Liz Truss'ın zorlu başlangıcı

Liz Truss'ın zorlu başlangıcı
Doç. Dr. Dilek Yiğit, görevine yeni başlayan Birleşik Krallık Başbakanı Liz Truss'ın ekonomi ve dış politika önceliklerini AA Analiz için kaleme aldı.

İstanbul

Geçen temmuz ayında Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson’ın görevinden istifa ettiğini açıklaması ile Muhafazakar Parti içinde başlayan ve aynı zamanda başbakanlık yarışı da olan liderlik rekabeti eylül ayının başında Liz Truss’ın zaferi ile sonuçlandı. Truss, başbakan sıfatıyla verdiği ve oldukça da kısa sayılabilecek ilk demecinde ulusal ekonomik sorunları merkeze aldı. Ülke çapında daha fazla istihdam oluşturmaya ve yatırıma ihtiyaç olduğunu, ekonomik reformlar ve vergi indirimleri üzerinden ekonomik büyüme sağlamayı hedeflediğini belirterek, enerji faturalarıyla başa çıkmak ve enerji arzının güvenliğini sağlamak için harekete geçeceğini söyledi.

Birleşik Krallık Başbakanı Truss'un gelen tepkiler nedeniyle vergi indirimi paketini rafa kaldırması bir U dönüşü olarak okundu ve yeni Başbakan'ın ekonomik politikalarına yönelik güveni sarstı.

Öncelik ekonomik sorunlar

Truss’ın açıklamasında ekonomik sorunları merkezine alması ülkede artan hayat pahalılığı, yükselen enerji faturaları ile enflasyon sorununun yarattığı koşulların zorunlu bir sonucu olarak okunmalı. Zira Britanya halkı bu ekonomik koşullarda yeni başbakandan öncelikle ekonomik sorunlara çözüm getirmesini bekliyor.

Artan enerji ve gıda fiyatları nedeniyle ülke çapında yaygınlaşan ve Birleşik Krallık’ta yıllardır görülmemiş protesto dalgası olarak nitelendirilen gösteriler ve yüksek sesle ifade edilen ücret artışı talepleri Truss’ın içinde bulunduğu koşulların selefinin koşullarından çok daha zorlu olduğunu gösteriyor. Zira selefi Johnson, Birleşik Krallık’ın en büyük ticaret ortağı Avrupa Birliği (AB) ile arasına bariyerler koyan Brexit’in ve ulusal sağlık sistemi üzerine getirdiği yük nedeniyle Kovid-19 salgınının ekonomik etkileri ile mücadele etmek durumunda kalmıştı. Truss’ın karşısında ise bu faktörlere ilaveten enerji kriziyle daha da baskılanan ekonomi bulunuyor.

Truss’ın dış politikada öncelikli meselelerinin Rusya ile ilişkiler ve Rusya-Ukrayna Savaşı olduğu net olarak görülebilir.

Truss, ekonomik problemleri çözmek amacıyla Thatcher dönemi ekonomi politikalarına net dönüşü öngörüyor. Ancak vergi indirimlerinin ve kamu sektörünü küçültmeye yönelik adımların, sorunları ne ölçüde çözebileceği tartışmalı. Nitekim Truss’ın gelen tepkiler nedeniyle vergi indirimi paketini rafa kaldırması bir U dönüşü olarak okundu ve yeni Başbakan'ın ekonomik politikalarına yönelik güveni sarstı.

Başbakan Truss, Rusya ile ilişkiler ve Ukrayna savaşı konusunda selefi Johnson’ın izinden giderek Ukrayna’ya daha fazla ekonomik ve askeri destek sağlamakta kararlı görünüyor.

Truss'ın dış politika öncelikleri

Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar nedeniyle Truss görevinin ilk günlerinde ulusal ekonomik sorunları uluslararası sorunlara ve dış politikaya öncelediği izlenimi yaratsa da ekonomik sorunların uluslararası sorunlardan bağımsız olmadığına, açıkça enerji krizinin Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in politikalarından kaynaklandığına dikkati çekti. Üstelik Truss’ın telefon görüşmesi yaptığı ilk liderlerden biri de Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy oldu ve Truss bu görüşmede Birleşik Krallık'ın Ukrayna'nın özgürlüğüne ve demokrasisine olan sarsılmaz desteğini yineledi. Böylelikle de Truss’ın dış politikada öncelikli meselesinin Rusya ile ilişkiler ve Rusya-Ukrayna Savaşı olduğu net olarak görüldü.

Truss, Rusya ile ilişkiler ve Ukrayna savaşı konusunda selefi Johnson’ın izinden gidiyor, Rusya’yı karşısına almaya devam ederek demokrasi ve özgürlük adına savaştığını belirttiği Ukrayna’ya daha fazla ekonomik ve askeri destek sağlamakta kararlı görünüyor. Bu kapsamda dikkat çekilmesi gereken bir husus da Truss’ın Batılı müttefiklerini Rusya’ya yeterince erken karşı koymadıkları ve ucuz enerji uğruna otoriter rejimlere "bağımlı" hale geldikleri gerekçeleriyle eleştirmesi oldu. Truss belli ki Batı’yı homojen bir yapı olarak görmüyor; bir tarafa “otoriter rejimlerin oluşturduğu riskleri bertaraf etmekte” ve “Rusya’yı Ukrayna savaşında mağlubiyete mahkum etmekte” kararlı gördüğü Birleşik Krallık ile ABD’yi koyuyor. Zira Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kapsamında bir araya gelen Truss ve ABD Başkanı Joe Biden müttefiklerin Ukrayna'ya ekonomik ve askeri desteğini sürdürme ve ayrıca enerji ve teknoloji konularında otoriter rejimlere aşırı bağımlılığı sonlandırma ihtiyacını vurgulamıştı. Truss diğer tarafa ise Rusya’ya karşı gereken direnci göstermediğini düşündüğü Kıta Avrupası’nı koyuyor. Truss’ın zımnen Batı’yı ikiye bölen bu yaklaşımını kendisinin Avrupa şüphecisi (Euroskeptik) duruşu bağlamında da okumak mümkün. Öyle ki liderlik yarışında sergilediği AB karşıtı duruş başbakan olması halinde Birleşik Krallık ve AB ilişkilerinin kötüleşeceği yönündeki tahminlere yol açmıştı.

Truss’ın bu ay başında Prag’da gerçekleştirilen Avrupa Siyasi Topluluğu (EPC) toplantısına katılması, EPC bir AB yapılanması olmasa da Brexit sonrası Birleşik Krallık ve AB arasında yeni köprüler inşa etmeye hazır olduğu yönünde okunmuş olabilir. Ancak Truss’ın parti liderliği yarışını kazanması halinde 2023 yılına kadar İngiltere'de hala geçerli olan tüm AB hukuki tasarruflarını kaldırma sözü vermesi gibi kararlı AB-karşıtı duruşu ve bu yarışta özellikle Euroskeptik muhafazakarlardan destek alması, en azından kısa ve orta vadede Birleşik Krallık ve AB yakınlaşmasına imkan vermeyecek gibi gözüküyor. Öte yandan taraflar arasındaki ilişkilerin daha da gerginleşmesini önleyecek faktörler de bulunmuyor değil. Bu faktörleri Truss, EPC toplantısına katılmadan önce güvenlik, enerji ve göç olarak sıraladı ve hem Birleşik Krallık hem de Kıta Avrupası açısından önemli olan bu meselelerin beraberce değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Ayrıca Ukrayna’ya daha fazla yardım sağlamak, Rusya’ya yaptırımları artırmak ve Rus güçlerini bölgeden uzaklaştırmak için Ukrayna'yı desteklemek amacıyla Avrupalı müttefiklerine baskı yapmakta kararlı görünen Truss bu koşullara Birleşik Krallık-AB ilişkilerini gerebilecek adımlar atmaktan kuvvetle muhtemel kaçınacaktır.

Truss’ın dış politika öncelikleri sıralamasında Ukrayna savaşı, Rusya ve AB ile ilişkilerden sonra İsrail’in izlediği, geçen günlerde “siyonist ve İsrail’in büyük destekçisi” olduğu yönündeki açıklaması ışığında anlaşılmış oldu. Bu açıklamanın Birleşik Krallık’ın Tel Aviv’deki büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması gibi bir sonuç üretip üretmeyeceğini zaman gösterecek. Ancak bu açıklama Truss’ın ülkesinin Orta Doğu politikasını tamamıyla ABD’nin Orta Doğu politikası çizgisine getirmek niyetinde olduğu ve ayrıca Orta Doğu’da daha müdahaleci olmak istediği izlenimi yarattı.

Birleşik Krallık’ta dış politika meselelerinden çok çözüm bekleyen ekonomik sorunların ülkeyi erken seçime götürme ihtimali, başkanlık koltuğuna henüz yeni bir isim çıkmış olmasına rağmen tartışılmaya başlandı. Ancak kuvvetle muhtemel Başbakan Truss’ın iç ve dış siyasetteki başarısı erken seçimlerde değil 2024'te yapılacak genel seçimlerde Britanya ulusunun değerlendirmesine sunulacak.

[Doç. Dr. Dilek Yiğit Uluslararası Politika Akademisi yazarı, çalışma alanları uluslararası ilişkiler ve Avrupa tarihidir]

*Makalelerdeki fikirler, yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum