Taşkın Koçak: Bağdat, Buhara, Endülüs İslam medeniyetlerinin kalbinden dünyayı aydınlatan ışık

Taşkın Koçak: Bağdat, Buhara, Endülüs İslam medeniyetlerinin kalbinden dünyayı aydınlatan ışık
İslam medeniyetlerinin üç görkemli merkezi vardır: Bağdat, Buhara ve Endülüs.. Gelin tarihin ışığını yansıtan bu şehirlerin, insanlığa ve İslam dünyasına nasıl eşsiz katkılar sunduğuna hep birlikte bakalım.

Kıymetli dostlar, bugün sizlerle İslam medeniyetlerinin üç görkemli merkezi olan Bağdat, Buhara ve Endülüs üzerine söz etmek istiyorum. Tarihin ışığını yansıtan bu şehirlerin, insanlığa ve İslam dünyasına nasıl eşsiz katkılar sunduğuna hep birlikte bakalım. Bilimin, kültürün ve hikmetin harmanlandığı bu üç büyük medeniyet merkezinde, tarihin akışını değiştiren gelişmelere tanıklık edeceğiz. Hadi, vakit kaybetmeden bu heyecan verici yolculuğa başlayalım. Bismillah!

Öncelikle, neden bu üç şehir? Çünkü Bağdat, Buhara ve Endülüs, farklı dönemlerde ve farklı coğrafyalarda yer alsalar da İslam kültür, sanat, bilim ve düşünce birikimini derinden etkilemiş, dünyaya yeni ufuklar açmış merkezlerdir. Her birinin ayrı bir hikâyesi, bambaşka bir rengi vardır; ama bu hikâyelerin ortak noktası, İslam’ın öğrenmeye, üretmeye ve paylaşmaya olan tutkusunun açık bir yansıması olmalarıdır. (Maalesef, bu mediytlerden sonra bu yetiyi kayıp ettik)

İlk durağımız Bağdat. Abbasi Halifeliği’nin görkemli başkenti... Eskiden “Dünyanın Kalbi” olarak anıldığı söylenir. Bağdat, İslam’ın Altın Çağı’nda göz kamaştıran bir ilim ve kültür merkeziydi. Öyle ki Halife Me’mun’un kurduğu Beytü’l-Hikme (Bilgelik Evi), sadece İslam dünyasının değil, tüm insanlığın en büyük kütüphane ve tercüme merkezlerinden biri haline geldi. Antik Yunan, İran, Hint ve hatta Mısır’a ait pek çok bilimsel, felsefi ve edebi eser Arapçaya çevrildi ve Bağdat’tan tüm dünyaya yayıldı. Hârizmî, matematikte “cebir” kavramını geliştirdi ve algoritma fikrini oturttu; bugün dijital teknolojinin temeli işte o günlerde atıldı! İbnü’l-Heysem’in optik ve fizik alanındaki çalışmaları, modern bilimin doğmasına zemin hazırladı. Sırf Bağdat’ın önderliğinde yürütülen bu bilimsel atılımlar bile, dünya medeniyetinin alacağı yolu değiştirdi desem abartmış olmam.

Tabii Bağdat’ın büyüsü sadece bilimle sınırlı değildi. Edebiyat ve sanat da aynı derecede zengindi. Binbir Gece Masalları’ndaki Bağdat’a bir bakın: masal kahramanları, büyülü saraylar, ışıl ışıl sokaklar, sanatçılar, meddahlar... Bütün bunlar bir gerçeğin yansımasıydı: Şehir, edebiyat ve sanatın da kalbinin attığı bir imparatorluk başkentiydi. Bu dönemde şiir, müzik, minyatür ve hat sanatı büyük bir itibar gördü. Toplumun kültürel zenginliği, her alanda yeni ve özgün üretimleri teşvik etti.

İkinci durağımız Buhara’ya geçelim. Orta Asya’nın kadim incisi… Tarih kitaplarında Buhara için “İslam’ın kubbesi” tabiri kullanılır. Aslında hiç de abartı değil. Buhara, pek çok âlimin, düşünürün ve mutasavvıfın yetiştiği bir yerdi. İbn-i Sina, Buhara topraklarında filizlendi ve tıp, felsefe, mantık alanında çığır açan eserlere imza attı. “El-Kanun fi’t-Tıb” adlı eseri, asırlar boyunca Avrupa’da üniversitelerde okutuldu. Yani Buhara’da ortaya konan bilgi, dünya sahnesinde kalıcı etki yarattı.

Buhara aynı zamanda bir tasavvuf merkezine dönüştü. Nakşibendî tarikatının kurucusu Bahaeddin Nakşibend gibi büyük veliler bu topraklarda yetişti. Bu tasavvuf yolunun dünya çapında geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Hatta Anadolu’ya, Balkanlar’a kadar uzanan geniş coğrafyada Buhara kökenli bilgelik geleneklerini görmek mümkün. İrfan ve ahlak, Buhara’nın kültürel dokusunda yoğrularak İslam medeniyetine yeni bir derinlik kattı. İşin güzel yanı, bu irfan geleneği, toplumun gündelik yaşamının merkezine yerleşti ve insanlar arasındaki ilişkileri daha merhametli, daha adil ve daha bilgece kıldı.

Son durağımız ise Endülüs, yani İslam medeniyetinin Batı’daki ışığı… 8. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar İber Yarımadası’nda kurulan bu medeniyet, aslında Orta Çağ Avrupa’sına yepyeni bir soluk getirdi. Endülüs sadece coşkulu bir kültür ve sanat bölgesi değildi, aynı zamanda bir bilim üssüydü. Kurtuba, Granada, Sevilla gibi şehirler, kütüphaneleri, gözlemevleri, üniversiteleri ve muhteşem mimarileriyle dünyaya örnek oldular. Mesela Kurtuba Camii’nin o ince sütunları ve zarif işlemeleri, hâlâ görenleri büyülemez mi? Elhamra Sarayı’nın duvarlarındaki estetik incelik, bu medeniyetin sanat anlayışının doruk noktası değil midir?

Endülüs’te felsefe ve bilim de büyük bir gelişme gösterdi. İbn Rüşd, Aristo yorumlarıyla Batı düşünce tarihinde derin izler bıraktı; bu sayede Avrupa, Aristo’yu ve Antik Yunan felsefesini yeniden keşfetti. İbn Tufeyl ve İbn Bacce gibi düşünürler, insan aklının ve ruhunun imkânlarını sorguladı, edebiyata özgün eserler kazandırdı. Müzik alanında Ziryab, bir devrim yaparak çalgı kullanımından moda anlayışına kadar birçok yenilik getirdi. Endülüs toplumu, farklı dinlere ve etnik kökenlere mensup insanların barış içinde yaşayabildiği bir sosyal dokuya sahipti. Bu çeşitlilik, kültürel ve entelektüel zenginliği artırdı.

Üç şehrin ortak noktasına gelince… Her biri, farklı dönemlerde ve coğrafyalarda olsa da İslam’ın özündeki öğrenmeye olan tutkunun en güzel örneklerini sundular. Bağdat’taki Beytü’l-Hikme’den Buhara’daki medreselere, Endülüs’teki üniversitelere kadar uzanan bu dev bilgi ağı, insanlığa paha biçilemez bir hazinedir. Özellikle bilimsel yöntemlerin gelişimi, felsefede eleştirel düşüncenin yeşermesi, sanat ve mimarideki estetik anlayışın yükselmesi ve tasavvufi düşüncenin kalpleri yumuşatması, bu dönemin bereketli meyveleridir.

Bugün baktığımızda, “Acaba o günlerin ruhu nasıl yeniden canlandırılır?” diye sormak çok kıymetlidir. Çünkü dünyamızın sürdürülebilir barışa, derin anlayışa, bilgiye ve sanata her zamankinden fazla ihtiyacı var. Bu üç şehir bize, kültürler ve fikirler arasındaki etkileşimin ne kadar önemli olduğunu, hoşgörü ve merakın bir toplumu nasıl zirveye taşıyabileceğini gösteriyor. Onların mirası, sadece Müslümanlar için değil, tüm insanlık için bir ışık niteliğinde…

Sevgili dostlar, Bağdat, Buhara ve Endülüs’ün izinde yürümek demek, bilimi, sanatı, düşünceyi ve ahlakı bir bütün olarak görmek demektir. Bu şehirlerin tarihini okumak, sadece eskide kalmış anıları yad etmek değil; bize, bugün ve yarın neler yapabileceğimize dair canlı örnekler sunmak demektir. İşte bu yüzden, bu üç şehrin öyküsünü anlamak, İslam medeniyetlerinin köklerine inmeyi de, çağdaş dünyanın sorunlarına çözüm aramayı da mümkün kılar.

Umarım bu sohbet tadındaki yolculuğumuz, zihninizde taze sorular ve heyecanlar uyandırmıştır. Bağdat’ın heybeti, Buhara’nın bilgeliği ve Endülüs’ün zarafeti, hepsi birer ilham kaynağı… Gelin, bu ilhamı çoğaltalım ve gelecek kuşaklara aktaralım. İnanç, bilgi, sanat ve paylaşma kültürü, yüzyıllar öncesinde olduğu gibi bugün de yolumuzu aydınlatmaya devam edebilir. Yeter ki biz, o meşaleyi elden ele taşımayı bilelim!

Kaynak:Adanapost

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.