Semerkant’tan New York’a diplomatik etkinliğin yansımaları
İstanbul
Cumhurbaşkanlığı makamına 2018 yılında seçildiğinden beri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sistem değişikliğinin de doğal bir sonucu olarak oluşan yetki ve hareket alanını kullanarak hareketli, etkin ve oldukça verimli bir liderlik diplomasisi performansı sergiliyor.
Bir yandan diplomasi ve güvenlik kurumlarının da eş güdüm halinde çalışması, dış politikanın entegre şekilde yürütülmesi ve somut çıktıların üretilmesine zemin hazırladı.
Mevcut dünya şartlarında Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve sosyal olarak Batı dünyasının kendisine biçtiği alana sığmadığını hatırlatmakta yarar var.
Bunun son örneğini Erdoğan’ın Semerkant’taki Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi'ne katıldıktan sonra BM Genel Kurul Toplantısı için gittiği New York ziyaretinde gözlemlemek mümkün. Her iki ziyaretin kapsamı, içeriği ve amacı birbirinden farklı olmasına rağmen medyaya yansıyan görüntülerden rahatlıkla anlaşılacağı üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan kısa süre içinde gerçekleşen bu diplomasi trafiğini yönetmekte zorlanmadı.
Türkiye’nin ideolojik ön yargılarla ŞİÖ’ye hapsedilmesi ne kadar yanlış ve gereksiz ise ne olursa olsun Batı’nın çeperinden ayrılmaması gerektiği yönündeki anlayış da o kadar yanlış.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi ve ardından Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu için gittiği New York’taki diplomatik performansı uluslararası medya ve Türk kamuoyunda farklı düzlemlerde ve yaklaşımlarla tartışılmaya devam ediyor. ŞİÖ zirvesine katılım ve üyelik hedefini dile getirmesi ile liderlerle gerçekleşen sohbetlerden medyaya yansıyanlar ve New York’taki Central Park gezintisi, bu tartışmanın ana konusu. Aslında uluslararası siyasetin düzlemini, Türkiye’nin bu düzlemdeki hedef ve iddialarını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güven verici tutumu ile sahiciliğinden neşet eden diplomatik performansını takip edenler için bu sürecin doğal olduğunu ifade etmekte yarar var. Bu anlamda Türkiye’deki sistem değişiminin de dış politika yönetiminde yeni alanlar açtığı vurgulanabilir. Genel anlamıyla Türkiye’nin dış politikasının, daha öznel anlamda ise yukardaki tablonun, bu unsurların harmonisinden oluştuğunu ifade etmek mümkün.
ŞİÖ Zirvesi'ne katıldığı için birçok suçlama ve hatta ekonomik yaptırım gibi tehditlerle karşılaşan bir liderin ertesi gün hiçbir komplekse kapılmadan New York'ta sıradan insanlarla muhatap olması, diyalog kurması, Ukrayna krizinden uluslararası adaletsizliğe kadar çok geniş yelpazede muhatapları ile sohbet etmesi kolay değil.
Çıkar eksenli uluslararası siyasette Türkiye
Bu unsurları açmakta yarar var; uluslararası siyasetin çıkar eksenli ve gerçekçi bir düzlemde seyrettiği artık herkes için genel geçer bir kabul halini aldı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve bu süreçte yaşananlar bu gerçeğin dışavurumundan başka bir şey değil. Hal bu iken, Türkiye’nin küresel şartları dikkate alarak dış politikasını çeşitlendirmesinde garipsenecek bir durum olmasa gerek. Türkiye’nin ŞİÖ’ye üyelik hedefini dile getirmesi elbette ki önemli ve görünen o ki kurumsal düzeyde ŞİÖ ve üyeleri ile iş birliğini geliştirmesi artık daha olası.
ŞİÖ Zirvesi'ne katıldığı için Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan hatta ekonomik yaptırımlarla tehdit eden Batılı siyasi aktörler ile bu söyleme katılarak Erdoğan’ın diplomatik performansını hafifseyen içerideki çevrelerin tutarsızlığı anlamlı bir tavra tekabül etmiyor. Nitekim bu ülkelerin, kendi çıkarları gerektirdiğinde Şanghay üyesi olsun ya da olmasın otoriter yönetimlerle nasıl da iş birliği yaptıklarını hepimiz biliyoruz. Bunun yanı sıra dış politikanın yalnızca birbiri ile siyasal benzerlik taşıyan ülkeler arasında gerçekleşmesinin mümkün olmadığı gerçeğini ve mevcut dünya şartlarında Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve sosyal olarak Batı dünyasının kendisine biçtiği alana sığmadığını hatırlatmakta yarar var. Bu açıdan Türkiye’nin ideolojik ön yargılarla ŞİÖ’ye hapsedilmesi ne kadar yanlış ve gereksiz ise ne olursa olsun Batı’nın çeperinden ayrılmaması gerektiği yönündeki anlayış da o kadar yanlış.
Türkiye, uluslararası siyasetin mevcut zemin ve şartlarını göz önünde tutarak küresel düzeyde etkin bir aktör olma iddiasına sahip bir ülke. Bu amaçla ilişkilerini çeşitlendirirken, diplomasinin de farklı imkanlarını kullanmaktan imtina etmiyor. ŞİÖ sahip olduğu ikilem ve ihtilaflara rağmen kendi içindeki iş birliği alanlarını artırmaya çalışırken aynı zamanda genişleme politikası izleyerek küresel düzeyde etkin bir yapıya kavuşmayı amaçlıyor. Bu hedefine ne kadar yakın olduğu sorusunu şimdilik bir kenara bırakarak Türkiye’nin bu zirveye Cumhurbaşkanlığı düzeyindeki katılımını değerlendirelim.
Pekin’de 2012'de düzenlenen ŞİÖ Devlet Başkanları Zirvesi’nde oy birliğiyle Diyalog Ortaklığı’na kabul edilmesiyle birlikte Türkiye ŞİÖ içinde resmi bir statü elde etmiş oldu. Geçen hafta gerçekleşen zirveye Putin’in davetiyle katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan ikili diplomatik görüşmeler, zirve müzakereleri ve liderlerle gerçekleşen sohbetlerde Diyalog Ortağı Üyelik statüsünü aşan bir performans sergiledi. Zirve marjında Çin, Rusya, Azerbaycan, Hindistan, Pakistan ve Moğolistan liderleriyle ikili görüşmeler gerçekleştirdi. Liderlerle gerçekleşen sohbetten medyaya yansıyan fotoğraflar da diplomasinin soğuk ikliminin dışındaki ortamların nasıl değerlendirildiğini gözler önüne serdi.
Kamu diplomasisinin imkanları
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Semerkant’tan New York’a uzanan diplomasi yolculuğu esnasında gerek klasik diplomasi gerekse kamu diplomasisinin yöntemlerini birlikte ve etkili şekilde kullandığını ifade etmek mümkün. Erdoğan’ın gerek destekçileri gerek karşıtlarında bu kadar etki bırakmasının sebebi ise sahip olduğu sahicilik. İster klasik diplomasi görüşmelerinde ister sıradan insanlarla diyaloglarında bu sahiciliği görmezden gelerek yapılan analizler eksik kalacaktır.
Nitekim New York’ta da benzer görüntülere şahit olacağız. Central Park'taki gezinti esnasında sıradan insanlarla rahatça diyalog kuran Erdoğan bugün BM kürsüsünden en zorlu ve sancılı küresel sorunları konuşacak. ŞİÖ atmosferindeki klasik diplomasinin soğuk iklimi sırasında samimi bir sohbet atmosferi oluşturmanın da Central Park’taki sırdan insanlarla diyalog sonrası BM Genel Kürsüsünde küresel sorunlara adilane çözümler üretme çağrısı yapmanın da arkasında da bu sahicilik yatıyor.
ŞİÖ Zirvesi'ne katıldığı için birçok suçlama ve hatta ekonomik yaptırım gibi tehditlerle karşılaşan bir liderin ertesi gün hiçbir komplekse kapılmadan New York’ta sıradan insanlarla muhatap olması, diyalog kurması, Ukrayna krizinden uluslararası adaletsizliğe kadar çok geniş bir yelpazede muhatapları ile sohbet etmesi kolay değil. Bunun kolay olmadığını anlamak için Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un son Cezayir ziyaretinde resmi düzeyde gerçekleşen görüşmelerinin çetin atmosferi ile sokaklarda karşılaştığı direnç ve protestoları hatırlamak yeterli olacaktır.
[Doç. Dr. Veysel Kurt, Medeniyet Üniversitesi]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.