Ömer Özyılmaz: Ülkemizdeki eğitim bilimciler tartışmalıdır: Milli eğitim nedir?
1. Eğitim bilimciler tartışmalıdır: Milli eğitim nedir?
Eğitim sistemleri yansız ve tarafsız olmazlar, boşlukta da durmazlar. Onlar kurulurken, muhakkak bir inanç, dünya görüşü ve felsefi (fikri) bir zemini benimser, bağlanır; o zemine dayandırılır ve onun üzerine kurulurlar. Bu zemine Eğitimin Temel Felsefesi ya da bağlı olduğu, destek aldığı dünya görüşü denir.
Bu yazı ve bunu takip eden iki makale, yeni kurulurken veya süreç içerisinde, milli olmayan bir eğitim sisteminin, milli bir yapıya nasıl kavuşturulacağını tartışmaya çalışacaktır. Herkesi, özellikle de eğitim bilimcileri, öğretim üyelerini ve öğretmenleri bu medenice tartışmaya katılmaya davet ediyorum. Ben de bu tartışmaya katkı sunmaya çalışacağım.
Eğitim sistemleri yansız ve tarafsız olmazlar, boşlukta da durmazlar. Onlar kurulurken, muhakkak bir inanç, dünya görüşü ve felsefi (fikri) bir zemini benimser, bağlanır; o zemine dayandırılır ve onun üzerine kurulurlar. Bu zemine Eğitimin Temel Felsefesi ya da bağlı olduğu, destek aldığı dünya görüşü denir. Eğitimin bağlı olduğu dünya görüşünden/temel felsefesinden üç temel olgu ve bunları ifade eden üç temel kavram ortaya çıkar. Bunlar:
1- Eğitim Felsefesi, milletin inancı, tarihi ve dünya görüşünün eğitime yansıyan yönü;
2- Eğitim Sisteminin İnsan Felsefesi, temele alınan eğitim felsefesinin insana bakışı,
3- Eğitim Sisteminin Bilim Felsefesi (Epistemolojisi) eğitim felsefesinin hedeflediği bu insanı, hangi bilim dalları, hangi bilgi ve yöntemlerle yetiştireceğidir.
Bu üç kavram yani Eğitim Felsefesi, İnsan Felsefesi ve Bilim Felsefesi (Epistemolojisi) kavramları, bütün eğitim sistemleri açısından, üzerinde en çok durulması gereken kavramlardır. Bunlara, eğitim sistemlerinin temeldeki konuları ya da sorunları denir.
Bu kavramlar, içi boş kavramlardır. Muhakkak bir inanç, bir dünya görüşü ve bir felsefi (fikri) birikim bunların içini doldurur. Bu kavramların içini dolduracak olan inanç, dünya görüşü ve felsefi (fikri) birikim, eğitim sistemlerinin ‘kimliklerini ve içeriklerini belirler. Diğer bir deyişle eğitim sistemleri bu birikime göre kimliklerini ve içeriklerini bulurlar. O yüzden dirayetli ve geleceğine sahip çıkan milletler, bu kavramların içinin, kendisine yabancı anlayışlarla doldurulmasına müsaade etmez, onu kendi inançlarıyla doldururlar. Ayrıca eğitim sistemlerinin dolayısıyla milletlerin, geleceğe hangi kimlikle ve nasıl yürüyeceklerini de yine bu kavramların içini dolduracak olan inanç, dünya görüşü ve felsefi (fikri) birikimler belirler.
Bu üç kavram, sadece eğitim sistemlerinin değil, bir bütün olarak ülkede, hayatın bütününü ilgilendiren temel kavramlardır. Çünkü eğitimin her alanında yetişecek olan insanlar, bu kavramların içini dolduracak anlayışlar esas alınarak oluşturulacak formel ve informel (okul ve okul dışı) eğitim sistemlerine göre yetiştirileceklerdir. Bu kavramların içini dolduracak anlayışların gayr-i milli olması, bütün halinde sistemin de gayr-i milli olması anlamına gelmektedir.
Eğitim sistemleri kurulurken ya da yeniden kurgulanırken, bu kavramlar üzerinde ağırlıklı olarak durulmalı ve bu kavramların içinin ne ile ve nasıl doldurulacağına çok dikkat edilmelidir. Eğitim sistemlerinin ‘milli’ ya da ‘gayr-i milli’ olup olmamasının ölçüsü burada yatar.
Bu genel değerlendirmeden sonra, Eğitim Felsefesi, İnsan Felsefesi ve Epistemolojisi kavramlarını ve eğitim sistemleriyle ilişkilerini, biraz daha analiz etmek gerekecektir.
a- Eğitim Felsefesinin, Eğitim Sistemin deki Yeri ve Önemi:
Her milletin kendine has inancı, tarihi ve dünya görüşü vardır. Eğitim Bilimleri diliyle buna ‘Eğitimin Temel Felsefesi’ denir. Milletler hayatta hep onu esas alırlar. Eğitim Felsefesi kavramı da, milletlerin kendilerine has inancı, tarihi ve dünya görüşü olan ‘Eğitimin Temel Felsefesi’nin eğitime yansıyan yönü olarak kastedilir ve eğitim felsefesi ondan üretilir.
Eğitimin felsefesi kavramı, eğitimin yansız ve tarafsız değil, bir dünya görüşü, bir inanç ve bir geçmiş üzerine kurulacağı gerçeğini temsil eder. Gerçekten de hiçbir eğitim sistemi, hiçbir zaman yansız ve tarafsız olmazlar, muhakkak bir dünya görüşü üzerine kurulurlar. Eğitim sistemleri kurulurken ya da yeniden yapılandırılırken, hangi dünya görüşünün, Eğitimin Temel Felsefesinin, temele alınacağı konusu, sistemin ve bütün bileşenlerinin asıl belirleyicisi olur.
Eğitimin kimliği, süreçleri, amaçları, hedefleri, muhtevası (içeriği), uygulamaları, müfredat ve idealleri; kimin neden ve ne ile eğitileceği gibi pek çok konu, temele alınan Eğitimin Felsefesi ile tutarlı olarak belirlenir. Diğer bir ifadeyle Eğitimin felsefesi; eğitime yön veren, eğitimin amaçlarını, (muhtevasını) içeriğini, yöntemini vb. gibileri şekillendiren bir disiplindir.
Normalde, milletlerin kendi inancı, tarihi ve dünya görüşünden o milletin Eğitim felsefesi çıkarılır, çıkarılmalıdır. O eğitim felsefesi esas alınarak ta o milletin eğitim sistemi kurulur.
150 yıldan beri, Türk eğitim sisteminin felsefesi, Milletimizin inancından, tarihinden ve dünya görüşünden ya da kendi medeniyetinden süzülüp çıkarılmış bir eğitim felsefesi değildir. Aksine kasten ve bilinçli bir şekilde kendi medeniyeti, inancı, tarihi ve dünya görüşü devre dışı bırakılmıştır. Sonra bu Müslüman Millete %100 ters olan materyalist ve seküler felsefe, dünya görüşünden Türk eğitim sisteminin felsefesi çıkarılmış ve uygulanmıştır. Bu durum aslında tenkit ettiğimiz modern bilime bile aykırıdır. Ülkemizde yaşanan bütün eğitimsel sıkıntılar da buradan kaynaklanmaktadır. Türkiye bu sorunu 150 yıldan beri yaşamaktadır.
İşte bu konuyla ilgili olarak mütefekkir düzeyindeki ‘yerli ve milli eğitim felsefecileri, eğitim bilimciler, ilahiyatçılar, öğretim üyeleri, öğretmenler, sosyologlar ve psikologlardan oluşacak bir komisyon, gerekli çalışmaları yaparak, bu tarihi sorunu inancımız, tarihimiz ve dünya görüşümüz ile bugünkü doğru bilgi ve selim akla uygun olarak çözümlemeyi hedef edinmelidir.
O zaman eğitim, MİLLİ EĞİTİM olma yoluna girmiş olur.
Bir sonraki yazıda devam edelim.
2. Ülkemizdeki eğitim bilimciler tartışmalıdır: Milli eğitim nedir?
Eğitim sistemimiz bizi, toplumsal bir bozulma, yozlaşma ve başkalaşmaya götürmektedir. 150 yıl önceki hedef de zaten bu idi.
Önceki yazımızda Milli Eğitim Nedir sorusunun cevabını ararken, bir eğitim sisteminin milli olup olmamasını sağlayan üç unsuru olduğunu belirtmiş, bunlardan birisi olan ‘eğitim felsefesini, eğitim sistemi içerisindeki yerini ve önemini’ incelemiştik. Bu yazımızda da ikinci unsur olan ‘insan felsefesini ve eğitim sistemindeki yerini ve önemini’ ele alacağız.
b- İnsan Felsefesinin Eğitim Sistemindeki Yeri ve Önemi:
İnsan felsefesi, eğitimin temel felsefesinin (dünya görüşünün) ikinci önemli unsuru ya da boyutudur. Eğitim sistemlerinde ‘insan felsefesinin içeriğini’, benimsenip kabul edilmiş olan eğitimin temel felsefesi (dünya görüşü) belirler, doldurur. İnsan felsefesi, eğitimin temel felsefesinin, eğitim-öğretim açısından daha somutlaşmış ya da ete kemiğe bürünmüş halidir.
‘İnsan Felsefesi’, Eğitim temel felsefesi (dünya görüşü) ile bağlantılı olarak en başta,
* Kainat, hayat ve insanın varoluşunun kendiliklerinden olduğu ya da Yüce bir Yaratıcı tarafından gerçekleştirildiği hususlarından her birine nasıl bakılacağını;
* İnsanlığın nasıl var olduğunu, geçmişini, bugününü ve geleceğini nasıl gördüğünü;
* Bunlarla ilintili olarak, insanlık tarihinin en açık gerçeği olan din ve inanca bakışını, bunların hayattaki konumlarının geçmişte ne olduğunu, bugün ve gelecekte ne olacağını;
* İnsan aklının ürettiği bilgilerle, Yaratıcı tarafından gönderilmiş olan dinin ilişkisinin ne ve nasıl olacağını;
* İnsanı, insanın varlık sebebini, Kainat, hayat, yaratılış ve din-inanç konularıyla ilişkisini nasıl gördüğünü, insanın diğer insan, toplum, devlet ve diğer varlıklarla ilişki ve konumunu nasıl değerlendirdiğini;
Bilim, eğitim ve dine; din ve sosyal hayata, bunların birbiriyle ilişkilerine bakışın nasıl olacağını; bu ve benzeri konulardaki görüş ve değerlendirmeler sonunda bir karara varılacak ve bu kararlar neticesinde de insanın nasıl bir insan olarak yetiştirileceği belirlenecektir. Örneğin:
1- Sonsuz güç ve kuvvet sahibi bir Yaratıcı’nın var olduğunu; kainat, hayat ve insanın, belli bir plan ile O’nun tarafından yaratıldığını; yaratılışın bir gayesi ve bir hedefinin olduğunu; bu yaratılış içerisinde insanın müstesna bir yeri ve sorumluluğunun bulunduğunu; hem yaratılış hedefini gerçekleştirmek, hem de insanın hayatını düzenlemesine yol göstermek için ilk insandan bu yana Yaratıcı tarafından, peygamberler eliyle sürekli olarak dinlerin gönderildiğini, dinlerin, insanlığın iyiliği için gönderilmiş olduğunu kabullenen;
İnsanı, ‘eşref-i mahluk (varlıkların en üstünü)’, ‘arzın halifesi’, ‘Emanet-i Kübra’nın hamili’, ‘varlıklar adına ümran ve ibadetten sorumlu’, ‘cisim olarak küçük ama manen bir alem’ olarak gören; bu dünyada nasıl yaşayacağını, onu Yaratan’ın peygamber ve gönderdiği kitaplarla bildirdiğini benimseyen, dolayısıyla insanın burada görevli olarak bulunduğunu ve bu alemde yapıp ettiklerinden bir başka alemde sorguya çekileceğini kabul eden bir dünya görüşünün, onu nasıl bir insan olarak yetiştireceği, dolayısıyla hedefleri, müfredatı, içerikleri, yöntemleri ve uygulamaları, elbette ona göre olacaktır.
2- Buna karşın insanlığın tarih boyunca taşıyıp getirmiş olduğu bütün değerleri ve Kainatın Yaratıcısının varlığını açıktan inkar etmeği; insanlık tarihi süresince O’nun gönderdiği İslam’ı, insanların ürettiği dinleri ve onların tarih boyunca üretmiş oldukları ma’rufu, bilimi ve kültürü ‘yok saymayı’; evrene ve insanlığa egemen olup her ikisinin de bütün zenginliklerini sömürmeyi; din ve hayatı, din ve bilimi, hayat-bilim ve yerel kültürü birbirinden ayırıp düşman kılmayı; İslam’ı, diğer din ve yerel kültürleri hayatın dışına itip böylece insanlığı dinden ve dinin duygu ve düşüncenin zenginliğinden yoksun, zayıf, kültürsüz ve kimliksiz bırakarak onların daha rahat bir şekilde sömürülmesini sağlamayı ideolojisinin bayrağı haline getiren;
Kainat, hayat ve insanı, görünen varlıklardan ibaret olarak düşünen; maddenin dışındaki her şeyi reddeden; kainatta görülen her şeyin kendi kendine olduğunu iddia eden; insanın, evrimleşme sonucu ortaya çıktığını, içgüdü, nefs ve maddeden oluşan diğer canlılarla aynı düzeyde olduğunu, insanın bütün varlıklardan üstün olmasını yani halifeliğini kabullenmeyen, tekelci/inhisarcı, seçkinci, indirgemeci, emperyalist/tahakkümcü materyalist/maddeci görüşün kuracağı eğitim sistemi, dolayısıyla eğitim sisteminin yönetimi hedefleri, müfredatı, içerikleri, yöntemleri; o sistemin, insanı nasıl bir insan olarak yetiştireceği de elbette ona göre olacaktır.
Şu ana kadar Türk eğitim sisteminin insan felsefesi de, Milletimizin kendi inancından, tarihinden, dünya görüşünden/hayat felsefesinden ve medeniyetinden yani yukarıda bahsettiğimiz birinci paragraftakilerden süzülüp çıkarılmış bir felsefe değildir. Aksine kasten ve bilinçli bir şekilde, onlara ters olarak ikinci paragraftaki anlayışa göre belirlenmiş ve uygulanmıştır. Ülkemizde yaşanan bütün eğitimsel ve toplumsal sıkıntılar da buradan kaynaklanmaktadır. Türkiye bu sorunu 150 yıldan beri yaşamaktadır.
Bugün, 1000 yıl insanlığa ve İslam’a hizmet etmiş milletimizin çocuklarının, kendi dünya görüşü, yaratılış gayesi, kimliği ve davasından habersiz; emperyalist, sömürücü, inkarcı Batı taklitçisi, Batı’ya hayran, Batıcı, gayesiz, hedefsiz gününü gün eden eyyamcı, ayyaş ve diğer yanlış yollara sapmış olmasının arka planında, işte belirttiğimiz bu kasıtlı belirleme ve onun desteğinde oluşturulmuş olan eğitim sistemi yatmaktadır. Eğitim sistemimiz bizi, toplumsal bir bozulma, yozlaşma ve başkalaşmaya götürmektedir. 150 yıl önceki hedef de zaten bu idi.
3. Ülkemizdeki eğitim bilimciler tartışmalıdır: Milli eğitim nedir? / Epistemoloji (bilim felsefesi)
Epistemoloji, bağlı olduğu dünya görüşüne göre mevcut bilgilerin-bilimlerin kaynağını, neyin bilgi olup olmadığını, hangi bilgi/bilimin değerli olup olmadığını, dolayısıyla eğitim-öğretimde ders olarak işleneceğini belirleyip ortaya koyar. Eğitimi programlayanlar da müfredat ve içerikleri (muhteva) ona göre belirlerler; öğretmen, yönetici ve eğitim çalışmalarını ona göre yönlendirirler.
Bir eğitim sisteminin milli olup olmamasına etki eden üçüncü ama birinci ve ikinci unsurun da hedeflerinin gerçekleşmesini sağlayan en önemli unsur ya da faktör, Epistemolojidir. Bu yazıda ve sonrasında epistemolojiyi, fonksiyonlarını ve bilimlerin üretimini inceleyeceğiz.
c- Epistemoloji (Bilim Felsefesi), Fonksiyonu ve Bilimlerin Üretimi:
1.Epistemoloji (Bilim Felsefesi) ve Fonksiyonları:
Epistemoloji veya bilim felsefesi, bilgi/bilimle ilgili ve ona dayalı konular üzerinde çalışmalar yapar. Ancak bu çalışma, bilgi üretmek, bilgiyi artırmak, yeni bilgi sahaları keşfetmek anlamında değildir. O daha çok, kendisinin de bağlı olduğu dünya görüşü, eğitim felsefesi ve insan felsefesine göre, mevcut ya da yeni üretilen bilgi/bilim üzerine çalışır. Bu çalışmada epistemoloji, bağlı olduğu dünya görüşüne göre mevcut bilgilerin-bilimlerin kaynağını, neyin bilgi olup olmadığını, hangi bilgi/bilimin değerli olup olmadığını, dolayısıyla eğitim-öğretimde ders olarak işleneceğini belirleyip ortaya koyar. Eğitimi programlayanlar da müfredat ve içerikleri (muhteva) ona göre belirlerler; öğretmen, yönetici ve eğitim çalışmalarını ona göre yönlendirirler. Ayrıca, epistemolojinin bu çalışması, bireyin ve toplumun hangi amaçla ve hangi bilgiler ile eğitileceği konusunda da yol gösterir. Buna ek olarak hangi okulların açılacağını, okullarda hangi derslerin, derslerde de hangi bilgilerin öğretileceğini de ona göre belirlerler.
Epistemoloji, sadece formel eğitimi değil, informel eğitimi de (formel eğitim sonrasını da) ilgi ve kapsam alanı içerisinde görür. Okul sonrasındaki bilimsel kitapları; roman, hikâye, deneme gibi edebi eserleri; sinema tiyatro gibi sanat eserlerini etkileyip yönlendirir. Tarihleri, din(ler)i, hatta kültürleri de ‘onların eğitimine yol verme’ ya da ‘önünü kesme’ anlamında etkisi, baskısı ve kontrolü altında tutar. Bu yönüyle de ‘Epistemoloji’, öğrencinin yanında, yetişkin bireyi, aileyi, toplumu ve kurumları da etkiler.
Epistemoloji, 17. Yüzyılda, bugünkü anlamıyla ortaya çıkmış bir kavramdır. Ancak, kavramın ihtiva ettiği anlam, etki ve içerik ya da yerine getirdiği ‘fonksiyon’, çok eskiden beri vardır. Tarihte de bu adla olmasa dahi, her medeniyetin ve o havzadaki her devletin ‘dünya görüşünün’ formel/informel eğitim sistemine ve sonrasına, bu anlamda yön veren bir anlayışı, yaklaşımı veya bir merkezi vardı. Nitekim bizim tarihimiz olan Selçuklu ve Osmanlı eğitim sistemlerinde de o medeniyet çerçevesinde üretilmiş olan hangi bilim dallarının hangi okullarda ve ne kadarının okutulacağı, nelerin eğitim sisteminin dışında tutularak okutulmayacağı belli idi. İşte o gün bunu yapan anlayışa, bugün epistemoloji adını veriyorlar.
Sekiz ve dokuzuncu yüzyıllardan itibaren İslam Medeniyeti, işte bu çerçevede kuruldu. Yani önce, İslam’dan, hayatın her alanını içine alan bir temel felsefe/dünya görüşü çıkarıldı. Ondan eğitim felsefesi, insan felsefesi ve İslam bilim felsefesi yani bilimlerin nasıl üretileceğine dair anlayış yaklaşım ve model (paradigma) üretildi. Sonra bu paradigma ve bu bakış açısıyla bilimler, bir bir üretilip meydana getirildi. Sonra sanat, edebiyat, estetik, mimari.. Bunların her biri üretilip devreye sokuldukça İslam Medeniyeti de yavaş yavaş ortaya çıkmağa başladı. O günden bugüne, yüzeyde birçok şey değişmiş olsa bile, esas yol ve yöntem aynıdır. Bugün de bu çalışmalar yapılacaktır.
Milli bir eğitim sistemi kurulurken, bu çalışmada belirttiğimiz gibi, önce o eğitim sisteminin ‘temel felsefesi (dünya görüşü) netleştirilmelidir. Sonra ondan ‘eğitim felsefesi’, insan felsefesi’ ve bilim felsefesi (epistemoloji) çıkarılmalıdır. Bu çalışmaların her biri zor ama yapılamayacak işler değildir. Bunların hepsi, arz ettiğim şekilde yapılacak ciddi, bilimsel ve yorucu çalışmalarla çözümlenebilir. Bunlardan ‘temel felsefe (dünya görüşü)nün ortaya çıkarılması, ‘eğitim felsefesi’ ve insan felsefesi’ konularının üretilmesini ve sürekli olarak ta canlı ve dinamik tutulmasını bir millet yapabilir. Ancak epistemoloji böyle değildir. O hem çok zorlu ve sürekli geliştirerek yürütülmesi icabeden çalışmaları gerektirir, hem de aynı dünya görüşüne bağlı, aynı eğitim ve insan felsefesini benimsemiş ‘Milletler topluluğu’nun (Ümmet)in yapabileceği bir iştir. Öte yandan bu boyut, söz konusu bu epistemolojik çalışmanın, evrensel düzeyde olabilmesinin de bir gereğidir.
Bu konular ele alınıp üzerinde uzun ve yorucu çalışmalar yapılarak bir sonuca varılmadan, eğitim sistemini oluşturma çalışmalarının diğer bölümlerine geçilmez, geçilemez. Bunlar, temel çalışmalardır, sistemler bu temeller üzerine ancak kurulur. Dolayısıyla bu konular, bütün eğitim sistemlerinin başlangıçta çözmeleri gereken konulardır.
Bir sonraki yazıda epistemoloji (bilim felsefesi) ve bilimlerin üretimini görelim.
09. 09. 2021
Prof. Dr. Ömer ÖZYILMAZ
(Prof. Dr. Ömer Özyılmaz, 1952 yılında Erzurum'da dünyaya gelmiştir. Ömer Özyılmaz'ın akademisyen, ilahiyat profesörü, yönetici, siyasetçi ve yazar kimliği bulunmaktadır. Prof. Dr. Ömer Özyılmaz 20 ve 22. dönem Erzurum Milletvekilliği göervini üstlenmiştir. Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyesidir.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.