Türkiye ile Almanya’nın Afrika perspektifi iş birliği imkanlarına zemin hazırlıyor
İstanbul
Türkiye ve Almanya, Afrika’nın geleceğinde önemli yer edinebilecek iki Avrupalı ülke. Kalkınma geçmişleri ve tecrübeleriyle kıtanın gelişmesine katkı sunabilecek, siyasi ajandaları diğer aktörlere kıyasla daha pozitif ülkeler.
Afrika, uzun yıllar boyunca devam eden sömürge yönetimleri ve modern zamanlarda farklı formlarla devam eden tahakküm çabalarının sonucu olarak günümüzde birçok problemle karşı karşıya. Bu sorunlar arasında kronik yoksulluk, altyapı eksikliği, iç istikrarsızlıklar, gıda yetersizliği ve güvenlik gibi konular öne çıkıyor. Özellikle finansal kaynak yetersizliği nedeniyle yoksulluk kıtanın pek çok ülkesi için en temel sorun. Yıllık 170 milyar dolarlık altyapı yatırımına ihtiyaç duyan coğrafya, kendi kaynaklarıyla bu ihtiyaçlara cevap veremiyor. İnsanların temiz su ve gıdaya erişimi kronik bir sorun iken pandemi koşulları sağlık sektöründeki problemleri daha da derinleştirdi. Kovid-19 virüsünün kıta genelinde diğer bölgelere göre daha yavaş yayılım göstermesine mukabil ekonomik kaynak eksikliği ve sağlık personeli yetersizliği kriz şartlarını ağırlaştırıyor. Küresel sağlık krizine eşlik eden ekonomik zorluklar da kıtanın sahip olduğu finansal koşullara ek yükler getiriyor.
Yeterli borç bulma imkânının zorluğu, kamu bütçelerinin salgın ile mücadelede yetersiz kalması ve zengin ülkelerin yardım yapma konusunda yeterince istekli olmayışı kıtayı ekonomik olarak etkisi altına alıyor. Bu süreçte bölgeye yardım yapan az sayıdaki ülke arasında yer alan Türkiye ve Almanya, kıtanın küresel krizi daha az hasarla atlatmasına fırsat tanıdı. İki ülkenin de bölgede yatırım, ticaret imkanlarının yanı sıra kredi ve yardımlarla ön plana çıkması diğer aktörlere kıyasla kıta ülkeleriyle ilişkilerini stratejik boyuta taşıdı.
Afrika’da küresel rekabet: Doğu ve Batı
Ticari rekabet ve siyasi anlaşmazlıkların iş birliğine gölge düşürmesi ihtimal dâhilinde olmakla beraber Almanya ve Türkiye’nin küresel rakiplerine kıyasla Afrika’ya daha eşitlikçi bir perspektif sunabileceği aşikâr.
Zengin doğal kaynakları nedeniyle son altı yüzyıldır sömürgeci güçlerin ekonomik, kültürel ve siyasi etkisine maruz kalan Afrika ülkeleri bağımsızlıklarını geç bir dönemde sağlayabildi. Deniz yoluyla ticari üsler kuran Batılı sömürgeciler yaklaşık 500 yıl fiili olarak Afrika topraklarında tahakküm kurdu. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından değişen küresel sistem ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmasına yardımcı oldu.
Bu değişim iki kutuplu rekabeti beraberinde getirirken birçok Afrika ülkesi sosyalist modele yakın durdu. Sovyetlerin dağılmasıyla bölge liberal piyasa şartlarına yeniden dönüş yaptı. Ancak Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların reform önerileri kıtanın gelişimine çok az katkı sağladı. ABD, Avrupa Birliği (AB), Japonya ve Çin gibi küresel aktörlerin finansal kaynakları ve yatırımlarını Afrika’ya doğru genişletmesi ise kıtada rekabeti beraberinde getirdi. Oluşan rekabet bölge ülkeleri için yeni fırsatlar sağladı. Bu fırsatların başında ise yatırım, ticaret, kredi ve yardımların farklı kaynaklardan temin edilebilmesi geliyor. Bu süreçte pek çok aktör Afrika ülkeleri ile kendilerinin daha fazla yarar sağladığı bir ilişki geliştirdi. Türkiye, Almanya, Güney Kore ve Japonya ise daha dengeli ve iki tarafın da fayda temin ettiği bir ilişki yürüttü.
Almanya’nın Afrika politikası
Afrika'ya yatırım yapan Avrupa ülkelerinin başında Fransa geliyor. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) 2020 raporuna göre Fransa'nın Afrika'daki yatırımlarının toplamı 53 milyar dolar.[1] Fransa'yı 49 milyar dolarla İngiltere, 48 milyar dolar ile ABD ve 29 milyar dolar ile İtalya izliyor. Burada Fransa'nın Afrika'nın geniş kesimlerini uzun yıllar boyunca sömürgesi altında tuttuğunu ve yatırımların bu sömürge ilişkisini sürdürmek üzere dizayn edildiğini belirtmek gerekir. Günümüzde Afrika'da bulunan 54 ülkeden 27'sinin resmi dilinin Fransızca olması da sömürge döneminin kalıcı mirası. Yine Hollanda ve İtalya'nın da yoğun şekilde Afrika'yla ilgilenmelerinin temelinde geçmişten gelen sömürge ilişkilerini maddi yatırımlar üzerinden devam ettirme çabası olduğunu söylemek mümkün. Almanya, Afrika'ya en çok yatırım yapan ülkeler arasında yer almasa da son yıllarda artan yatırım ivmesiyle dikkat çekiyor. 2008 yılında sadece 7 milyar dolar olan Afrika'daki Alman yatırımları 2019'a geldiğimizde 15 milyar doların üzerine çıktı. Ancak Alman yatırımlarının kıtanın geneline eşit şekilde yayıldığını söylemek mümkün değil. Ülkeler arasında ciddi bir uçurum var. Yatırımların yaklaşık yarısını oluşturan 8,4 milyar dolar Güney Afrika'ya tahsis edilirken, bunu 1,53 milyar dolar ile Fas takip ediyor. Kiel Centre'nin raporuna göre Almanya’nın Afrika yatırımları, dünya genelindeki yatırımlarının sadece yüzde 1'ini oluşturuyor ve birkaç Afrika ülkesinde yoğunlaşıyor.[2]
Almanya-Afrika arasındaki ticaret hacmine bakıldığında ise Kovid-19'un ikili ticari ilişkileri önemli oranda etkilediği görülüyor. 2019'a kadar rekorlar kıran ikili ticaret, Alman İstatistik Ofisi'nin raporuna göre önemli oranda düştü. [3] Almanya'nın Afrika’dan ithalatı 2019 yılında 16,8 milyar dolar iken 2020'de bu rakam 12,4 milyar dolara düştü. Benzer düşüş ihracatta da dikkat çekiyor. Almanya'nın Afrika'ya ihracatı 2019'da 17 milyar dolar iken, 2020'de 13,9 milyar dolara geriledi. Alman Merkez Bankası'nın raporuna göre Kovid-19 sürecinde Almanya'nın Afrika'ya yaptığı doğrudan yatırımlarında da düşüş gözlendi. Örneğin 2019’da Sahra Altı Afrika'da 898 milyon dolar olan doğrudan yatırım, 2020'de 726 milyon avroya geriledi.
Afrika ülkelerine yapılan doğrudan yatırımlara sektörler bazında bakıldığında ise ülkeler arasında ciddi farklılıklar dikkat çekiyor. Örneğin Alman yatırımlarının yüzde 50'den fazlası üretim sektöründeyken, İngiltere’nin yaklaşık yüzde 5, Fransa'nın ve ABD’nin ise yüzde 10'dan daha az oranda üretime yatırım yaptıkları görülüyor. İngiltere’nin Afrika'daki yatırımlarının yüzde 50'si, Fransa'nın ve ABD'nin ise yaklaşık yüzde 30'u doğal kaynaklardan oluşan emtia sektöründe bulunuyor. Bu oranlardan yola çıkarak Almanya'nın kıtada üretime, dolayısıyla istihdama ciddi manada katkıda bulunduğunu söylemek mümkün. Zira 2017 rakamlarına göre Afrika'da bulunan 850 Alman şirketinde yaklaşık 200 bin kişi istihdam ediliyor.
Türkiye ile Almanya'nın muhtemel iş birliği
İki ülkenin kamu kurumları, vakıf ve yardım kuruluşları ile kültürel ve sosyal politikalara önem vermesi, sömürge dönemindeki nüfuzlarını modern formlarla devam ettirmeye çalışan ülkelerin aksine, sadece ekonomik alanın değerlendirilmediğine işaret ediyor
Türkiye de Almanya gibi son yıllarda Afrika'da doğrudan yatırımlarını artırıyor. 2003'te Afrika'da 12 elçiliği ve yaklaşık 100 milyon dolar doğrudan yatırımı bulunan Türkiye, 2021 itibarıyla elçilik sayısını 42'ye, doğrudan yatırımı ise 8 milyar dolara çıkardı. Türkiye’nin bölge ülkeleriyle yaklaşık 22 milyar dolarlık ticaret hacmi bulunuyor. 2021 yılı rakamları ile kıtada Türkiye 8, Almanya 15 milyar dolarlık doğrudan yatırım stokuna sahip. Ticaret hacimleri ve yatırım stokları dikkate alındığında Türkiye ve Almanya Afrika’da önemli aktörler arasında yer alıyorlar. Fakat diğer ülkelere kıyasla Ankara ve Berlin’in bölgede daha büyük bir potansiyeli var. Mevcut potansiyelin küresel salgın sonrası daha görünür hale gelmesi ise Afrika’nın ihtiyaç duyduğu kaynaklara ulaşmasına yarar sağlayacak. Araştırmalar Afrika'nın sahip olduğu insan kaynağı ve kalkınma potansiyeliyle birçok ülkeyi salgın sonrası kıtaya çekeceğini gösteriyor.
Diplomatik temsilcilikler açısından hem Almanya hem de Türkiye Afrika'nın genelinde aktif. Dünyanın en fazla diplomatik temsilciliğine sahip ülkeleri Almanya ve Türkiye, Afrika’nın gelişimine adil şekilde katkı sunabilecek güçler. İki aktörün kamu kurumları, vakıf ve yardım kuruluşları ile kültürel ve sosyal politikalara önem vermesi ise sadece ekonomik alanın değerlendirilmediğine işaret ediyor. Farklı aktörlerin güçlü şekilde yer aldığı Afrika kıtası, Türkiye ve Almanya için yeni fırsatların olduğu, kalkınma tecrübelerini aktarabilecekleri ve bölgenin gelişmesine daha fazla katkı sunabilecekleri bakir bir coğrafya. Bu açıdan Türkiye ve Almanya arasında oluşabilecek iş birliği imkânları bütün taraflara, en başta ise Afrika halkına daha fazla yarar sağlayacaktır. Ankara ve Berlin’in kıta genelinde birlikte çalışma imkânının potansiyeli yüksek iken Alman sömürge döneminin negatif etkilerini unutmamak gerek. Taraflar arasındaki ticari rekabetin ve siyasi uyuşmazlığın da iş birliğine gölge düşürmesi ihtimal dâhilinde. Öte yandan Almanya ve Türkiye’nin bölgede küresel rakiplerine kıyasla Afrika’ya daha eşitlikçi bir perspektif sunabileceği de aşikâr.
[İstanbul Üniversitesi’nde doktora çalışmasına devam eden Deniz İstikbal SETA Ekonomi Direktörlüğü’nde araştırma asistanı olarak görev yapmaktadır]
[TRT World Araştırma Merkezi'nde araştırmacı olarak çalışan ve akademik çalışmalarına Viyana Üniversitesi'nde devam Muhammed Ali Uçar'ın uzmanlık alanları Avrupa'daki aşırı sağ hareketler, Almanya ve Avusturya siyaseti ve dış politikaları, göç, AB ve AB-Türkiye ilişkileridir]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.