Tunus'taki siyasi krizin perde arkası, uluslararası bağlamı ve olası senaryolar
İstanbul
Arap isyanlarının başarılı bir sonuç verdiği ve demokratik seçimlerin gerçekleşebildiği tek ülke olan Tunus’ta siyasi kriz yeniden patlak verdi. Cumhurbaşkanı Kays Said ülkenin bağımsızlık günü olan 25 Temmuz’da parlamentonun bir aylığına askıya alındığını, başbakanı ve hükümeti görevden aldığını ve en kısa sürede tarafsız bir başbakan atayacağını duyurdu. Milletvekillerinin yurt dışına çıkışı engellendi ve meclisin kapısına kilit vuruldu. Ordu birlikleri ağır vasıtalarla meclisi kuşattı ve içeri girmek isteyen Meclis Başkanı ve Nahda Hareketi lideri Raşid el-Gannuşi ve diğer vekillerin meclise girişleri engellendi. Bununla birlikte Kays Said’in ordu başta olmak üzere güvenlik yetkilileriyle fotoğrafları servis edildi. Dahası Said’in, “silah kullanılması halinde güvenlik güçlerinin silahla cevap vereceğini” deklare etmesi ciddi bir endişeye yol açtı. Nitekim Tunus, 2011 isyanlarında bile iç savaşı andıracak bir süreç yaşamamıştı. Bu gelişmeler, siyasi krizin ötesinde, birçok yorumcu tarafından “bürokratik bir darbe” olarak nitelendiriliyor. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, meclisin feshedilmesi yerine 30 günlüğüne askıya alınmış olmasıdır. Eğer meclis feshedilseydi, hem genel seçimler hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yeniden yapılması gerekecekti. Cumhurbaşkanı Said’in yeni başbakan atayarak hükümet işlerini devam ettireceğini açıklaması bu durumu değiştirmiyor. Bu tabloyu daha sağlıklı anlamak için yakın geçmişe göz atmakta fayda var.
Krizin arka planı
Gösterilerin başladığı 2011 yılından beri Tunus’ta her şey süt liman değildi elbette. Zeynel Abidin bin Ali sonrasında ülkede birçok krize, hatta siyasi suikastlara tanık olundu. Eski bürokratik yapıların yönlendirmesiyle siyasi süreç baltalandı, hükümetler kuruldu ve devrildi. Ancak Tunus kamuoyu ve siyaseti birçok uluslararası yorumcuyu şaşırtacak şekilde bu krizlerin üstesinden gelebildi. Özellikle güvenlik sektöründe yaşanan reform ve değişim, provokasyonların ve terör saldırılarının önüne geçilmesinde etkili oldu.
Haziran 2019’da başkent Tunus’ta gerçekleşen terör saldırıları da bu süreci baltalamaya yetmedi ve nihayet geçiş sürecinin ardından yeni Anayasanın kabulü ve seçimlerin ardından hükümet kuruldu. 2019 yılında yapılan meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimleri ülkenin geçiş dönemini tamamladığı ve yeni sisteme barışçıl bir şekilde adım attığının ilk işaretleri oldu. Bu seçimlerde Nahda yüzde 20’ye yakın bir oy alarak birinci parti oldu. Cumhurbaşkanı Kaid es-Sibsi’nin hayatını kaybetmesi dolayısıyla yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini de bir hukuk profesörü olan ve pratik siyasi tecrübeye sahip olmayan Kays Said, ilk turda yüzde 18, ikinci turda ise -Nahda’nın da desteğiyle- yüzde 72 oy alarak kazandı. Nahda hareketinin lideri Gannuşi de meclis başkanı seçildi. Bu sonuçlar halkın eski sistem ve aktörlerin tasfiyesini onayladığı anlamına geliyordu.
Özellikle ülkenin gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 8’ini oluşturan turizm sektörünün durma noktasına gelmesi ekonomik dengeleri altüst etti. Nitekim hükümet çalışmalarına altı ay devam edebildi ve Ağustos 2020’de eski İçişleri Bakanı Hişam el-Meşişi tarafından yeni bir teknokratlar hükümeti kuruldu.
Fakat hükümet sistemi ve seçim sonuçları siyasi bölünmüşlüğün devam etmesine yol açtı. Aralarında anlaşamadıkları için hiçbir parti hükümeti kurmayı başaramadı ve 27 Şubat 2020’de partisi mecliste temsil edilmeyen İlyas el-Fahfah başbakanlığında, kabinenin yarısının bağımsız bakanlardan oluştuğu bir tür “ulusal birlik hükümeti” kuruldu. Hükümetin önündeki en büyük zorluklar, demokratikleşme sürecinin korunması, sosyo-politik bölünmenin derinleşmesini engelleme, ekonomik sıkıntıların hafifletilmesi ve işsizlik sorununun üstesinden gelmekti. Ancak Kovid-19 salgını özellikle ekonomik alandaki sorunların çözümünü fazlasıyla zorlaştırdı. Özellikle ülkenin gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 8’ini oluşturan turizm sektörünün durma noktasına gelmesi ekonomik dengeleri altüst etti. Nitekim hükümet çalışmalarına altı ay devam edebildi ve Ağustos 2020’de eski İçişleri Bakanı Hişam el-Meşişi tarafından yeni bir teknokratlar hükümeti kuruldu. Yine de aynı sorunlar devam etti. Bu durum ise ülkedeki siyasi muhalefet için kullanışlı bir aparata dönüştü.
Krizin bölgesel ve uluslararası bağlamı
Tunus’taki krizi 2011 yılından beri bölgesel düzeyde yaşanan değişim, bu değişimin tarafları ve vizyonlarını gözden kaçırarak yorumlamak mümkün değil. Halk iradesi doğrultusunda başlayan değişim iradesi ile statükoculuğu savunan ve otoriter rejimleri yeniden tesis etmek isteyen irade, vizyon ve güçler arasında ciddi bir rekabet mevcut. Özellikle Mısır’da gerçekleşen 2013 darbesinden sonra darbeci zihniyet ile halk iradesinde tecessüm eden irade arasında gözle görülen bir çatışma/rekabet süregidiyor. Bu rekabet on yıldır farklı ülkelerde ve farklı zamanlarda kendini göstermekte. Tunus’ta büyük bedeller sonucunda tesis edilen demokratik sistemde yaşanacak bir geriye dönüş, halk iradesine vurulan son darbe olacaktır.
Tunus’ta 2011 ve özellikle 2019 sonrasında kurulan hükümetler neredeyse bütün bölgesel konularda tarafsız bir tavır takınarak iç sorunlara yoğunlaşmayı tercih ettiler. Bu tarafsızlık gerek Cezayir’de yaşanan gösteriler gerekse Libya konusunda gayet açıktı. Bu çerçevede Libya meselesinde Tunus’un takındığı tavra dikkat etmek gerekiyor.
Tam da bu süreçte Nahda düşmanlığını siyasal İslam bağlamında dile getirmekten çekinmeyen ve ülkedeki bütün sorunları Nahda’ya yıkmaya çalışan bazı aktörler, ülke içindeki muhalefet dozajını fazlasıyla artırdı. Halbuki gerek Şubat 2020’de gerekse Ağustos 2020’de kurulan hükümetler koalisyon hükümetleriydi ve bu hükümetlerde Nahda çok düşük bir etkiye sahipti.
Jeopolitik olarak Tunus, hem karadan hem de denizden Libya’ya sınırı olan ve dolayısıyla aktif bir tutum sergilediğinde Libya’daki krize etki edebilecek bir konuma sahip. Zaman zaman Fransa başta olmak üzere Hafter yanlısı ülkelerin Tunus’un bu konumundan yararlanmak için baskı yaptığı, buna rağmen özellikle Cumhurbaşkanı Kays Said’in tarafsız davranmayı tercih ettiği biliniyor. Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde yeni Libya hükümeti kurulduğunda ise Tunus hükümetinin çeşitli kademelerinden barışçıl sürece destek veren ve hükümete iyi dileklerini sunan açıklamalar geldi. Tam da bu süreçte Nahda düşmanlığını siyasal İslam bağlamında dile getirmekten çekinmeyen ve ülkedeki bütün sorunları Nahda’ya yıkmaya çalışan bazı aktörler, ülke içindeki muhalefet dozajını fazlasıyla artırdı. Halbuki gerek Şubat 2020’de gerekse Ağustos 2020’de kurulan hükümetler koalisyon hükümetleriydi ve bu hükümetlerde Nahda çok düşük bir etkiye sahipti. Cumhurbaşkanı da tarafsız bir isimdi. Nahda’nın kurumsal düzeyde yönettiği en üst düzeydeki organ ise Gannuşi’nin başında bulunduğu Tunus Meclisi.
Buna rağmen özellikle Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) resmi söylemleri ve bölgesel vizyonu ile uyumlu bir çizgide duran Özgür Anayasa Partisi lideri Abir Musi’nin son bir yıllık muhalefet söylemine bakıldığında bu durum net bir şekilde ortaya çıkıyor. Abir Musi’nin mecliste yaptığı konuşmalar ve meclisin işleyişini engellemeye yönelik tavırları da ulusal ve uluslararası kamuoyu nezdinde iyi biliniyor. Son dönemlerde hükümet karşıtı gösterileri, özellikle de Cumhurbaşkanı Said’in açıklamalarının ardından gerçekleşen gösterileri organize ettiği de biliniyor. Dolayısıyla Tunus’taki bu gelişmelerin zamanlama olarak bölgesel gelişmelerden bağımsız olarak değerlendirilmesi mümkün değil. Türkiye’yi yakından ilgilendiren de meselenin bu boyutu.
Olası senaryolar
Cumhurbaşkanı Kays Said’in, başta ordu olmak üzere güvenlik birimlerinin desteğiyle uygulamaya koyduğu kararlar ülkenin yakın geleceğini şekillendirecek boyutta. Bu süreçte en önemli rol oynayabilecek kurumlar şüphesiz ki Tunus ordusu ve Nahda başta olmak üzere kamuoyu desteğine sahip olan partiler. Tunus ordusu, diğer bölge ülkelerine nazaran daha az siyasi motivasyona sahip ve ülkenin siyasetine etkin bir şekilde karışmamayı tercih etmekte. Ordu 2011 isyanlarında da Bin Ali’nin göstericilere müdahale emrini reddederek devrimin önünü açmış ve halkın güvenini kazanmıştı. Bu süreçte de ordunun takınacağı tavır süreci belirleyen temel dinamiklerden biri olacak. Şu ana kadarki tabloda cumhurbaşkanının taleplerini yerine getirdiği görülüyor. Meclisin kuşatılması, Meclis Başkanı Gannuşi’nin talebine rağmen “emirleri uyguluyoruz” diyerek kapıyı açmamaları bu durumun temel göstergesi. Ancak ordunun, olayların büyümemesi ve ülkede bir “iç savaş” görüntüsünün yaşanmaması için gerekli hassasiyeti göstermekte olduğu da ortada. Gannuşi’nin “ordu kendisini kullandırmayacaktır” ifadesi de orduya yönelik, bu süreçte akil ve hassas davranma çağrısı olarak okunabilir.
Cumhurbaşkanının açıklamaları sonrasında -bu yazının kaleme alındığı saatlerde- Nahda Şura Meclisi, meclisin halk tarafından korumaya alınması, kitlelerin meydanlarda toplanması ve darbe karşıtı partilerin ortak hareket etmesi yönünde bir açıklama yaptı. Bu çağrıya farklı parti ve isimlerden destek geldi. Eski Cumhurbaşkanı Munsif el-Merzuki, Tunus İşçi Partisi ve Tunus Cumhuriyet Partisi, darbeye karşı olduklarını ve cumhurbaşkanının söz konusu kararından dönmesi gerektiğini açıkladılar.
Bu tabloya bakarak krizin yakın geleceğine dair şu senaryolar öngörülebilir: En iyimser senaryo, cumhurbaşkanının kararlarından geri dönmesiyle normal sürece dönülmesidir. Devrim kazanımları ve demokratik sürecin işleyişi açısından olması gereken de budur.
Bu tabloya bakarak krizin yakın geleceğine dair şu senaryolar öngörülebilir: En iyimser senaryo, cumhurbaşkanının kararlarından geri dönmesiyle normal sürece dönülmesidir. Devrim kazanımları ve demokratik sürecin işleyişi açısından olması gereken de budur. Tunus demokrasisinin aldığı yaraları en aza indirmek için de böylesi bir karar elzemdir. Ancak realist açıdan bakıldığında maalesef bu senaryonun gerçekleşme ihtimali bir hayli zayıf. İkincisi, mevcut koşullarda yeni başbakan atanması ve en kısa sürede teknokrat bir hükümetle seçime gidilmesi. Ancak bu durum otuz günlük olağanüstü halin uzatılmasını gerektirecek. Bu durumda muhalefetin tepkisinin büyümesi kaçınılmaz olacak ve dolayısıyla gerginliğin artmasına neden olacak. Üçüncü senaryo, cumhurbaşkanı ile siyasi partilerin anlaşması sonucunda bir hükümetin belirlenmesi, meclisin açılması ve bu şekilde seçimlere gidilmesidir. Dördüncü senaryo, bürokratik darbenin bir ordu darbesine dönüşmesi ve en kötü senaryo ise Mısır’da 30 Haziran-3 Temmuz 2013 ve sonrasında yaşananların bir benzerinin Tunus’ta meydana gelmesidir. Son iki ve benzeri senaryoların gerçekleşmemesi için Tunus’ta başta ordu ve cumhurbaşkanı olmak üzere, siyasi partiler ve kamuoyunun sorumlulukla hareket etmesi gerekiyor. Çünkü bu senaryo(lar) Tunus halkı ve Türkiye başta olmak üzere bölgesel barışı tesis etmek isteyen uluslararası aktörler için de ciddi bir hasara yol açacaktır.
Türkiye’nin tavrı
Tunus’taki gelişmeler karşısında Türkiye pozisyonunu açıklamaktan çekinmedi. Resmî açıklamalarda demokrasiye, Tunus halkının kazanımlarına ve çıkarlarına odaklanıldığı görülüyor. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, meclisin askıya alınması kararının endişeyle karşılandığı vurgulandı, demokratik anayasal sürece yeniden dönülmesi çağrısı yapıldı ve Türkiye’nin Tunus halkının yanında yer almaya devam edeceği belirtildi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da Türkiye’nin her zaman demokrasiden yana olduğuna vurgu yaparak Tunus’taki krizin bir an önce aşılarak demokratik sürece dönülmesi çağrısında bulundu. Türkiye bu süreçte, demokratik işleyişi sekteye uğratacak bütün girişimlere karşı takındığı ilkeli tavrını sürdürerek Tunus’ta meclisin askıya alınmasına da tepki gösterdi. Türkiye bu tavrını koruyarak krizin en az hasarla ve en kötü senaryolar yaşanmadan atlatılması için çaba sarf etmekte. Bu tavır ilkesel açıdan da bölgesel vizyon ve politik çıkarlar açısından da doğru. Dolayısıyla mevcut koşullarda Türkiye, krizin dindirilmesi için çabalamaya devam edecek, ancak sürecin açık bir darbeye yahut bir iç savaşa evrilmesi durumunda ya da bölgesel çıkarlarını tehlikeye atacak oldubittilere de sessiz kalmayacaktır.
[Orta Doğu’da otoriteryenizm, asker-sivil ilişkileri, vekalet savaşları ve çatışma alanları konularında çalışan Doç. Dr. Veysel Kurt İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesidir]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.