Türkiye-Fransa ilişkilerinde tarih tekerrür mü ediyor?
İstanbul
İlk karşılaşmaları XI. yüzyıldaki Haçlı seferlerine götürülebilen Türk-Fransız ilişkilerinin ilk resmî teması ise XVI. yüzyıla dayanır. 1525 yılında bir savaşta esir düşen Fransa Kralı I. François’nın annesi oğlunun kurtarılması için devrin padişahına başvurur ve böylece bu tarih iki ülke ilişkilerinde bir milat olarak kabul edilir. Akabinde ise ilk Fransız-Osmanlı kapitülasyon antlaşması imzalanır. Fransa’ya verilen kapitülasyonlar ikili ilişkilerin seyrini şekillendirir ve Habsburglara karşı Fransa ile işbirliği Sultan Süleyman döneminin Batı politikasının temelini oluşturur. Böylece önceleri Venedik’e tanınan ve bütün imparatorlukta geçerli olan ticari ayrıcalıklar ilk kez Batılı bir krallığa verilmiş olunur.
Fransa ile Türkiye ilişkilerinin tarihsel arka planı incelendiğinde, yaşanan birçok kırılmaya ve tanık olunan krizlere rağmen tarafların birbirleriyle iletişimi koparmadıkları görülüyor.
XVI. yüzyılda ilişkiler bu minvalde devam eder ve 1570-1573 Osmanlı-Venedik savaşından sonra Fransa Doğu Akdeniz’de Venedik’in yerini almaya başlar. 1589’da ise IV. Henri’nin tahta geçmesiyle Osmanlı-Fransız ticari ilişkileri zirveye çıkar. Bu dönemde Osmanlı-Fransız işbirliği hem modern Avrupa’nın hem de diplomasinin şekillenmesinde önemli bir faktör olur. XVI. yüzyıldan XVII. yüzyıla kadar ikili ilişkiler sorunsuz devam eder çünkü bu süreçte Alman İmparatorluğu’na karşı Fransa’nın ihtiyaç duyduğu destek Osmanlı’dan gelmiştir. XVII. yüzyıla gelindiğinde bu kez İngiltere, Fransa, Felemenkler ve Venedik gibi dönemin önde gelen devletleri Osmanlı toprakları ve ötesine uzanan büyük ve karmaşık ticaret ve yönetim ağları kurarlar. Böylece dini ve ticari ayrıcalıklar elde ederler. Bu ağların ortak özelliği, her birinin en üst düzeyde elçi ve balyosları aracılığıyla hem ülkelerinin hükümetlerini hem de Osmanlı topraklarında yaşayan kendi vatandaşlarını temsil etmeleri olur. Bu görevler zamanla suistimal edilir ve bir süre sonra kimin Osmanlı’dan en çok özerkliği koparacağı yarışına dönüşür.
Mektup konusunda Fransız yetkililerin “Cumhurbaşkanı kendisine gelen mektubu yanıtladı. Diyaloğa asla hayır demedik. Ancak somut jestlere ihtiyacımız var” ifadeleri ise akıllarda bazı soru işaretleri de uyandırıyor.
İlişkilerde ön plana çıkan başlıklar
XVII. yüzyılın sonlarına doğru Sanayi Devriminin de etkisiyle Fransa güçlenirken Osmanlı ise zayıflama sürecine girmeye başlamıştır. XVIII. yüzyıla Napolyon’un (1798-1801) Mısır Seferi ve Fransa’nın Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’ya yönelik siyasi ve ekonomik yayılma amaçlı politikaları damgasını vurmuştur. Bu süreçte Osmanlı’nın izlediği denge politikası ise Türk-Fransız ilişkilerinde belirleyici olmuştur. XVIII. yüzyıl aynı zamanda Fransızlarla birlikte diğer Batılı devletlere de verilen ayrıcalıklar kapsamında çok sayıda Batılı misyonerin de aktif bir biçimde Osmanlı topraklarında faaliyet gösterdiği bir dönem olmuştur. Bu süreçte Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemine girmeye başlaması, Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi ikili ilişkilerin zayıflamasına neden oldu.
XIX. yüzyıla gelindiğinde diğer devletlerle olduğu gibi Fransa da Osmanlı Devleti ile siyasi ve ticari ilişkilerini “Şark Meselesi” adı altında yürütmüştür. Görüldüğü üzere tarihten günümüze iki ülke ilişkilerinde dini, siyasi ve ticari konular daima ön plandadır. Bu tarihi arka plan Fransa’daki Türk imajının oluşumunda da etkilidir. Fransızların Türklere bakışında Türklerin özellikle dini yapısının daima önemli bir etkisi olmuştur. Zira Fransızların Türklere dair ilk izlenimleri Haçlı seferleri sırasında yürütülen savaşlarla edinilmiştir. Bu algının tarihten günümüze halen önemli bir etkisi ve devamlılığı vardır. Nitekim Türkiye-Fransa ilişkilerinde dini konuların halen gündemde yer alması ve bunu temel alan girişimlerin Fransa’da ifade özgürlüğü adı altında yürütülmesinde bu tarihi algının izleri açıkça görülmektedir.
Görüldüğü üzere Türkiye-Fransa ilişkileri tarihten günümüze dönem dönem birçok konuda kırılma yaşamıştır. Ancak ilişkilerin tarihsel seyrine bakıldığında özellikle son dönemlerde öne çıkan husus, Şark Meselesi ve dolayısıyla Doğu Hristiyanlarının korunması ve tabii ki Ermeni meselesi olmuştur. Fransa’nın Doğu politikası kapsamında izlemiş olduğu bu politikalar Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının ardından Türkiye Cumhuriyeti döneminde de devam etmiş ve iki ülke ilişkilerinde önemli bir sorun olarak yer edinmiştir. Özellikle yakın zamanlara bakıldığında Fransız Ulusal Meclisi ve Fransız Senatosu’nda alınan kararlar Türkiye’nin Fransa ile ilişkilerinde ciddi sorunlara neden olmuştur. Ancak tüm bu gelişmelere rağmen taraflar birbirleriyle iletişimi koparmadılar. Bu kapsamda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a göndermiş olduğu mektup iki ülke ilişkilerinin tarihi seyri açısından da önem taşıyor.
Macron'un mektubu ne anlama geliyor?
Türk-Fransız ilişkilerinde 2020 yılının son altı ayında yaşanan gerginlikler ve gelgitler iki ülke arasındaki ilişkileri önemli derecede menfi olarak etkiledi. İlk önce Suriye ve Libya’da yaşanan gelişmeler, ardından Doğu Akdeniz’de yaşananlar, daha sonra Yunanistan’la mevcut sorunlar ve Dağlık Karabağ’daki savaş Fransa ile Türkiye’nin karşılıklı ilişkilerinde tansiyonu iyice yükseltti. Bu gelişmeler Fransa’nın Ankara’daki büyükelçisini geri çağırmasına dahi neden oldu. Özellikle Charlie Hebdo dergisinde yayımlanan karikatür, Fransa’daki Müslümanların yaşadıkları sorunlar ve Cumhurbaşkanı Macron’un Müslüman ülkelerde yaptığı açıklamalar iki ülke ilişkilerindeki gerginlik sürecinde büyük etkisi görülen faktörler oldu. Fransa’nın Türkiye’ye yönelik yaptırımların artırılması konusunda Yunanistan ve Kıbrıslı Rumları desteklemesinin ardından ise iki ülke liderlerinin yaptığı karşılıklı sert açıklamalar ilişkileri kopma noktasına getirdi.
Bu sürecin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni tip koronavirüse (Kovid 19’a) yakalanan Macron’a geçmiş olsun mesajı göndermesi ve Macron’un yeni yılını tebrik etmesi iki ülke liderleri arasındaki buzları eriterek bir mektup diplomasisi başlattı. Bu mektubun hemen ardından Macron’dan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a cevap mahiyetinde son derece samimi ifadelerin yer aldığı bir mektup geldi. Fransa “4 alanda istişarelere başlayalım” önerisiyle mektup diplomasisini devam ettirdi. İki ülke liderleri arasındaki bu karşılıklı mektuplaşma süreci sadece Türkiye-Fransa değil, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkilerini de etkileyecek olması açısından büyük önem taşıyor. Özellikle 2020’de Brüksel’de gerçekleştirilen AB zirvesi sonrasında Türkiye’nin AB ve Fransa ile ilişkilerde yeni bir sayfa açmaya karar verdiği biliniyor. Bu nedenle Macron’un bu adımıyla başlayan süreci Türkiye’nin AB ve Avrupa ile ilişkilerinde de yeni bir dönemin ilk adımları olarak yorumlamak mümkün. Nitekim iki ülke dışişleri bakanlarının ikili ilişkilerin normalleşmesi konusunda bir ön görüşme yapmış olmaları da bu ihtimali güçlendiriyor.
Mektupta iki temel hususun ön plana çıktığı görülüyor: Birincisi Macron’un bu mektupla Türkiye-Fransa ilişkilerindeki buzları eritmek istediği ve bunun için büyük bir çaba içinde olduğu söylenebilir. Özellikle mektupta kullanılan samimi ifadeler bunun göstergesi olarak yorumlanabilir. Mektupta öne çıkan ikinci husus ise Fransa’nın Türkiye’yi 2021 yılında Avrupa kıtasında görmek istediği konusuna yapmış olduğu vurgu. Bu kapsamda söz konusu ifadeler Fransa’nın Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde adeta bir köprü vazifesi görmek istediği şeklinde yorumlanabilir. Bunların dışında iki ülke ilişkilerinin temelde dört başlık altında ele alınması planlanıyor. Bu başlıklar genel hatlarıyla iki ülke arasındaki ilişkiler, terörle mücadele, Suriye ve Libya’nın da içinde yer aldığı bölgesel meseleler ve eğitim konusunda işbirliği konularında istişarelerin başlaması olarak öne çıkıyor.
Geçmişte Türkiye-AB ilişkilerinde Fransa’nın sıkça gündeme getirdiği konulardan biri olan 1915 Olayları, dünyada ve Ermenistan’da olduğu gibi Fransa’da da sıkça siyasi bir malzeme olarak kullanılagelmiştir. Bu nedenle 1915 Olayları sadece Türkiye-Fransa ilişkilerinde değil Türkiye-AB ilişkileri, dolayısıyla Türkiye’nin birçok Batılı devletle olan ilişkilerinde de önemli bir mesele. Özellikle Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinde Türkiye’yi AB’de görmek istemeyen ülkelerin parlamentolarında aldıkları kararlar bu noktada son derece önemli. Bunlar arasında en fazla kararı alan ülkelerden olan Fransa’nın bu konuyu uzun yıllar önemli bir siyasi araç olarak kullandığı ve kullanmaya da devam edeceği unutulmamalı. Bu çerçevede Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusunda en büyük nüfuza sahip ülkelerden biri olan Fransa, Türkiye’nin AB’ye üyeliğini, aldığı bu kararlar aracılığıyla doğrudan ve dolaylı engelleme politikası izledi. Ayrıca Avrupa’daki İslamofobinin Fransa’da da yükselmekte olduğu ve bunun Türkiye’nin AB’ye üyeliği önünde ciddi bir engel olduğunun göz önünde bulundurulmasında yarar var. Bununla birlikte Macron’un mektubunda Avrupa kıtasına istikrarın Türkiye’nin de katkılarıyla 2021 yılında dönmesi yönündeki temennisi Avrupa’nın da Türkiye ile ilişkilerde yeni bir sayfa açma eğiliminde olduğu şeklinde yorumlanabilir.
Fransa ve Dağlık Karabağ meselesi
Dağlık Karabağ savaşının devam ettiği süreçte Macron Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir görüşme yapmak istemiş, ancak bu talep reddedilmişti. Dağlık Karabağ savaşı sırasında Macron’un sürecin en başından itibaren Ermenistan’ın yanında yer almış olması ve özellikle çatışmaların devam ettiği günlerde Fransa’da yürütülen Türkiye ve Azerbaycan karşıtı propaganda faaliyetlerine göz yumulması da iki ülke ilişkilerine zarar verdi. Ancak Fransa’nın Ermenistan’a olan desteğinde tarihsel boyutun yanı sıra günümüzde Fransa’da yaşayan büyük sayıdaki Ermeni kökenli Fransız vatandaşının da önemli bir etkisinin olduğu unutulmamalı. Bu kapsamda Ermeni diasporasının sadece Fransa’da değil çok sayıda Batı ülkesinde de epey etkin bir pozisyonda olduklarının hatırlanmasında yarar var.
1915 Olayları konusunda Jacques Chirac dönemiyle başlayan ve günümüze kadar birçok kararın alındığı Fransız Parlamentosu’nun bu tutumu da iki ülke ilişkilerinde belirleyici bir faktör oldu. Fransa’daki Ermeni diasporasının mevcut gücünü siyasal alanda uzun yıllar boyunca aktif olarak kullandığı biliniyor. Fransa’daki Ermeni nüfusu dünyadaki Ermeni diasporasının en güçlü ve en aktif olduğu ülkeler arasında ilk sıralarda yer alıyor. Burada yaşayan Ermeni nüfusunun özellikle asimile olma kaygısı bu grupların Türk düşmanlığı etrafında kolayca örgütlenmesini sağlıyor. Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte birçok ülkede olduğu gibi Fransa’da da 1915 Olayları konusunda birçok karar kabul edildi. Bu kararların özellikle seçim süreçlerinde sıkça gündeme gelmesi tarihi bir konunun nasıl siyasi bir malzeme haline getirildiğinin en somut örneği. Fransa’da özellikle 2011 yılında kabul edilen ve 1915 Olayları konusunda ifade özgürlüğüne ciddi bir darbe vuran karar, Türkiye-Fransa ilişkilerinde önemli bir kırılma noktası oldu. Son olarak ilişkilere dair bir diğer önemli hususun ise Fransa’nın Türkiye karşıtı ayrılıkçı terör örgütlerine yönelik uyguladığı politikalar olduğunun hatırlatılmasında yarar var.
Sonuç olarak tarihten günümüze Türk-Fransız ilişkilerinde dönemsel olsa da kritik öneme sahip diplomatik mücadelelerin damgasını vurduğu anlaşılıyor. Fransa’nın Napolyon dönemiyle başlayan Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’ya yönelik yayılmacı ve sömürgeci politikalarının günümüzde halen Fransız dış politikasının şekillenmesinde etkili olduğu görülüyor. Bu nedenle Macron’un söz konusu mektubu kaleme almasında tarihi geçmişin yanı sıra güncel gelişmelerin de önemli bir etkisinin olduğunu söylemek gerekir. Bu kapsamda Türkiye’nin NATO üyesi bir ülke olması ve Türkiye’nin AB’nin göçmen politikalarının hayata geçirilmesindeki kilit rolünün bu mektubun kaleme alınmasında ve ilişkileri normalleştirme adımının atılmasında etkili olduğunu söylemek mümkün. Demokrasinin beşiği olarak bilinen Fransa’da başta 1915 olayları olmak üzere, dini, siyasi ve etnik konulardaki uygulamaların gözden geçirilmesinin de iki ülke ilişkileri üzerinde olumlu bir hava yaratacağı aşikar. Nitekim bu tür konularda daha önce Fransa’nın almış olduğu kararların sadece Türkiye-Fransa değil Türkiye’nin diğer ülkelerle olan ilişkilerinde de etkili olduğu göz önünde bulundurulduğunda Macron’un bu adımı daha net bir biçimde anlaşılabilir. Bu nedenle Macron’un söz konusu mektubunu Türk-Fransız ilişkileri ve Türkiye’nin AB’ye üyelik yolunda yeni bir sayfanın açılması adımı olarak yorumlamak mümkün.
Türkiye-Fransa ilişkilerindeki bir diğer önemli husus ise Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte Fransa’da Müslümanlara yönelik giderek daha yoğun bir biçimde hissedilmeye başlanan kolonyalist bakış açısı. Bu nedenle yürütülecek ikili görüşmelerde bu konunun da ele alınması ve bu soruna da bir çözüm getirilmesi elzem.
Bu mektup ayrıca Fransa’da 2022 yılında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Macron’un dış politika konusunda elini güçlendirme politikası kapsamında da değerlendirilebilir. Ancak mektup konusunda Fransız yetkililerin “Cumhurbaşkanı kendisine gelen mektubu yanıtladı. Diyaloğa asla hayır demedik. Ancak somut jestlere ihtiyacımız var” ifadeleri ise akıllarda bazı soru işaretleri de uyandırıyor. Elysee Sarayı’nın “somut adımlar”dan neyi kastettiği ya da nasıl bir adımın atılmasını beklediği hususu ise henüz netlik kazanmış değil.
[Doç. Dr. Yıldız Deveci Bozkuş Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Kafkasya Çalışmaları Anabilim Dalı öğretim üyesidir]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.