha sert çıkmıyorsun diye karşı çıktı. Ben dedim ki " Benim için siyasi parti önemli değil. İnsanların hizmetleri önemli. Ayrıca herkesi kendi şartlarımızda sanmayalım. Bazılarının şartları, ortamları farklı olabilir. Onları hoş görmek gerekir" dedim. Bir sert çıktı ki şaşırdım kaldım. Vaiz eski milletvekili bir hocayı sırf kendi partisinden olmadığı için din düşmanı gibi görüyordu. Çocuğunun, torunlarının kıyafetlerini bile tenkit etti. Ben nasıl bir yaşantıdalar bilmiyordum. Adeta başörtüsü savaşçısı gibi konuşuyordu. Saygı beklemiyordum ama öyle suçlama dediğim için bana bile saygısız davranıyordu. Çok kızdım.
Biraz sonra çay ocağına yirmi yaşlarında artist gibi bir kız geldi. "Baba" diye hitap etti, bir şeyler söyledi ve o arkadaş da kalktı, kızıyla gitti. Beni sert çıkmamakla, o kişiyle dost olmakla (vaiz, milletvekili) suçlayan bu kişi için yanımızdaki iki arkadaşa dedim ki, "Biraz önce birilerini kıyafetleri için suçluyordu. Beni tavizci görüyordu. Benim kızlarım Tıp Fakültesinde okuyorlar, başları örtülü olduğu için ceza alıyorlar. Ben insanları hoş görelim, diyorum, itiraz ediyor " Onun kızına bakın.” dedim. O iki arkadaş şöyle dediler, "Hocam bu kız böyle yaşadığı için babasından her gün azar işitiyor, hatta dayak yiyor, Gene de değişmiyor. Zavallı ne yapsın.?" O öyle de başkasını niye öyle görmüyor.
Ben de şöyle söyledim." Önemli olan anlayış genişliğidir. İnsanları yaftalamamaktır. Sahil köyünün, yazlık köyünün dindarlaşmasında ikinci, üçüncü derecede etkili olan bir vaiz Hoca’nın imanını başka bir partinin eski milletvekili olduğu için sorgulamamaktır. Onu din düşmanı göstermemektir."
Aradan yirmi beş sene, çeyrek asır geçti. Bu suçlayıcı anlayış, zayıflayacağı yerde sığ bir kültürde yaygınlaşarak devam ediyor. Bunu hayra alamet görmüyorum. Müslümana gavur demek, yani tekfir etmek ağır mesuliyetli mucip bir konudur. Bir partinin iktidarına da, muhalefetine de değmez. Ahiretimizi payidar edeceğiz derken Cennet'in yolunu ateşe vermeyelim.
FETVA
Müslümana gâvur demenin, tekfir etmenin fıkhî hükmünü söyleyeyim. Ehl-i Kıble tekfir edilemez, genel kuraldır. Dinden dönmeye irtidat, dönene mürted denir. Dinden döneni tekfir etmek yani mürted demek zor ve veballi bir olaydır.
Kimin mürted olduğuna hüküm vermek kadıya ait bir hakttır. Şeyhülislamın hakkı yoktur. Onun için, şeyhul İslam'dan her hangi bir kişi anlamında "Zeyid şöyle yaparsa hükmü nedir?" diye fetva istenir. Müftü veya Şeyhulislam "Zeyit şu açıklamada bulunmuşsa mürted olur, idam edilir ve malı müsadere edilip, Beytülmal'e irad kaydedilir" der. Çünkü Gayr-i Müslim'in malı miras yoluyla da olsa Müslümana haramdır.
Bu fetvayı alan kadı Şeyhulislam'ın şu fetvasına göne falan nam kişinin Müslüman ahali içinde fesada vesile olmaması için malının müsadere edilmesine ve kendisinin idamına hüküm verilmiştir" der ve icra edilir. Hükümden önce Kadı üç farklı zamanda, din alimi veya alimlerine üç defa telkin yaptırır. Buna rağmen dönmezse hüküm verilir.
Birine küfür iddia eden kişi, iddiasını ispatlamakla yükümlüdür. Kadı önünde delillerini serd etmesi gerekir. Delilleri yeterli görülmezse hukukî hakları elinden alınır, Her sözü mahkeme önünde geçersiz kabul edilir. Kendisi aynı suçla hükmedilmişler beldesinde ikamete mecbur tutulur. Yani tecrit edilir.
SON SÖZ
Son sözde başlığı ifade edeyim. Anlayış genişliğine çok ihtiyacımız var. Tek referansımız ilim- bilim, İslam olsun. Başka referanslar bizi uçurumun kenarına götürür. Müslümanları hoş görelim, hoş görelim, hoş görelim.
İrfan Küçükköy Hoca
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.