Suudi balistik füze programı: Körfez'de ABD-Çin rekabeti

Suudi balistik füze programı: Körfez'de ABD-Çin rekabeti
Suudi rejimine yönelik bir dizi tehdit karşısında ABD'nin gönülsüz davranması Suudileri, savunma konusunda alternatif arayışlarına mecbur bırakıyor.
İstanbul

Dr. Necmettin Acar, Suudi Arabistan’ın Çin’in desteği ile balistik füze geliştirmesi üzerine ABD ve Çin’in Körfez politikalarını AA Analiz Masasına değerlendirdi.

***

ABD istihbarat teşkilatları, geçen hafta Suudi Arabistan’ın Çin’in desteğiyle balistik füze geliştirdiğini ortaya koyan bilgiler paylaştı.[1] Bu haberlerden kısa süre sonra İran’ın balistik füzeleri de kullandığı “Büyük Peygamber 17” isimli tatbikatı başlatmışolması[2] Körfez'i yeniden uluslararası gündemin ön sıralarına çıkardı.

Her iki ülkenin de balistik füze programı geliştirirken Çin’den yardım alması, ABD’nin son dönemde Çin’i çevreleme politikası açısından ciddi sorun teşkil ediyor. Bugüne kadar bölgedeki müttefiklerinin stratejik alanlarda Çin’le iş birliği geliştirmesine sert tepki gösteren ABD yönetiminin, Suudilerin bu hamlesi karşısındaki tavrı merak ediliyor. Esasen mevcut durumun, ABD dış politikasının öngörülemez oluşu ve Çin’in Körfez’deki hayati çıkarlarını takip etme konusundaki kararlılığından kaynaklandığını söyleyebiliriz.

ABD’nin Körfez'deki güvenlik garantörlüğünden sıyrılmasıyla oluşan güç boşluğu Çin için bulunmaz bir fırsat ortaya çıkardı.

Suudilerin alternatif güvenlik arayışları

Nükleer faaliyetlerin engellenmesi konusunda ABD’nin etiksiz kalması ve Şanhgay İşbirliği Örgütüne (ŞİÖ) tam üye kabul edilmesiyle İran, Çin gibi güçlü bir hamiye kavuştu. Bu da Körfez’deki İran-Suudi rekabetinde Suudilerin aleyhine olan güç asimetrisinin iyice açılmasıyla sonuçlandı. Suudi rejimine yönelik İran kaynaklı tehditlere cevap verilmesi konusunda ABD’nin gönülsüz davranması, Yemen savaşında Suudilerin tek başına bırakılması ve eylül ayında ABD hava savunma sistemlerinin Riyad’ın güneyinden çekilmesi[3], Suudileri savunma konusunda alternatif arayışlarına mecbur bırakıyor.

1988 yılında Çin’den ithal edilen Dongfeng-3 balistikfüzelerini[4] saymazsak kurulduğu 1932’den bugüne tüm silah alımlarını büyük bir sadakatle başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinden sağlayan Suudiler, savuma alanında Batı'ya olan bağımlılığı sorgulamaya başladılar.

Suudilerin bu süreçte savunma ve silah sanayiinde ABD’nin en büyük rakibi Çin’e yönelmesi, önemli mesajlar barındırıyor. Geçmişte Sovyetler'i çevrelemek, enerji güvenliğini sağlamak ve İsrail’in güvenliğini desteklemek maksadıyla Orta Doğu bölgesini öncelikli dış politika gündemi olarak gören ABD’nin, bu politikasında önemli bir değişim yaşanıyor. 2010 yılı başlarına kadar ABD, Körfez ülkelerinin siyasi istikrarının ve toprak bütünlüğünün en önemli garantörü iken bu tarihten itibaren bölgedeki garantörlük rolünden sıyrılmaya başlamıştır.

Kaya gazı devrimiyle bölgedeki enerji kaynaklarına bağımlılığı kalmayan, “Asya Pivot” stratejisi ile Çin’i sınırlamayı öncelikli dış politika hedefi kabul eden ABD’nin bu yönelimiyle Körfez bölgesi, önceliğini kaybetmeye başladı. Halbuki Eisenhover (1957), Nixon (1969) ve Carter (1980) doktrinleriyle ABD, Körfez bölgesini ABD’nin hayati çıkar alanı ilan etmişti ve bu bölgede ABD çıkarlarına yönelik meydan okumalara yönelik her türlü vasıtayı kullanarak cevap verileceğini deklare etmişti. ABD’nin Körfez ülkelerindeki rejimlerin güvenlik garantörlüğü misyonunun aşınması ve bölgedeki müttefiklerini kendi kendilerini savunmaya zorlaması, Suudilerin farklı arayışlara girmelerinin en önemli sebebi.

Ekonomisi hızla büyüyen Çin'in enerji güvenliği ve ticaret açısından Körfez bölgesi vazgeçilmez önemde.

Çin’in Körfez’e sokulma politikası

ABD’nin bölgedeki güvenlik garantörlüğü rolünden sıyrılmasıyla bölge genlinde oluşan güç boşluğu uzun yıllardır küresel siyaset sahnesinde kendisine yer arayan Çin açısından bulunmaz bir fırsat ortaya çıkardı. Çin; enerji güvenliği, ticaret ve yatırım, ABD’nin Güney Çin Denizi’ndeki askeri faaliyetlerine cevap vermek ve Uygur meselesinde bölgesel ittifaklar üretmek şeklinde bir stratejiye yöneldiği söylenebilir.

Hızla büyüyen ekonomisine bağlı olarak enerji ihtiyacı artan Çin için enerji güvenliği açısından Körfez bölgesi, vazgeçilmez önemde. Küresel petrol ve doğal gaz rezervlerinin 2/3’ünü barındıran ve coğrafi olarak da Çin’e oldukça yakın bir konumda bulunan Körfez bölgesi, bugün Çin petrol ithalatının yüzde 55’ini tek başına karşılıyor. Temiz enerji tüketimi konusundaki hassasiyete bağlı olarak doğal gaz talebi de gittikçe artıyor. 2021 yılında günlük 15 milyon varil petrol tüketen Çin’in yakın gelecekte bu tüketiminin 20 milyon varile ulaşacağı ve artan bu talebin Körfez dışında bir başka alandan karşılanmasının neredeyse imkansız olması, Körfez bölgesini Çin dış patikası açısından son derece önemli kılıyor.

Körfez’i, Çin açısından önemli kılan başka bir unsur da yatırım ve ticaret açısından bölgenin sunduğu benzersiz ekonomik ve jeopolitik avantajlar. 2013 yılında ilan edilen “Kuşak ve Yol İnisiyatifi”nin başarısı açısından Körfez bölgesi vazgeçilmez önemde. Ayrıca zengin petrol rezervlerine sahip olan ve sahip oldukları devasa fonları da kullanarak önemli altyapı projelerine yönelen Körfez ülkeleri, yatırım ve ticareti en önemli dış politika gündemi kabul eden Çin açısından önemli avantajlar sunuyor.

Üçüncü olarak geçen aylarda İngiltere-Avustralya-ABD arasında nükleer denizaltıları da içeren ve Çin’in Güney Çin Denizi’nde sınırlanmasını hedef alan AUKUS paktıyla çevrelenmeye çalışılan Çin, Körfez ülkeleriyle yakın ilişkiler kurmak suretiyle bu kuşatmayı da aşmak istiyor. Özellikle ABD’nin tanımladığı bölgesel statükoya meydan okuma kabiliyet ve motivasyonuna sahip yegane aktör İran’la yapılan iş birliği, Çin’in bu kuşatmayı aşması açasından son derece önemli.

Son olarak Çin kendisini iç ve dış politikada zor durumda bırakan Uygur meselesiyle ortaya çıkan sorunları, Körfez bölgesinde İslam dünyasına liderlik iddiasında bulunan iki ülke (İran-Suudi Arabistan) ile ittifak yaparak aşmaya çalışıyor. Çin açısında Uygur meselesinin, tıpkı 1980’li yıllarda Afganistan’da olduğu gibi küresel bir cihada dönüşme ihtimali en önemli iç tehdit. Çin, İran ve Suudi Arabistan ile geliştirdiği yakın ilişkiler sayesinde, Batı’da son dönemde ön plana çıkarılan Uygur meselesi ile ilgili kendi tezlerine yönelik İslam dünyasının iki önemli ülkesinden destek almayı planlıyor.

Suudi Arabistan'ın balistik füze programı geliştirirken Çin’e yönelmesi ABD’nin Çin’i çevreleme politikası açısından sorun teşkil edecektir.

Körfez’de ABD-Çin jeopolitik rekabeti

İçinde bulunduğumuz dönemde küresel siyaset ABD ile Çin arasında yoğun bir jeopolitik rekabete sahne oluyor. Bu rekabette Körfez, jeopolitik konumu, ideolojik avantajları ve zengin enerji kaynakları sayesinde oldukça önemli bir bölge olarak öne çıkıyor. ABD yönetimi uzun yıllar bölgedeki müttefiklerinin Çin’le ileri teknoloji ve savunma sanayisi alanlarında iş birliği yapmasına şiddetle karşıçıkmıştı.[5] Ancak gelinen nokta itibarıyla ABD’nin dış politikasının öngörülemezliği, tehdit algısı yükselen ABD müttefiki ülkeleri alternatif arayışlarına mecbur bırakıyor. Çin’in uzun süredir İran füze programını desteklediği bilinirken bugün Suudilerin de İran gibi savunma sanayii alanında Çin’e yönelmeye mecbur kalması, ABD’nin Körfez bölgesindeki hegemonyasının geleceği açasından önemli riskler ortaya çıkardı. Son dönemde Körfez bölgesinden çekilme emareleri sergileyen ABD’nin bıraktığı güç boşluğunu doldurma konusunda Çin’in hevesli olması, yakın gelecekte bölge siyasetinde önemli dönüşümler yaşanacağına işaret ediyor.

***

[Dr. Öğr. Üyesi Necmettin Acar, Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanıdır]

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.