'Kobani’nin Kızları' ve ABD’nin PKK/PYD politikasının riskleri
İstanbul
Eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve kızı Chelsea Clinton’ın kurdukları Hidden Light Production adlı prodüksiyon şirketinin Gayle Tzemach Lemmon’ın yazdığı The Daughters of Kobani: A Story of Rebellion, Courage and Justice (Kobani’nin Kızları: Bir İsyan, Cesaret ve Adalet Hikâyesi) adlı kitabın TV program haklarını satın alması Türkiye’de geniş yankı buldu. 16 Şubat’ta Penguin etiketiyle yayımlanacak olan kitabın daha sonra bir mini dizi olarak yayımlanacağı ve Suriye’de DEAŞ terör örgütüne karşı savaşta aktif rol alan ve tamamı kadınlardan oluşan “Kürt milislerle” yapılan röportaj ve saha haberlerini içereceği ifade edildi. Hillary Clinton’un hikâye hakkında “adalet ve eşitlik için savaşan cesur ve meydan okuyucu kadınların olağanüstü bir anlatımıdır” ifadelerini kullanması ise büyük tepki çekti.
Kitapla ilgili birçok yazar, aktivist ve çeşitli basın yayın kuruluşları tarafından yapılan yorumlarda “Suriyeli Kürt ortaklarımız” diye nitelendirilen hikâyenin kahramanlarının, kadın hakları merkezli yarattıkları “devrimden”, savaşta DEAŞ terör örgütünü yenmek suretiyle ABD Özel Kuvvetleri’nin saygısını ve önemli askeri desteğini kazandıklarından ve benzeri güzellemelerden bolca bahsedildi. Eserle ilgili tüm bu yorumlarda uluslararası kamuoyunun meseleye genel yaklaşımı, konunun güncelliği, içeriğinin niteliği ve etkileyici bir tarzda hazırlanmış olması gibi gerekçeler de etkili olmuş olabilir. Fakat eserle ilgili yapılan yorumların birisinde, PKK’nın Suriye kanadının silahlı kolu YPG’nin kadın yapılanması olan Kadın Koruma Birlikleri (YPJ) hakkında yer alan özellikle şu ifadeler bir hayli dikkat çekici: “En önemlisi de, Kadın Koruma Birlikleri (YPJ), DEAŞ’a karşı yürütülen mücadele boyunca kahramanlığını defalarca kanıtlamıştır”.
Sadece Türkiye açısından değil, bölge ve insanlık için açık bir tehdit oluşturan PKK terör örgütü ve uzantılarının ABD tarafından doğrudan ya da dolaylı bir şekilde desteklenmesi ve NATO müttefiki Türkiye’nin ulusal güvenlik hassasiyetlerinin göz ardı edilmesi kabul edilebilir bir durum değildir. ABD’nin özellikle Suriye ve Irak’ta Türkiye’ye karşı oluşabilecek terör yapılanmalarıyla ilişki biçimi Ankara açısından hayati önemdedir.
Söz konusu yayın faaliyetlerinden “DEAŞ terör örgütü ile mücadelenin başat aktörlerinden birisinin de Suriye’deki Kadın Koruma Birlikleri (YPJ) adlı yapılanma” olduğu algısının yaratılmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Ayrıca YPJ’nin DEAŞ terör örgütünü durdurmada en önemli aktörlerden biri haline geldiği algısı gündemde tutulmaya çalışılıyor. Ancak YPJ’nin PKK terör örgütünün Suriye yapılanmasının bir parçası olduğu gerçeği dikkate alındığında, tüm bunlara farklı anlamlar yüklemek de mümkün hale geliyor.
Bu söylemler öncelikle, PYD/YPG’nin PKK’dan bağımsız bir yapılanma olduğuna ilişkin, başından itibaren sürdürülen örgütü meşrulaştırma gayretlerine katkı sağlayacaktır. İkinci olarak ise zamanlama açısından, ABD’de Biden yönetiminin görevi devralmasına denk gelen ve bölgeye yönelik politikaların yeniden belirlendiği günlerde konunun gündeme getirilmesi, bilinçli bir stratejinin sonucudur. Bu noktada “DEAŞ’ı yenen Kürt savaşçıları yüz üstü bırakan Trump” söylemini de birlikte değerlendirmekte fayda var.
Bu süreçte kadınların özelikle öne çıkarılmasının tesadüf olduğunu söylemek gerçekçi olmayacaktır. Kadın hakları konusu, uluslararası etki gücüne sahip bir söylem olarak değerlendirilmesinin ötesinde, son dönemin en fazla itibar gören konulardan birisi olarak dikkat çekmekte. Ülkemizde de özellikle kadına karşı şiddet konusunda oluşan hassasiyet güncelliğini korumaktadır. Uluslararası boyutta ise özellikle 2006 yılında Amerikalı sosyal aktivist Tarana Burke tarafından kullanılan ve bir başka Amerikalı aktivist olan Alyssa Milano tarafından 2017 yılında popülerleştirilen “Me Too” (Ben de) hareketi, kadın hakları konusunda farkındalık yaratmayı öngören eğilim, özellikle Batı ülkelerinde etkisini sürdürmekte.
16 Şubat’ta Penguin etiketiyle yayımlanacak olan kitabın daha sonra bir mini dizi olarak yayımlanacağı ve Suriye’de DEAŞ terör örgütüne karşı savaşta aktif rol alan ve tamamı kadınlardan oluşan “Kürt milislerle” yapılan röportaj ve saha haberlerini içereceği ifade edildi. Hillary Clinton’un hikâye hakkında “adalet ve eşitlik için savaşan cesur ve meydan okuyucu kadınların olağanüstü bir anlatımıdır” ifadelerini kullanması ise büyük tepki çekti.
Peki PKK/YPJ’liler ilk defa mı Batı basınında yer aldılar? Tabii ki hayır. Amerika ve Avrupa merkezli meşhur birçok dergi ve gazete ile birçok film ve dizi de YPJ’nin kadın militanlarını konu edinmişti. Olay bununla da sınırlı bırakılmayarak ABD resmi makamlarınca da konu yakın bir zamanda gündeme getirildi. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) adına, Irak ve Suriye’de DEAŞ’a karşı uluslararası koalisyonun oluşturduğu “Doğal Kararlılık Operasyonu”nun Sözcüsü Albay Wayne Marotto tarafından paylaşılan Twitter mesajında “Bugün Kobani’nin kurtuluş günü; 26 Ocak 2015’te Doğal Kararlılık Operasyonu’nun hava desteğiyle Kürt savaşçılar Kobani’yi kurtardı, DEAŞ’ın yenilmez olmadığını gösterdi ve onu stratejik bir hedeften yoksun bıraktı. Güvenilir ve yetenekli bir ortaklık örneği gösterdikleri için Kürtleri tebrik ediyoruz” ifadeleri kullanıldı, Twitter mesajının altına ise YPJ’li kadın teröristlerin silahlı bir fotoğrafı eklendi.
Anlaşılan o ki PKK terör örgütünün yeni imajında “vitrin yüzü” YPJ’li kadınlardır. Bu, Batı kamuoyunun kadına ilişkin algısal atmosferine de son derece uygun bir yaklaşımdır. İşte PKK’nın adının hiç anılmadığı “Kobani’nin Kızları” kitabı üzerinden dikkatlerin YPJ, dolayısıyla PYD/YPG üzerine çekilmesi de bu meşrulaştırma gayretlerinin farklı bir yansıması olarak okunabilir.
Aslında YPG, Suriye iç savaşı öncesinde PKK üzerinden inşa ettiği siyasal ve askeri örgütlenmesiyle, iç savaşla birlikte kendisini çok rahat görünür kılabilmiş, küresel aktörlerin Suriye iç savaşına müdahil olmalarıyla da uluslararası arenada kendisini daha fazla tanıtma imkânı bulmuştur. Nitekim aldığı destek neticesinde, PYD/YPG “DEAŞ’la mücadelenin başat aktörlerinden biri” sıfatı ile Amerika’nın yanı sıra birçok Avrupa ülkesinde de siyasi temsilcilikler açabilmiştir.
Bilindiği gibi ABD, PKK’yı bir terör örgütü olarak kabul etmektedir ve örgüt yöneticilerinin yakalanmasına yönelik milyonlarca dolarlık ödül belirlemiş, ayrıca bazı örgüt yöneticilerini “Yaptırım Uygulanan Uyuşturucu Kaçakçıları” listesine de almıştır. Fakat PKK’nın Suriye kanadını oluşturan PYD ve onun silahlı kolunu oluşturan YPG’yi bir türlü terör örgütü olarak kabul etmemektedir. Bu duruma bir gerekçe olarak, ABD’nin Suriye iç savaşı ve Irak’taki gelişmelerle ilgili kısa vadeli operasyonel hedefleri açısından, bölgede YPG ve türevi yapılanmalara ihtiyacının olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bu ihtiyacın, gerek kendisi ve bazı Batılı ülkelerin gerekse de AB, BM ve NATO gibi birçok uluslararası kuruluşun terör örgütü olarak kabul ettiği PKK üzerinden yürütülmesinin imkansızlığı da ortadadır. Üstelik PKK’nın İran ve Rusya ile engellenemeyen konjonktürel ilişkileri de dikkate alındığında, PKK’nın devreden çıkarılarak örgütün kadro, lojistik ve iltisaklı tüm networklerini kullanabilecek meşru bir yapının ikame edilmesinin tercih edildiği anlaşılıyor.
Ancak bilinmelidir ki ABD tarafından ısrarla iki yapı (PKK-PYD/YPG) birbirinden ayrıymış gibi davranılması, PYD/YPG’nin meşrulaştırılmasına katkı sağlamaktadır. PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olduğu onlarca resmi raporla ispatlanmış ve Suriye iç savaşında işlemiş oldukları savaş suçları belgelenmiş olan YPG’nin imajının yükseltilmesinin maliyeti ABD’nin imajından karşılanacaktır.
Bilinmesi gereken bir diğer konu da, yabancı terörist savaşçılar konusudur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2178 Sayılı Kararı ile yabancı terörist savaşçı (YTS) olarak tanımlanan ve savaşı bölge dışına taşıma potansiyeliyle ciddi bir tehdit olarak algılanan şahıslar sadece DEAŞ saflarında bulunmamaktadır. YPG ve onun başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri (SDG) içerisinde de kayda değer miktarda YTS unsurunun bulunduğu ve bunların önemli bir bölümünün de Avrupa merkezli olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Anlaşılan o ki PKK terör örgütünün yeni imajında “vitrin yüzü” YPJ’li kadınlardır. Bu, Batı kamuoyunun kadına ilişkin algısal atmosferine de son derece uygun bir yaklaşımdır. İşte PKK’nın adının hiç anılmadığı “Kobani’nin Kızları” kitabı üzerinden dikkatlerin YPJ, dolayısıyla PYD/YPG üzerine çekilmesi de bu meşrulaştırma gayretlerinin farklı bir yansıması olarak okunabilir.
Sadece Türkiye açısından değil, bölge ve insanlık için açık bir tehdit oluşturan PKK terör örgütü ve uzantılarının ABD tarafından doğrudan ya da dolaylı bir şekilde desteklenmesi ve NATO müttefiki Türkiye’nin ulusal güvenlik hassasiyetlerinin göz ardı edilmesi kabul edilebilir bir durum değildir. ABD’nin özellikle Suriye ve Irak’ta Türkiye’ye karşı oluşabilecek terör yapılanmalarıyla ilişki biçimi Ankara açısından hayati önemdedir.
Türkiye’nin altı yıl önce kendi topraklarından kaçırılıp Irak’ın kuzeyindeki terör kamplarında zorla alıkonulan 13 masum ve silahsız vatandaşının 14 Şubat günü vahşice katledilmesi, terörle mücadele kapsamında PKK terör örgütü ve uzantılarının bölgedeki varlığının kalıcı şekilde sonlandırılması zaruretini bir kez daha ortaya koymuştur. Türkiye bu doğrultuda tüm imkânlarını seferber ederken, haklı olarak, ABD gibi müttefiklerinin desteğini de beklemektedir.
[İbrahim Aydın Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) Başkan Danışmanı’dır]
[Orta Doğu siyaseti, Arap devrimleri, Mısır’daki devrim süreci ve Körfez siyaseti konularında uzman olan Doç. Dr. İsmail Numan Telci Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Orta Doğu Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak çalışmakta ve aynı zamanda ORSAM Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.