RCEP ve sonrası: Asya-Pasifik’te bölgesel entegrasyon ABD’siz ilerlerken

RCEP ve sonrası: Asya-Pasifik’te bölgesel entegrasyon ABD’siz ilerlerken
RCEP anlaşmasıyla kurulan serbest ticaret rejimi kapsamlı bir içerikle aktif hale geldiği anda dünya nüfusu ve üretim hacminin yaklaşık yüzde 30’unun bulunduğu muazzam bir ekonomik alan oluşturmuş olacak.

İstanbul

Donald Trump yönetiminin çok-taraflı küresel yönetişim ve uluslararası ticarette liberalleşme eğilimleri üzerinde oluşturduğu baskılara rağmen geniş-kapsamlı bölgesel ekonomik bütünleşme girişimlerinin halen devam etmesi önemli. Bu bağlamda bölgeselleşme süreçleri birçok ülkede yükselen yeni-korumacılık ve ekonomik milliyetçilik eğilimleri ışığında cazibesini kaybederken, yeni serbest ticaret anlaşmaları (STA) üzerinden ilerleyen girişimlerin daha çok Asya-Pasifik çevresinde odaklanması asla tesadüfi değil.

Eğer uluslararası ticaret ağlarının önündeki engeller doğru siyasi koşullar altında kademeli olarak azaltılabilirse, Doğu Asya’nın ekonomik dinamizminin ve küresel sistemdeki etkinliğinin ciddi biçimde yükseleceğini öngörmek zor değil.

Trump yönetimi altında ABD’nin dış ekonomik politikası ağırlıklı olarak Çin’e karşı başlatılan ticaret savaşlarına ve yeni-korumacılık gündemine odaklanırken, dünya ekonomisinde ticari liberalleşme girişimleri ana destekçisini ve sponsorunu kaybetmiş oldu. “İsteksiz bir küresel egemen” tavrı takınan ABD’nin uluslararası sistemde çok-taraflı yönetişim platformlarından maliyet endişelerini öne sürerek geri çekilmesi net küresel irade gerektiren diğer birçok alanda olduğu gibi bölgesel ticari entegrasyon projeleri için de siyasi bir boşluk oluşturdu. Trump yönetiminin cezalandırıcı ticaret politikalarını açıktan uygulaması, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nın (NAFTA) koşullarının üye ülkeler arasında yeniden müzakere edildiği; Brezilya’nın benzer eğilimleri nedeniyle Ekvador, Kolombiya, Meksika, Peru ve Güney Amerika Ortak Pazarı’nın (MERCOSUR) etkinliğini yitirdiği; Avrupa’da Brexit sürecinin neden olduğu sarsıntılar nedeniyle Avrupa Birliği’nin (AB) bütünlüğünü korumakta zorlandığı ortamı besledi.

Asya-Pasifik'teki bölgeselleşme girişimleri

Tasvir ettiğimiz olumsuz koşullar dikkate alındığında dünya ekonomisinin büyüme motoru haline gelen Asya-Pasifik bölgesinin çok-taraflı serbest ticaret anlaşmaları üzerinden bölgeselleşme girişimlerinin merkez üssü haline gelmiş olması, daha da büyük önem kazanıyor. Asya-Pasifik, neredeyse son on beş yıldır iddialı bölgesel projelerin birbiri ardına başlatıldığı ve yoğun çok-taraflı diplomatik müzakerelerle ilerletildiği dinamik bir görüntü sergilemeye devam ediyor. Bu dinamizmin ortaya konabilmesinde dünya ekonomisinin sadece üretimde değil; tasarımdan finansa, ileri teknoloji altyapısından araştırma-geliştirme ağlarına kadar birçok alanda ağırlık merkezinin Doğu Asya’ya doğru kaymış olması da elbette kritik önemde.

Doğu Asya yakın gelecekte hem dünya ekonomisinin büyüme motoru hem de serbest ticaret anlaşmaları üzerinden ilerleyen kurallı ticaret genişlemesinin merkezi olmaya aday.

 

Bu bağlamda Obama döneminde gündeme gelen Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP), Pasifik okyanusunun her iki tarafında yer alan Japonya, Malezya, Yeni Zelanda, Singapur, Vietnam, Avustralya, Brunei, Kanada, Şili, Meksika, Peru ve ABD’yi bir araya getiren iddialı bir serbest ticaret alanı girişimiydi. Bu girişim, başta Çin olmak üzere, Güney Kore ve Güneydoğu Asya Ülkeler Birliği (ASEAN) ülkelerini de içeren Doğu Asya’nın önemli bölgesel aktörlerini devre dışı bırakıyor olması dolayısıyla ciddi biçimde eleştirildi. Ancak Obama yönetiminin Asya-Pasifik bölgesinde ABD’nin stratejik etkinliğini artırabilmek için kendi kontrolü altında bir serbest ticaret rejimi kurulmasını savunması, en azından uluslararası sistemde liberal entegrasyonu halen desteklediklerini gösteriyordu. Ancak Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle birlikte gündeme gelen yeni-korumacılık dalgası, Çin’in bölgesel etkinliğini aktif ticari diplomasi üzerinden kırma yaklaşımını geçersiz kıldı ve ABD bu anlaşmadan çekilerek önemli bir “yumuşak güç” unsurunu yitirmiş oldu.

Ancak, TPP girişimi Trump yönetiminin yeni-korumacı söylemlerine ve küresel sistemdeki olumsuz ekonomik şartlara rağmen diğer üyelerin sabırlı diplomatik çabalarıyla devam ettirilip Kapsamlı ve İlerlemeli Trans-Pasifik Ortaklığı (CPTPP) anlaşması ile sonuca ulaştı. 2018 sonunda yürürlüğe giren CPTPP anlaşması, TPP projesinde gümrük vergilerinin ve vergi-dışı ticaret engellerinin azaltılması için önerilen maddelerle birlikte yatırımcı-devlet anlaşmazlıklarını çözmek için bir Tahkim mekanizması içeriyor. CPTPP anlaşması, Donald Trump’ın başkanlığı döneminde dünyada imzalanan tek çok-taraflı ve geniş kapsamlı serbest ticaret anlaşması olması bakımından Asya-Pasifik bölgesindeki gelişmelerin ABD inisiyatifi dışında ilerlediğini ortaya koyan kritik bir örnek oldu.

ABD’nin bölgeye yönelik siyasi ve ekonomik stratejileri arasında oluşturmak durumunda olduğu yeni denge, küresel sistemdeki etkinliğinin geleceği açısından kritik sonuçlar doğurabilir.

Bu arka plan ışığında seçilmiş Başkan Joe Biden Beyaz Saray’da Ocak ayında yapılacak devir-teslimle göreve başlamaya hazırlanırken, Asya-Pasifik’ten ikinci ve bu defa çok daha kapsamlı bir çok-taraflı serbest ticaret anlaşmasına dair haberler küresel kamuoyuna yansıdı. 15 Kasım’da bir araya gelen 15 Asya-Pasifik ülkesinin üst-düzey temsilcileri, Asya Kapsamlı Bölgesel Ekonomik Ortaklık (RCEP) anlaşmasına imza koyarak yeni bir süreç başlattılar. Bu ülkeler arasında Kuzeydoğu Asya’nın üç başat oyuncusu (Çin, Japonya, Güney Kore); bölgenin Anglo-Sakson aktörleri (Avustralya, Yeni Zelanda); ve güneydoğu Asya’daki ASEAN üyeleri (Malezya, Endonezya, Tayland, Singapur, Vietnam, Kamboçya, Myanmar, Laos, Filipinler, Brunei) yer aldı. CPTPP anlaşmasıyla kıyaslandığında bazı Kuzey ve Güney Amerika ülkelerini dışarıda bırakan RCEP anlaşması, dünya ekonomisinin en dinamik bölgesi olan Doğu Asya’daki tüm başat ülkeleri kapsaması nedeniyle tarihte oluşan en büyük serbest ticaret alanını ortaya çıkarmaya namzet. RCEP üyelerine bakıldığında ekonomik gücü ve bölgesel ağırlığı açısından en dikkat çekici eksiklik, Narendra Modi yönetiminde yeni-korumacılık ve ekonomik milliyetçilik ekseninde kaybolan tıpkı ABD gibi çok-taraflı işbirliği projelerinden çekilmeyi tercih eden Hindistan olarak göze çarpıyor. Ancak Asya’daki jeopolitik etkinlik rekabeti içinde geride kalmak istemeyen Modi yönetiminin önümüzdeki dönemde RCEP projesi somut olarak uygulama alanına geçtikçe, katılım yönünde istek göstermesi şaşırtıcı olmayacak.

Doğu Asya'da ekonomik dinamizm artacak

Batı medyasında RCEP anlaşması Çin liderliğindeki bir bölgesel ekonomik bütünleşme projesi olarak yansıtılmak istense de anlaşmanın sonuçlandırılmasına giden yolda ASEAN grubu tarafından oynanan “orta-ölçekli güç diplomasisi” takdir edilmeli. Zira dinamik Doğu Asya’da bir serbest ticaret anlaşmaları rejimi kurulmasının önemi uzun zamandır tüm bölgesel aktörler tarafından kabul edilmekle birlikte Çin ve Japonya’ya karşı beslenen jeopolitik endişeler bu ülkelerin liderlik ettikleri girişimlerin ilerlemesini engelledi. Bu konuda yaşanan “politika girişimciliği” sorunu, 2012’de ASEAN liderliğinde başlatılan serbest ticaret anlaşması taslağının Doğu Asya ülkeleriyle birlikte Avustralya, Yeni Zelanda ve Hindistan’ı içerecek şekilde genişletilmesiyle çözüldü. Hindistan, Modi yönetimiyle birlikte liberal uluslararası ticaret ajandasını terk edip RCEP üyeliğinden çıksa da müzakere sürecinde ASEAN grubunun izlediği esnek, karşılıklı uzlaşıya dayalı ve pragmatik diplomasi anlaşmanın başarıyla sonuçlandırılmasına zemin hazırladı.

RCEP anlaşmasıyla kurulan serbest ticaret rejimi kapsamlı bir içerikle aktif hale geldiği anda dünya nüfusu ve üretim hacminin yaklaşık yüzde 30’unun yapıldığı muazzam bir ekonomik alan oluşturmuş olacak. Dolayısıyla eğer uluslararası ticaret ağlarının önündeki engeller doğru siyasi koşullar altında kademeli olarak azaltılabilirse, Doğu Asya’nın ekonomik dinamizminin ve küresel sistemdeki etkinliğinin ciddi biçimde yükseleceğini öngörmek zor değil. Geliştirilmiş bir uluslararası ticaret rejiminin Kuzey ve Güneydoğu Asya ülkeleri arasındaki ekonomik bağları güçlendireceği; imalat sanayi, ileri teknoloji, doğal kaynaklar ve insan gücü kaynaklarını daha etkin kullanmalarını sağlayacağı; bölgesel tedarik zincirlerini güçlendireceği öngörülebilir. RCEP anlaşmasının Güneydoğu Asya’daki gelişmekte olan ülkeler için yapısal dönüşümü hızlandırıp Çin’in Kuşak-Yol Projesi (BRI) bağlamında sağlanan fonlara erişimlerini kolaylaştıracağı da açık. Ulaşım, iletişim, enerji ve tedarik hatlarındaki gelişmeler kamu ihaleleri, işgücü ve çevre regülasyonlarına uzanan düzenlemelerle desteklenerek önümüzdeki yıllarda ortaya önemli verimlilik avantajları çıkarabilir. Doğu Asya’daki mevcut ekonomik dinamizmi daha da yüksek seviyelere taşıyan böyle bir gelişme, dünya ekonomisinde ABD-Çin ticaret savaşlarından kaynaklanan büyüme kayıplarının bir kısmının telafi edilmesini sağlayabilir.

Ayrıca Kuzeydoğu Asya’nın ağır topları Çin, Japonya ve Güney Kore arasında uzun süredir sürüncemede kalan serbest ticaret anlaşması görüşmeleri de RCEP’in sağladığı bölgesel entegrasyon ivmesi ışığında canlandırılıp kısa süre içinde daha derinlikli ticari entegrasyon dalgalarını tetikleyebilir. Son günlerde gerek Çin lideri Şi Cinping’den gerekse Japon hükümetinden bu yönde açıklamalar gelmesi, önümüzdeki dönemde yaşanacak önemli gelişmelerin ilk işaretleri olarak yorumlanmalı. RCEP ve CPTPP anlaşmalarının küresel sistemde kurallı ticaret ve liberalleşme eğilimlerindeki genel düşüşe karşı ortaya çıkan bölgesel karşı-örnekler oldukları düşünüldüğünde, Doğu Asya’nın benzer karşı-örnekler oluşturmak açısından zengin potansiyel taşıdığının altı çizilmeli.

Biden yönetiminin Asya-Pasifik stratejisi

Bu bağlamda Asya-Pasifik’teki siyasi ve ekonomik parametrelerin gelecekteki şekillenmeleri açısından en önemli faktörlerden biri, hiç şüphesiz ABD’nin bölgeye yönelik politikalarının izleyeceği eksen olacak. Çin ve ABD arasındaki jeostratejik rekabet ve küresel hegemonya savaşı devam etse de Biden yönetimi selefinin Doğu Asya’ya yönelik dış siyaset ve ekonomik diplomasi yaklaşımını radikal bir revizyondan geçirmek zorunda kalabilir. Çin’i dengeleme amaçlı güvenlik politikaları belli üslup düzeltmeleriyle sürdürülse de bu politikaların ABD’nin bölgede azalan ekonomik etkinliğini ve ASEAN’ın olgunlaşan diplomatik kapasitesini dikkate alan yeni ticari girişimlerle desteklenmesi gerekecek. Trump yönetiminin Asya politikalarını ABD, Avustralya, Japonya, Hindistan dörtlüsü üzerine inşa etmek için önerdiği “Özgür ve Açık İndo-Pasifik (FOIP)” vizyonu da sahada ciddi finansman desteği ve ekonomik diplomasiyle desteklenmediği takdirde boşa düşürülmeye aday duruyor.

Washington DC’nin sadece ulusal güvenlik önceliklerine odaklanıp Çin’i çevreleme vizyonuyla hareket etmesi, Japonya ve Güney Kore gibi bölgesel aktörlerle ASEAN ülkelerini zor stratejik tercihler yapmaya zorladığı için ciddi biçimde tepki çekiyor. Doğu Asya’daki bölgesel ticari entegrasyon girişimlerine uzak duran, bu dinamik bölgenin hızlı kalkınma öncelikleriyle ilgili hiçbir önerisi olmayan ABD’nin uzun vadede güvenlik politikalarına aktif katılım sağlama kapasitesi de düşebilir. Aynı şekilde dış politikada güvenlikleştirme siyaseti, ekonomik alanda ise yeni-korumacılık ekseni üzerinde ilerleyen Modi yönetimi de Hindistan’ın Asya-Pasifik’te dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar hızlı ilerleyen ticari entegrasyon süreçlerinden dışlandığı gerçeğiyle yüzleşmek durumunda kalacak.

Bu yüzden Biden yönetimi Doğu Asya’ya yönelik stratejisini ekonomik ve ticari diplomasi unsurları içeren yumuşak güç araçlarıyla güçlendirip CPTPP, RCEP ve BRI gibi önemli bölgesel entegrasyon girişimlerinin dışında kalmasından doğan etkinlik kaybını gidermek isteyecektir. Zira Asya-Pasifik’te geniş çaplı serbest ticaret anlaşmaları üzerinden ilerleyen bölgesel entegrasyon vizyonu Çin, Japonya ve Güney Kore gibi güçlü ihracatçılarla ASEAN grubunun ekonomik ve siyasi etkinliklerini arttıracak bir patikada ilerlemeye devam ediyor. Doğu Asya yakın gelecekte hem dünya ekonomisinin büyüme motoru hem de serbest ticaret anlaşmaları üzerinden ilerleyen kurallı ticaret genişlemesinin merkezi olmaya aday. ABD’nin bölgeye yönelik siyasi ve ekonomik stratejileri arasında oluşturmak durumunda olduğu yeni denge, küresel sistemdeki etkinliğinin geleceği açısından kritik sonuçlar doğurabilir.

[Prof. Dr. Sadık Ünay İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesidir]

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.