Trump bitiş çizgisine sendeleyerek ilerliyor

Trump bitiş çizgisine sendeleyerek ilerliyor
Trump’ın başkanlığı bir hafta içinde sona eriyor; ancak ister yargılansın ister hapse atılsın, hatta ister 2024 Başkanlık seçimlerinde aday olsun, Trump hararetli siyasi emellerin odak noktasında kalacak.
İstanbul

6 ve 7 Ocak günleri normal bir şekilde geçmiş olsaydı, birçok Amerikan medya kuruluşu “Sweet Georgia Brown” veya “Georgia on My Mind” gibi ünlü ve sevilen şarkılara göndermeler yapıyor olacaktı. Sürpriz bir bitişle, Georgia eyaletindeki çifte ikinci tur seçimlerinde her iki Senato yarışını da Demokrat Parti adayları kazandı. O da (anketlerde öngörüldüğü gibi) ucu ucuna. Beş milyon oyun kullanıldığı yarışlarda zaferi getiren oy farkları sırasıyla 40 bin ve 80 bin oldu.

Kongre baskınının ABD toplumu üzerinde ne gibi bir etkisinin olacağı belirsiz. Trump son seçimde 2016’ya kıyasla on milyon daha fazla oy aldı; bu da ABD toplumunun büyük bir kesiminin desteğinin arkasında olduğu anlamına geliyor.

Senato Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti senatörleri arasında eşit bir şekilde 50-50 bölünmüş olsa da bu sonuç Kongre’nin kontrolünü Demokrat Parti’ye veriyor. Bunun nedeni, eşitliği bozan oyun, Demokrat Parti’nin seçilmiş Başkan Yardımcısı Kamala Harris tarafından kullanılıyor olacak olması.

Birçok ülke ABD’yi demokratik idealleriyle değil, vatandaşlarına atılan bombalar ve iç siyasal sistemlerine yönelik -sıklıkla şiddet içeren- manipülasyonlarıyla tanıyor. Amerikan emperyal davranışını doğrudan deneyimlemiş olanların bu yaşananlara yönelik bir şefkat hissetmesi zor.

Mevcut siyasi atmosfer, bu dengeyi iyice hassas kılıyor. Kritik oylamalarda hiçbir Cumhuriyetçi Parti senatörünün safları bozmayacağı varsayılacak olursa, Demokrat Parti’nin bir kişilik dahi fire verme lüksü olmayacak. Şu anda, Demokrat Parti destekçileri bu beklenmedik sonucu kutluyorlar, ancak ciddi bir iç çekişmeyle zaten yara almış bulunan bir Demokrat Parti’nin böylesine ucu ucuna bir avantajı somut yasal neticelere dönüştürebilmesi şüpheli görünüyor.

Türk gözlemciler ayrıca Senato Çoğunluk lideri rolünü üstlenecek olan ve Türkiye’de “Fethullah Gülen sempatizanı” olarak bilinen Demokrat New York Senatörü Chuck Schumer’a odaklanacaktır. Schumer’ın görev süresi kolay geçmeyecek. Demokratların Senato’da elde ettiği burun farkı çoğunluğunu ve yaşayacakları potansiyel hayal kırıklıklarını zaten öngörmüş olan birçok kalemin Schumer’ın Senato’daki Demokratları birleştirmek için gereken liderlik becerilerine sahip olup olmadığını sorgulayan makaleleri de birer birer yayımlanmaya başladı.

Demokrat Parti Temsilciler Meclisi’nde Kasım ayında çoğunluğunu korudu ancak ciddi aksilikler yaşadı. Üstüne, Cumhuriyetçiler 2022’de meclisi geri almayı planlıyorlar; bu da önümüzdeki iki yıl için daha da agresif siyaset oyunları anlamına geliyor. Diğer bir deyişle, Kongre’deki siyasi gerilimler herhangi bir gevşeme belirtisi göstermiyor.

Kongre Binası işgali

Ancak geçen Çarşamba günü çoğu Amerikalının aklından popüler kültüre yapılan atıflar geçmiyordu. Georgia’daki oy sayımının nihayete erdirildiği sıralarda Trump destekçileri de Washington DC’de toplanıyordu. Gün ilerledikçe ve sonuçlar resmileştikçe Trump, destekçilerini meseleyi artık bizzat ele almaya çağırdığı kışkırtıcı bir konuşma yaptı. Bir yığın insanın Kongre binasına zorla girip en sonunda da Senato’nun salonuna girmesiyle büyük bir kargaşa çıktı. Kan döküldü ve hayatını kaybedenler oldu.

Bu gelişmelerin siyasi anlamını ölçüp tartmak şu anda zor. Trump’ın başkanlığı (daha önce Kongre tarafından görevden alınmazsa veya mahkûm edilmezse) bir hafta içinde sona eriyor, ancak ister yargılansın ister hapse atılsın hatta ister 2024 Başkanlık seçimlerinde aday olsun, Trump, hararetli siyasi emellerin odak noktasında kalacaktır. Trump’ın bazı davranışlarının muhtemel bir 2024 adaylığına yönelik olduğuna dair şüphelerim var. Sonuçta, 2024 seçimlerine yönelik kampanya 2022 ara seçimlerinden hemen sonra, yani gelecek yılın Kasım ayında başlayacak.

Senato, suçlamanın dayanakları Meclis tarafından iletilirse, Trump’ı, tekrar göreve gelmesini yasaklamadan mahkûm etme seçeneğine sahip. Daha da önemlisi, Senato’dan bir mahkûmiyet kararı çıkmasının da garantisi yok, çünkü iki yeni Demokratik Georgia senatörü ancak bu ayın sonlarına doğru yemin edecek. Kamala Harris ise 20 Ocak’a kadar göreve başlamayacak; Trump’ın başkanlığı ise zaten o tarihte bitmiş olacak.

Trump’ın Senato tarafından mahkûm edilip görevden alınmasının tek yolu, Demokratların Cumhuriyetçilerin hatırı sayılır bir bölümünü ikna etmeleri ki bunu zaten bir kere deneyip de başaramamışlıkları söz konusu. Mahkûmiyet ve görevden alınma, mevcut senatörlerin üçte ikisinin oyunu, yani potansiyel olarak 98 oydan 65’ini gerektiriyor. Ne var ki Demokratların önümüzdeki hafta Senato’da yalnızca 48 üyesi olacak. Öte yandan konunun bazı uzmanları, bir başkanın görevden ayrıldıktan sonra bile görevi kötüye kullanma davasına muhatap olarak mahkûm edilebileceğini ve ikinci kez başkan seçilmesinin engellenebileceğini iddia ediyorlar. Trump 20 Ocak’tan sonra Senato’da yargılanırsa, Demokratların onu mahkûm etmek için 67 oya ihtiyacı olacak. Nihayetinde son olaylar Trump’ın Senato tarafından mahkûm edilmesini daha mümkün kılıyor ancak bu ihtimal elbette ki mutlak değil.

ABD medyasını takip edenler, tartışmada ABD Anayasasındaki 25. Ek Madde'nin gündeme geldiğini fark etmiş olabilirler. Nedeni, önceki paragrafta açıkladığım şey. Senato’nun Trump’ı mahkûm etmesi hâlâ şüpheli olduğu için, Demokrat Parti ve aynı saftaki medya kuruluşları, Başkan Yardımcısı Mike Pence’e 25. Maddeyi devreye sokması için baskı yapmaya çalışıyor. Başlangıçta bir başkanın görevlerini yerine getirememesi durumunda yasal bir çıkış yolu olmak üzere tasarlanan bu değişiklik (Başkan John F. Kennedy suikastı, maddenin formülasyonuna ve kanunlaşmasına neden olan olaydı), başkan yardımcısının, Bakanlar Kurulu veya Kongre üyelerinin çoğunun onayıyla, Kongre’ye bir bildiri sunarak başkanlık vazifelerini deruhte etmesini mümkün kılıyor. Diğer bir deyişle Demokratlar, bu maddeyi, Trump’ı Beyaz Saray’dan olabildiğince hızlı bir şekilde uzaklaştırmanın diğer bir yolu olarak görüyorlar. Meclis’teki Demokrat Parti liderliği, Pence’in Anayasal eyleme geçmesi için resmî bir talebi geçirmeyi planlıyor, ancak gelen haberler Pence’in böyle bir harekete karşı olduğunu gösteriyor.

Bu olayların ABD toplumu üzerinde ne gibi bir etkisinin olacağı da belirsiz. Trump, son seçimde, 2016’ya kıyasla on milyon daha fazla oy aldı, bu da ABD toplumunun büyük bir kesiminin desteğinin arkasında olduğu anlamına geliyor. Washington DC’deki kargaşa Trump’ın popülaritesini pekiştirir mi yoksa zayıflatır mı henüz belli değil. Ancak olaylardan sonraki saatlerde yapılan anketler, Trump’ın eylemlerine yönelik Cumhuriyetçi desteğin aynı güçlü seviyede kaldığını ortaya koydu. Trump’ı görevini kötüye kullanmakla suçlamak, mahkûm etmek ve bundan sonra başka bir resmî görev almaktan men etmek, onu, ona oy veren 74 milyon kişi arasında pek çok kişinin nezdinde (yoksa çoğunluğunun nezdinde mi desek?) gadre uğramış bir kurban haline getirecektir; huzur kaçırıcı bir ihtimal bu.

Ciddi kargaşalar beklemiyor olsam da -ki meselâ “iç savaş” muhabbeti mevcut durumun histerik bir yanlış okuması gibi görünüyor- açıkçası ABD toplumu ve siyasi sistemi şu anda çok büyük zorluklardan geçiyor. Geçtiğimiz bütün bir yıl, ABD toplumunda ve kültüründe endemik olan ırkçılık sorunuyla bağlantılı kesintisiz sokak protestoları yaşandı. Ve Trump, Anadolu Ajansı (AA) için yakın bir zamanda kaleme aldığım analizde de izaha çalıştığım gibi, Amerikan toplumu ve siyasetinde on yıllardır gelişmekte olan eğilimlerin mevcut bir tezahüründen başka bir şey değildir. ABD toplumunun genel gidişatı rahatsız edici ve bu durum on yıllardır böyle.

Türkiye’den sempati gelmesi zor

6 Ocak’ı 7 Ocak’a bağlayan akşam ve gece Washington’da yaşanan olayların yeni gelişmelerle ilerlediği sırada ben de konuyla ilgili çıkan çeşitli haber ve makaleleri ve atılan Tweetleri tararken, aklım sürekli bu olayların dünya toplumları tarafından nasıl algılanacağı konusuna gidip durdu. Türkiye’de çıkan haberlerin genel karakterini belirleyen hal ise, özellikle son on yıllarda hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat yönetimlerin yetkilileri tarafından Türkiye’ye karşı alınan pek müessif tavırlara yönelen şekilde ya bir şok (“bu, Amerika’da mı oluyor!?”) ya da ABD’nin içine düştüğü duruma dair alınan keyif oldu.

Türk sosyal medyasında gördüğüm en keskin yorumlar ise, 6 Ocak Washington “darbe teşebbüsü” kışkırtıcılarının kanunun izin verdiği son hadde kadar yargılanacağını taahhüt eden ABD’li yetkililere yönelik sözler oldu. Türk gözlemciler, ABD’nin son dört yıldır Türkiye’deki 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin faillerini koruduğunu ve Fethullah Gülen veya ABD’nin çeşitli yerlerinde sinmiş bir şekilde yaşayan diğer birçok FETÖ üyesi aleyhine iade işlemlerine yönelik en ufak bir adımı dahi atmayı reddettiğini hemen not etmişlerdi zaten.

New York Times (NYT) Yayın Kurulu Perşembe sabahının (7 Ocak) erken saatlerinde, [yaşananların] “takipçilerini şiddete teşvik eden” Trump için “sonuçları olması gerektiği” çağrısında bulunan bir yorum yazısı yayımladı. Türkiye'de, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski başkanı Selahattin Demirtaş, Ekim 2014’te [Trump’ın yaptığının] tam olarak aynısını yaptı ve ortaya çıkan planlı katliamda 50’den fazla kişi hayatını kaybetti. Ancak NYT ve diğer Amerikalı ve Avrupalı gözlemciler Demirtaş’ı bir tür “demokrasi kahramanı” olarak görüyor ve sürekli hapisten çıkarılması yönünde çağrılarda bulunuyorlar.

Twitter, Facebook ve diğer sosyal medya ağlarının Trump’ın sosyal medya hesaplarını bloke etmesi, Trump’ın “doğru olmayan ve kışkırtıcı mesaj silsilesine” atıfta bulunularak haklı gösteriliyor. Ama Türkiye gibi yabancı bir devletin mahkemeleri aynı nedenle sosyal medya hesaplarını bloke ettiğinde, o devlet ve/veya hükümet, “demokratik normları ihlal ettiği” gerekçesiyle, hemen her seferinde başını NYT’nin çektiği bir şekilde, uluslararası eleştiri bombardımanına tutulur. Amerikalılar, Trump’ın sosyal medya hesaplarının engellendiği ve destekçilerinin kullandığı (Parler gibi) ağların bizzat platformun tedarikçisi olan teknoloji şirketleri tarafından tehdit edildiği bu tablonun dünyanın çoğu tarafından nasıl algılandığını çok net bir şekilde anlamalıdır: Bu, aynı şirketlerin aynı şeyleri, ABD’yi rahatsız eden dünyadaki herhangi bir politikacıya, hatta devlet başkanına bile yapabileceğine dair bir ikazdır.

Bu tür eylemlere tastamam göz yuman analizler de çoktan yayınlanmaya başladı

Dahası, Türk insanı artık veri konusunun çağımızın en hayati sorunlarından biri olduğunun tam olarak idraki içinde. Bu nedenle Twitter, WhatsApp vb. sosyal medya platformlarının yerli ikameleri olmak ve Türkiye’nin verilerini Türkiye’nin kontrolü altında tutmak üzere tasarlanan uygulamalara geçiş tüm hızıyla devam ediyor. Türkiye, verileri başkasının tasarrufu altında olduğunda neler olabildiğini çok acı bir yoldan öğrendi.

Yukarıdaki örnekler, Trump’ın taraftarları Kongre binasını basarken, Türk sosyal medyasının Amerikan çifte standartlarına yönelttiği keskin ve alay dolu aşağılamanın nedenlerinden sadece birkaçını teşkil ediyor. Amerika’nın içinde bulunduğu kötü duruma sempati duyulduğunu görmek, bilinçsiz ve yanlış yönlendirilmiş Amerikan dış politikaları nedeniyle çok fazla şiddet ve travma yaşamış Türkiye gibi bir toplumda zor. Twitter, ABD Başkanı’nın hesabını yasaklarken ve fakat aynı zamanda üst düzey bir PKK teröristinin hesabına inatla kayıtsız kalırken (hatta bu hesabın “mavi onay rozet”i bile var; yani Twitter bu hesabı doğrulamış ve “dikkate değer” olarak kabul etmiş), Türkiye’de kimse, Twitter müdafilerinin piyasaya sürdüğü çeşitli meşrulaştırma hikâyelerine ikna olacak değildir.

Hayaletler

“Aniden müdürün delikanlı uşağı küstah siyah kafasını kapı aralığından uzattı ve iğneli bir aşağılama tonuyla şöyle dedi: ‘Bay Kurtz; ölmüş’.”

 Joseph Conrad, “Heart of Darkness”

Türkiye’nin de ötesinde, aklım, ABD’nin gücünü kötüye kullanmasının ve Amerikan cehaletinin yerel toplumların ve seçilmiş liderlerinin demokratik özlemlerini yok etmeye çalıştığı veya yok etmeyi başardığı ve üzerlerinde yıkıcı, uzun vadeli sonuçlarının olduğu başka isimlere ve yerlere de gitti... Muhammed Musaddık’a. Salvador Allende’ye. Patrice Lumumba’ya. Ve hatta Hugo Chavez’e gitti aklım.

Hepsi kendi vatandaşları tarafından seçilen ve ABD’nin kendi ülkelerinin siyasetine müdahalesiyle iktidardan uzaklaştırılan bu kişiler (Chavez kendisine karşı gerçekleştirilen darbe girişim(ler)ini akim bırakmış olsa da) şayet bugün hayatta olsalardı, bu yaşananlar karşısında ne düşünürlerdi diye merak ettim. Aralarında herhangi birinin gördükleri karşısında keyifleneceğini tahayyül edemiyorum. Bunun yerine bana öyle geliyor ki, bütün bu liderler hayatta olsaydı, diğer kültürlere dair cehaletiyle ve korkuyla körleşmiş olan ve insan iyiliğini ve hayrını merkeze almayan çıkarları ve kendini beğenmiş tavrıyla kendini “demokrasi” üstünden haklı çıkaran ABD’nin potansiyelini ve ideallerini bu denli bir kolaylık ve süratle bir kenara itebildiği gerçeğine parmak basarlardı.

Geçen hafta, Amerikan medyası, uluslararası, özellikle de Avrupalı gözlemciler tarafından -halden anlar bir şekilde- dile getirilen çeşitli şok ve dehşet ifadelerini yerli okurlarına büyük bir maharetle aktardı. Bununla birlikte, gerçek şu ki, dünyanın büyük bir kısmı, yaşananları, Conrad’ın romanındaki müdürün delikanlı uşağının “iğneleyici aşağılaması”yla, hatta kayıtsız bir şekilde seyrediyor. Birçok ülke, ABD dış politikasının vahşet ve şiddetine maruz kaldı; tekmil toplumlar ABD’yi demokratik idealleriyle değil; vatandaşlarına atılan bombalar ve iç siyasal sistemlerine yönelik -sıklıkla şiddet içeren- manipülasyonlarıyla tanıyor. Amerikan emperyal davranışını doğrudan deneyimlemiş olanların bu yaşananlara yönelik bir şefkat hissetmesi zor.

Neticede, yirmi yıldan fazla bir süredir Türkiye’de yaşayan bir Amerikan vatandaşı olarak ümidim o ki, ABD’deki güncel hadiseler ABD siyasetine yön verenlerin yabancı ülkelere yaklaşımlarında daha ihtiyatlı davranmalarına neden olur. ABD toplumunun önceki günlerde tanık olduğumuz noktaya nasıl geldiğini açıklamak zor olsa da yabancı toplumların sosyo-politik dinamiklerini anlamanın daha da zor olduğunu anlamalılar. Ne var ki Joe Biden, Antony Blinken ve Jake Sullivan’ın kampanya sırasında dış politika hedeflerini beyan ederken sarf ettikleri gönül okşayan basmakalıp sözlere rağmen, yeni yönetimle birlikte ABD dış politikasında kayda değer bir değişikliğin yaşanabileceğine dair pek bir umudum yok.

Bu nedenle, Joe Biden bir yığın Obama dönemi yetkilisini dış politika pozisyonlarına atadığında ve özellikle de Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika konusundaki öncüsü olarak tutup da Brett McGurk’ü seçtiğinde aklıma gelen sözler, Kurtz’un son sözleri: “Dehşet. Dehşet.”

[1999 yılından bu yana İstanbul’da yaşayan Adam McConnel, tarih alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini de almış olduğu Sabancı Üniversitesi’nde Türk tarihi dersleri vermektedir. 20. yüzyıl Türk tarihi, Türk-Amerikan ilişkileri ve 19 ve 20. yüzyıl dünya tarihi özel olarak odaklandığı araştırma alanlarıdır]

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.